Milli takım, ne kadar milli?

Milli takım
Milli takım

Gerçekten demilletin o kadarderdininarasında millitakımın derdi,dert miydi?Yoksa dertsizbaşımıza dertaçmak için mibu meseleyidert edinmiştik?Imagemakerlafınıdilimize sokanAmerikalınındediği gibi;‘Derdimiz neydibizim dostum?’Sizi bilmiyorumamafutbol benimiçin dertlerinen büyüklerinden.YunusEmre demişya, “İçimde birdert oldu, diyeyimdervişlere/Dervişlerin kademikutludurher işlere”.Ben de sizeaçıyorum derdimi;bu millitakım derdi,dert midir?

Kuaförde sıramın gelmesini bekliyorum, saçlarımı kestirip sakallarımı düzelttireceğim. Evet, artık berbere gitmiyoruz, kuaföre gidiyoruz… Hatta ‘imagemaker’. Türkçeye tip düzeltici olarak çevirebiliriz.

Tipimin düzeltilmesi için sıramı beklerken, hani o aynanın hizasında duran küçük ekranlı televizyonlar var ya, bildiniz değil mi onu? İşte onun ekranından Fatih Terim bakıyordu bize. Basın toplantısındaydı. Kendine has, çok sevdiğim jest ve mimiklerini kullanıyor ama bunlarla hiç alakası olmayan bir pop şarkısı söylüyordu. Sonradan fark ettim, berberler kuaför, hatta imagemaker olmuştu ama hala ortamı televizyon değil, bilgisayarda çalan şarkının sesi dolduruyordu.

Sizi bilmiyorum ama futbol benim için dertlerin en büyüklerinden. Yunus Emre demiş ya, “İçimde bir dert oldu, diyeyim dervişlere/ Dervişlerin kademi kutludur her işlere”.

Fatih Terim, muhtemelen dar pantolonunun yırtıklarından diz kapakları görünen bir popçunun şarkısı üzerine jest ve mimikler yaparken, o sırada tıraş olan müşterilerden birisi, “Milletin o kadar derdi var, hala bunlarla uğraşıyoruz…” deyip, göz üstü bir bakış attı ekrana. Müşterisinin ani çıkışı karşısında kulaktan bir ‘kırt’ almak istemeyen usta, makas ve tarağı hızla geriye çekti. Önce ekrana sonra müşteriye baktı. Sessiz bir ‘Ya sabır’ çekip, tıraşa devam etti.

Gerçekten de milletin o kadar derdinin arasında milli takımın derdi, dert miydi? Yoksa dertsiz başımıza dert açmak için mi bu meseleyi dert edinmiştik? Imagemaker lafını dilimize sokan Amerikalının dediği gibi; ‘Derdimiz neydi bizim dostum?’ Sizi bilmiyorum ama futbol benim için dertlerin en büyüklerinden. Yunus Emre demiş ya, “İçimde bir dert oldu, diyeyim dervişlere/ Dervişlerin kademi kutludur her işlere”. Ben de size açıyorum derdimi; bu milli takım derdi, dert midir?

Mevzuya işin ‘abc’sinden başlayalım. ‘Takım’ nedir az çok biliyoruz da ‘milli’ kısmını açmamız lazım önce. Türk Dil Kurumu, bu kelime için diyor ki; milletle ilgili, millete özgü, ulusal. Karşımıza bilmemiz gereken yeni bir kavram daha çıkıyor; Millet nedir, kime denir? Yine başvuracağımız yer TDK oluyor: “Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu”.

Ancak gelin görün ki, son dönem milli takımında, Fatih Terim’in ‘benden değil, halktan özür dilesinler’ lafı dışında milletle pek alaka kalmadı gibi... Biraz iddialı oldu belki ama maalesef böyle. Eğer bu kadar dert olmasaydı içime, aylardır bu sayfalarda anlattığım güzel futbol hikâyeleri yerine bu yazıyı yazmazdım inanın. Naçizane meslekteki, spor medyasındaki 6. yılımı doldurmak üzereyim.

  • Kendimi tanımlamak için her zaman kullandığım ifade, ‘hikâye anlatıcısı’ oldu. Benim derdim futbol hikâyeleri anlatmaktır ama ortada milli bir mesele varsa, ona da sessiz kalamıyorum işte. Benim de hikâyem böyle, ne yapayım?

Derdimi anlatacak kadar milli takım biliyorum ve formalardan başlıyorum. Klasik kırmızı beyaz renklerden ilk defa, araya gri renkler karıştırdığımız, 1990’ların sonunda vazgeçmeye başladık. 2000’deki Avrupa Şampiyonasında gördük ki bu gri iyice arttı. Zaten gri arttıkça, futbolumuz da grileşmeye başladı. 2002’de tamamen kırmızı beyaz renklere dönünce dünya üçüncüsü olduk! 2008’de ise birçok büyüğümün aksine benim çok hoşuma giden bir şey yapıldı ve ikinci formamızda turkuaz rengini seçtik. Bilirsiniz ki turkuaz ismini, Türkiye’den alır ve bu renk özelikle Fransız kültüründe en az kırmızı beyaz kadar bizi simgeler. Hatta Fransızlar bu renkteki taşlara ‘Türk taşı’ derler. Yani bizim rengimizdir. Eyvallahımız vardır. Ama geçen yıl çıkan formalardaki siyah ile bizim ne alakamız vardır, işte onu çözemedim. Eski Türklerde siyah (kara) kötülük manasına gelirmiş. Mesela Altaylılarda ruhlar ak ve kara olarak ikiye ayrıldığına, ak ruhun iyi, kara ruhun ise ‘habis’ yani şeytani olduğuna inanılırmış. Kendimizi düşünelim, siyah her zaman olumsuzluk çağrıştırmaz mı? Karacaoğlan bile ‘toz olur’ giyme diye uyarmışken neden ‘milli’ takıma bu formayı uygun gördük?

 Bilirsiniz ki turkuaz ismini, Türkiye’den alır ve bu renk özelikle Fransız kültüründe en az kırmızı beyaz kadar bizi simgeler.
Bilirsiniz ki turkuaz ismini, Türkiye’den alır ve bu renk özelikle Fransız kültüründe en az kırmızı beyaz kadar bizi simgeler.

‘Sen de taktın formaya. Ne kadar şekilciymişsin’ dediğinizi duyar gibiyim. Demeyin öyle şeyler. Başka örneklerim de var. Mesela, milli takımın kadrosuna sıklıkla seçilen oyuncuların yarısından fazlasının Türkiye’de yetişmediğini söylesem? Hatta üç dört tanesinin Türkçesinin ‘Almancı’ seviyesinde olduğunu bilseniz? Bir tanesinin ‘hiç’ Türkçe bilmediğini de eklesem? Onların suçu değil bu tabi ki… Avrupa doğup, büyümüşler ve hayatlarını düzgün bir şekilde sürdürebilecekleri dili öğrenmeleri doğal olanıdır. Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta, kendi futbolcularımızı yetiştiremiyor olmamız ve milli takımı bile yaparken Avrupa’daki Türklere yönelmemiz.

Kulüp takımlarında oynayan, Avrupa’da yetişmiş futbolculara hiç girmiyorum. Meslek büyüğüm Mehmet Demirkol’un dediği gibi, “Allah Almanya’dan razı olsun.”

Bir de milli takım futbolcularının, millete olan uzaklığı var. Otobüsten inip, sadece üç adım yürüyerek otele girecekleri sırada etraflarında da çığlık çığlığa bağıran, kendilerine hayran gençlere dönüp de bir el sallamak bile zor geliyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Her seferinde milli takım için ‘vatan borcudur, milli meseledir’ derken, milletin ilgisine bu denli duyarsız kalmak büyük bir ‘profesyonellik’ örneği olsa gerek. Oysa Kolombiyalı James Rodriguez kendisini bekleyen küçük bir hayranı için otobüsten inip gelirken, Hollandalı Arjen Robben taraftara imza vermek için 10 dakika otobüsü bekletirken, İspanyol Juan Mata bir taraftar ve babası ile uzun uzun sohbet ederken bizimkiler kadar profesyonel olmayı beceremiyorlar. Olsun, onlar da zamanla öğrenirler artık…

Ben futbolu çok seviyorum. Milli takımın da başarılı olmasını istiyorum. Ama uzun süredir ne saha içi ne saha dışında, ‘milli’ bir takım göremiyorum. Herkesin iyi niyetli olduğuna inanıyor, güveniyorum. Yine de milli olmanın değerine yeterince vakıf olmadıkları gerçeğiyle de üzülüyorum.

Ha bu arada, saçlarım çok güzel oldu. Sakalları da makasla şöyle hafif bir düzelttirdim.