Mevlânâ’nın mecâz dili bugün insana hangi kapıları aralıyor?

Mevlânâ hazretlerini sözü, mecâzı ve mazmunu kullanışına dikkat ederek okumak insanın hem kendine, hem de dış dünyasına bir kapı açar. Gerçek insanlık makâmına buradan sefer edilir.
Mevlânâ hazretleri benim ve çoğumuz için müstesna bir yerdedir. Allah, O’na söz kerameti vermiş. Bu kerameti vefatından 700 sene sonra bile hâlâ devam ediyor. Zaman ve mekân farkına ve aradaki tercüme engeline rağmen.
Mevlânâ hazretleriyle tanışmam gençlik yıllarıma dayanıyor. 23 yaşımda satın alıp kitaplığıma koyduğum Mesnevî-i Şerîf’i ancak 30’lu yaşlarımda okumaya başladım. Çünkü bu gibi kâmil eserler insanın ham çağlarında kapılarını açmaz. Yine o yaşlarımdan başlayarak 12 sene boyunca Mevlevi usulünde müziğimizi meşk ettim. Müziği bir eğlence değil; bir tefekkür, tezekkür ve teşekkür aracı olarak gören bir anlayışla yetiştim. Bu anlayış bugün bizde pek bilinmez. Çünkü müzik gibi diğer klasik sanatlarımızın aslının tevhid olduğunu vurgulayan pek azdır. Hep bir ecdatçılık ve donuk bir gelenek dürtüsüyle sözler söylenir. Müziğimizin tevhid aslı üzerine “Gönül Makâmı” başlıklı bir kitabı daha evvel yayımlamıştım. Tabii ki müzik, Mevlânâ hazretlerinin müthiş hikmetinin yansıdığı alanlardan sadece birisi. Semazen görüntüleriyle klişeleştirilen Mevlânâ hazretlerinin tasavvuf yolunu O’nun hem şiirleri, hem sohbetleri, hem de mektupları üzerinden okumak her zaman daha fikir açıcıdır.
Hazreti Pîr üslûbunda eşsizdir. Bize en büyük ve derin hakîkatleri en sıradan bir örnek ile açıklamayı bilir. Ne felsefî gargaralara girer, ne de sadece nakilde kalır. Dil ve söz kerameti asıl buradadır. İnsanlara, Hakk’ı anlatmada sonsuz gayret sahibidir. Bizim gibi bir gerçeği anlatırken karşılaştığı ilk engelde pes edenler için çok güzel bir örnektir. Mevlânâ bize bir şey anlatabilmek için varlık evreninde seyreder durur. Bunun için on binlerce kelime kullanır. Âyetler, hadisler, menkıbeler, kıssalar, masallar, hikâyeler, anekdotlar anlatır. Konya’da olan bitenlerden örnekler verir. Dağdan ovadan, denizden, çölden bahseder. Çok kelime söyler ama hâşâ asla geveze birisi değildir. Zaten şiirdeki ilk mahlâsı Hâmûş’tur. Yani suskun. Bir kaç rubaisinde “bıktım fâilatün fâilatün diye şiir söylemekten” der. “İnsanlar benden güzel sözler duymak istediği için, aynen bir işkembe çorbası yapar gibi, elimi kelâm denen pis şeye bulaştırıyorum. Onu temizleyip insanlara güzel bir çorba yapıp önlerine koyuyorum. Yoksa bana kalsa ben susarım.” der. O’nun bu kadar çok söz söylemesinin amacı aslında karşısındakine tek bir heceyi söyletebilmektir: “Hû.” Bütün verdiği örnekler, kullandığı mecâzlar, anlattığı hikâyeler bunun içindir. Allah’ı hatırlatmak için yani...
Mevlânâ hazretlerini şair, mistik, hümanist, hatta sadece sufi olarak tanımlamak; O’ndaki tefekkür boyutunu görmemize engel oluyor. Bence Mevlânâ hazretlerinden asıl almamız gereken ders; bir Müslümanın kendine, insanlara, varlıklara, olaylara nasıl bakması gerektiğidir. Birkaç sene önce İngilizce bir kitap yayımladım. Adı “Pearls from Rumi’s Ocean” yani “Mevlânâ’nın Ummanından İnciler”. Kitap on bölümden oluşuyor. Her bir bölüm Mevlânâ hazretlerinin eserlerinde sıkça kullandığı bir mecâz üzerine. Leyla, kapı, deniz, testi, altın, toprak, gök, vb… Kitabın amacı Mevlânâ hazretlerinin nutuklarında kullandığı başlıca mecâz ve mazmunlar üzerinden murâdını ve maksadını anlayıp anlatabilmek...
“Mecâz” benim için çok önemli bir tefekkür aracıdır. İnsanın kendini âlemin içinde bir yere koymasına yarar. Kendi ötesindeki bir varlık ile ilişkilendirir. Böylece kendi kendisiyle ilişki kurar. Zaten “mecâz” sözlükte “Bir yeri yürümek suretiyle geçmek, yol kat etmek” anlamındaki “cevz” kökünden gelir. Asıl mânâsından alınıp, onunla ilişkili başka bir mânâya nakledilen lafız demektir. Nitekim “mecâz” kavramının Batılı dillerdeki karşılığı olan “metaphor” kavramının kök anlamı da bir şeyi alıp başka bir yere taşımaktır. Bir de mazmun var. Mazmun, “Zımn edilen şey” demektir. Yani açık olarak değil dolaylı olarak bir anlamı ifade eden kelimedir. Meselâ, Leylâ dediğiniz anda herkes için, her zaman aşk akla gelir.
Bizde mecâz ve mazmun kullanmak büyük bir gelenektir. Fakat mecâz ve mazmun kullanımı sadece edebî bir sanat veya üslup değildir, bir düşünme ve beyân etme yöntemidir. Çünkü mecâz ve mazmun soyut olan kavramları insana kendi bildiği, gördüğü ve tecrübe ettiği gündelik kavramlar üzerinden anlatır. Hem insanın içindekine ulaşma, hem de ulaştığı o yerden insanı daha derin ve büyük hakikate sevk etme yönünde müthiş bir araçtır. Nitekim Rabbimiz de âyetlerde pek çok mecâz, telmih, teşbih kullanır.
Mevlânâ hazretleri sözlerinde müzik terimlerini de sık sık kullanır. Ney, rebab, tanbur, hânende, def, bendir, davul, makâm gibi terimler eserlerinde geçer. Birçoğumuz bunları düz anlarız. Meselâ, “Mevlânâ ve Müzik” başlıklı bir makale yazmak istesek hemen bu saydığım anahtar kelimelerle O’nun eserlerinde arama yaparız. O terimlerin zikredildiği yerler ve ne kadar zikredildiği gibi sadre şifa olmayacak bilgileri elde etmeye çalışırız. Oysa daha derin bir bakışımız olsa Mevlânâ hazretlerinin bu müzik mecâz ve mazmunlarını daha derin ve soyut anlamları bize anlatmak ve aktarmak için kullandığını sezer, o anlama doğru yürümeye başlarız. Bu sıradan görünen kelimelerin âlemde hangi derin gerçeklere köprü olduğuna dikkat kesiliriz. Bunun faydası sadece dışsal bilgiyi elde etmek değildir. İnsanın dış dünyaya olan dikkat bakışı kendi içindeki rikkati keşfetmesinin bir yoludur. Yani başka varlıklarla aslının aynı olduğunu, Yaradan’ının aynı olduğunu bilen rakîk olur. Varlıklara karşı kalbî bir bağ hisseder, buradan şefkat, merhamet, adalet ve hemhâllik çıkar. Âleme böyle nazar etmeye alışan bir insan kendine de böyle nazar etmeye başlar. İçindeki ummanları, çölleri, ovaları, bataklıkları, kuyuları ve dağları keşfetmeye başlar. İşte insan ancak bu şekilde kendini tanır. Yani eksiğini gördükçe tam olmaya başlar.
Mevlânâ hazretlerini sözü, mecâzı ve mazmunu kullanışına dikkat ederek okumak insanın hem kendine, hem de dış dünyasına bir kapı açar. Gerçek insanlık makâmına buradan sefer edilir. İşte bu yüzden Hazreti Pîr yedi asır sonra günümüze de, sana da, bana da hitap etmeye devam ediyor.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.