Mazlumun ahı onun son kurşunudur

​Mazlumun ahı onun son kurşunudur
​Mazlumun ahı onun son kurşunudur

Bir zaman sonra oradan geçen bir adam, kız çocuğunun cesedini gömmek için sırtına alıp ilk adımınıattığında “AH” sesi işitiyor. Korkuyor adam, tekrar indirip bakıyor kıza. Ölmüş olduğundan tekrar eminolunca, yine sırtına atıp yürümeye koyuluyor kulağının dibinden gelen “AH” sesine aldırmadan…

Ömrüm, gerçekten yoksulluk ve hastalıklarla geçti. Yirmili yaşla­ra tıbben mucize eseri olarak ulaştım ve otuz yaşına vardığımda ameliyat edilmemiş çok az sayıda bölge kalmıştı. Hatta buraya kadar olan kısmına beş yıllık bir felç sığdırdım. Kalça kemiklerim­den, diz kapaklarıma kadar bütün bacak kemiklerim yavaş yavaş çürüyüp kömürleşerek döküldü.

Geçirdiğim protez ameliyatlarıyla ayağa kalkıp her defasında yedi ay çalışarak yeniden yürümesini öğrendim. Ölümle yüz göz yaşamaktan mıdır nedir, hayat bana hep komik geldi…

Felç yatarken, ameliyat sonraları yatağa bağlıyken durup dinlen­meden cümleler biriktirdim, çok sayıda kitaplar okudum. Ben öyle çok ağladım ki; bu yüzden insanları güldürmek hep hoşuma gitti!

Başımda aksilik varken, işler eğri gidiyorken hiç uyumadan elim­deki kitabın bitmesi için hayvanlar gibi çalışırım. Acılarımı, hayâl kırıklıklarımı, aksilikleri atlatana dek gözümü kırpmam. Öyle anlarımda işkenceyle bile ağzımdan laf alamaz, derdimin ne oldu­ğunu anlayamaz, hatta bir derdimin olup olmadığını bilemezsiniz ama işler bitip de ilk sigarayı yakınca saatlerce, bazen aralıklarla dört gün ağladığımı bilirim. Bazen yağmurların yağışını, kendime lojistik destek olarak algıladığım olmuştur, çünkü yeri gelmişken söylemekte fayda var; psikolojik hastalıklarım da mevcut. Neyse, bana tek tek hastalıklarımı saydırmayın. Kısaca ifade etmem gere­kirse: Bir tıp öğrencisi kitap taşıyacağına beni yanında gezdirseydi zorlanmadan mezun olurdu.

Bazen yağmurların yağışını, kendime lojistik destek olarak algıladığım olmuştur, çünkü yeri gelmişken söylemekte fayda var; psikolojik hastalıklarım da mevcut.

Cesaret hastasıyım. Korkularım zirve yaptığında cesaretim ina­nılmaz bir boyuta gelir, o andan itibaren hiçbir şey düşünmeden işime saldırırım. Her yeni kitabıma böyle baş­larım. Kitaplarımı basılana kadar okumam, çünkü korktu­ğum cümleleri yumuşatmaktan korkarım! Kitap çıkıp okuyucunun eline ulaştığında ben de okumaya başlar ve işte o zaman korkuyla irkilir, kaçacak yer ararım!

Bir röportajda sormuşlardı: “Hocam, bu kitapları düşünerek mi yazıyorsun?” diye. Şöyle cevap vermiştim onlara: “Hayır, yazdıktan sonra kara kara düşünüyorum…”

En baştan ağlamak, peşin ödemedir. Rahatlar ve bir iş yapamazsı­nız. Sonradan ağlamanın içinde ise zafer vardır. İşlerimizi bitirdik­ten sonra ağlayınca geçmiş günleri, ayların zehrini atarız bedeni­mizden ama ağlamadan önce yaptıklarımız, içimizdekileri çıkarır gün yüzüne. Yani, ömür böyle: bir kuru, bir ıslak… Gerçekten AĞ­LAMAMAYA da değmiyor hayat. Yazının başına dönüyoruz öyleyse: Şimdilik işimizi yapalım, daha sonra oturup birlikte ağlarız!

Mutluluğu tatmadığım için mutsuzluğun ne olduğunu da bilme­yenler vardır dünyada. İşte onlara selam olsun! Haydi şimdi “İşte gidiyorum çeşmi siyahım” türküsünü açın ve beni dinleyin. Bakın size neler anlatacağım:

Osmanlı - Rus Savaşı veya Ermeni baskınlarına ait bir hikâye an­latılır. Tüm köyü katliama uğrayan bir kız çocuğu da işkence ve tecavüzle öldürülüp çalılıkların arkasına atılıyor. Bir zaman sonra oradan geçen bir adam, kız çocuğunun cesedini gömmek için sır­tına alıp ilk adımını attığında “AH” sesi işitiyor. Korkuyor adam, tekrar indirip bakıyor kıza. Ölmüş olduğundan tekrar emin olunca, yine sırtına atıp yürümeye koyuluyor kulağının dibinden gelen “AH” sesine aldırmadan…

Katliama uğrayan bir kız çocuğu da işkence ve tecavüzle öldürülüp çalılıkların arkasına atılıyor.
Katliama uğrayan bir kız çocuğu da işkence ve tecavüzle öldürülüp çalılıkların arkasına atılıyor.

Tıbbi olarak bir ölü yerinden kaldırıldığında içinden boşalan havanın bu sesi vermesi mümkündür ama biz biliyoruz ki her can son nefesini vermeden önce, inançsız da olsa “Allah” demek zorundadır. Cenabı Allah’ın emirlerini fizik kuralları yerine getirince şaşırmamak gerekiyor.

  • “Ah” Allah demektir. Kazancı Bedih’in bir gazelinde şu dizeler geçi­yor: “Tükendi nakdi ömrüm, dilde sermayem bir AH kaldı.” Benzer çıkarımlar Âşık Mahsuni, Neşet Ertaş türkülerinde de vardır. “AH” yerde kalmaz. Fakirin Ah’ı onun son kurşunudur.

“Sermayem derdimdir, servetim Ah’ım…” diyor Âşık Mahsuni. Dertlerden şikâyet etmez, dilimizle sızlanmazsak servetimiz Allah olacak. Hz. Eyyüp gibi güzel bir sabırla beklemeliyiz sabahı… Bir mazlumun Ah’ı götürdü Firavunları. Yeter ki biz mazlum kalalım. Ah dersek düşecek bütün uçaklar.

Mazlum olmak değil, mazlum kalmaktır zor olan. Galiba onu beceremiyoruz. Yoksa bu Amerika, bu İsrail dualarla yaşamıyorlar değil mi?

Dediğimiz gibi, her nefes Allah demektir. Her nefes “Ah” diye çıkar ağzımızdan. Ateistte olsak, kalben bir kez Allah demesek bile, ölünce cesedimiz “Ah” diyecek, sorumluluktan kurtulacak organla­rımız ve biz ruhun sahibi Allah’la baş başa kalacağız. Vah diyeceğiz işte o zaman dizlerimize vurarak… Espriye bakar mısınız: Vah da Allah demek!

Kurtuluş yok… Gece gündüz düşmanlarımızı düşünürken Allah’ı unutmayalım. Örneğin ben; Saatlerce İsrail konuşurken namazımı kaçırdığım oldu, acıklı değil mi?

Bu yazıyı da kaçırdığım namazın utancıyla yazdım. Tuzaklar büyük, rabbimiz affetsin hepimizi…