Maraş’ta yardım deneyiminden çıkarılan en büyük ders neydi

Arşiv
Arşiv

Bir gecede bir servis dolusu insanı organize edip, şehirden tahliyesini sağladık. Belki de yaptığımız en faydalı şey buydu. Direksiyonda yolun açılmasını beklerken “Abi ben suç işliyormuşuz gibi hissediyorum” dedim Yusuf Abiye. “Haklısın. Bizim buradaki faydamız bitti şehrin dışında bekleyelim artık. Hem faydasız hem zararlı olmamın manası yok.”

Yangına su taşıyan karıncadan ilhamla Cins Dergi ekibi olarak yola vurduk kendimizi. Kendimize karşı verdiğimiz süregelen savaştan mağlup ayrılmayı -daima ve yinereddederek eylemi seçtik. Başka türlüsü kabul edilemez. “Her eylem yeniden…” Bizi şekillendiren kalıplar eleştirilse de, mantıksız görülse de biz kalbe inandık. Bu yüzden tartışmadan, hesap etmeden, böyle dümdüz, böyle iki elimiz ve koli bantlarıyla yeniden eylemi seçtik. Elimizden ne gelirdi? Elimizden ne gelirse onu yapmanın, yaparken “faydalı mıyız hakikaten” diye sorgulamanın arbedesinde Maraş’a vardık.

Hamdolsun bizden çok var. Hamdolsun yalnız değiliz. Yol hıncahınç insan. Biz dara düşünce, yine bize yetişecek bir “biz” var. En çok şükredilmesi gereken de belki bu olmalı. İnsan “biz” olunca “ben”in tüm nefsaniliği yok olup gidiyor. Kalbimiz genişliyor ve kapsıyor. Kalbimiz katılaşıyor ve sabrediyor. Kalbimiz kanıyor ve iyileşiyor. Tüm inancım, tüm bildiğim bu. Ben bu yıkımı kaldıramazdım ama biz ve kalbimiz üstesinden geleceğiz inşallah.

Felaket zamanlarında yazık ki her ağızdan bir ses çıkar ve çoğu doğru değildir. Yanlış bilgiden ve yönlendirmeden kaçınmak çok zor olur. Haberleri sosyal medyadan takip etmeye başladığımız zamandan beri bu tuzaklara sürekli düşer olduk. Afet durumunda hataları ve faydasız eforu minimuma indirmek gerekir. Ortada büyük bir yaşam mücadelesi varken sakin kalmalı ve gözünü dört açmalı insan.

“Abi kefen diyorlar… Aşırı ihtiyaçmış. Toparladığımız paranın bir kısmıyla ondan da mı koysak kolilere?”

Maraş’ta ilk bunu sordu İsmail abi cenaze işleri sorumlusuna: “Kefen lazım mıydı?”

Değilmiş. Gönüllü gassalları, imamları da toplasan; her kayıp için adli kayıt, tutanak, vefat sebebi tek tek kayıt altına alınıyor. Dolayısıyla bir depo dolusu kefen kullanılacak vaktini bekliyor. Soysal medya burada kandırmıştı bizi. Kefen var ama kayıplarımız o kadar çok ki, defin işlemlerini usulüne göre yapınca beklemek zorunda kalıyorlar. O sırada bir telefon daha geldi sorumlu müdüre. “Bir tır dolusu kefen daha. Ne yapalım?” “Onları da depoya kaldırın.” Bu felaketten kendime kaydettiğim en büyük ders bu oldu. Bölgede AFAD’dan daha etkin bir kurum yoktu. Ve onun bilgisi dahilinde hareket etmeyen herkes yanılmıştı. Misal; tırlar dolusu ekmek götürmek yerine, bir mobil fırın, kurum tarafından gösterilen yere kurulmalı. Buradan 4 numara bebek bezi alıp götürmek yerine parasını AFAD’a gönderip hangi numara ihtiyaçsa onun temin edilmesini sağlamak daha faydalı.

Bir gecede, bir servis dolusu insanı organize edip, şehirden tahliyesini sağladık. Belki de yaptığımız en faydalı şey buydu. Önümde iş makinası, arkamda ambulans, Direksiyonda yolun açılmasını beklerken “Abi ben suç işliyormuşuz gibi hissediyorum” dedim Yusuf Abiye. “Haklısın. Bizim buradaki faydamız bitti şehrin dışında bekleyelim artık. Hem faydasız hem zararlı olmamın manası yok.” Sabah yolcularımızla buluşup hızlıca çıktık bölgeden.

“Aslında benden iyi bir STK’cı olurmuş.”

“Bu yüzden sana son on yıldır kızgınım İsmail Abi.”

Ve Yusuf Genç ekledi: “Şairden neden bir şey olmaz, çünkü her şeyi yapabilir.”

Kayseri’de bir akaryakıt istasyonunda durduk. Kahramanmaraş’ta mazotu yakıt deposu yerine başka bir hazneye doldurduğumuz için araç arıza uyarısı vermişti. İçimiz ısınsın diye çay içerken bir yandan da “ne yapabiliriz?” diye düşünüyorduk. Yanımıza bir araç daha park etti. Biri indi. Motor kapağını açtı, marş istedi, tozunu üfleyip eliyle iki yandan birer tel çekip bıraktı. Kaputu kapattı. Arabaya bindi ve yola devam ettiler.

Bu sahne karşısında Yusuf Abi: “Şu usta kıymetli işte! Biz onun yanında gereksiz kalabalığız galiba.”

“Meşhur piramit var ya abi, onun en altındakiler biziz.” Mazotlu şiirleri ezbere okuruz ama mazotu aracın neresine dolduracağımızı bilmeyiz.

Eve dönüş yolunda motor arıza ışığı yanıp söndükçe biz yanıp sönüyorduk sanki. Her şeyi düşünmüş olmanın hiçbir şey yapamayışımız karşısında verdiği 13-14 anahtarına benzeyen o büyük arıza ışığı zihnimizin orta yerinde, bizim acizliğimizi gözler önüne seren ve tekrar düşünceye sevk eden o büyük çıkmaz… Bilginin keskinliği karşısında düşüncenin hiçliği hiç bu kadar aşikâr olmamıştı… Vinç operatörlüğü için hiçbir zaman geç değil.

Ölüm ve yaşam arasında elimizden gelen bu kadardı. Allah’a sığınıp kollarımızı sıvadık. Karıncanın taşıdığı su değil, kalbi söndürüyordu ateşi. Böyle bildik. Dua ettik.

Yıkımda vefat edenlere rahmet, sağ kalanlara sabır ve Allah’tan merhamet dilerim. Terapistim “suçluluk duygusu” koydu adını. Zor ama ayakta durmalı insan, ben için olmasa bile biz için…

  • Her şeyi düşünmüş olmanın hiçbir şey yapamayışımız karşısında verdiği 13-14 anahtarına benzeyen o büyük arıza ışığı zihnimizin orta yerinde, bizim acizliğimizi gözler önüne seren ve tekrar düşünceye sevk eden o büyük çıkmaz…

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.