"Mış" gibi yapıyor

İnsanoğlu o kadar çok korkuyor ki “mış gibi” yapıyor!
İnsanoğlu o kadar çok korkuyor ki “mış gibi” yapıyor!

Soyuyla övünüp duruyor ne çok insan, sayılarının çokluğundan… Kan bağı olması gerekmiyor artık çokluk için. Futbol ve parti alıyor kan bağının yerini zaten. Peki, düşünmüyor mu, acaba evladı kendisi ile gerçekten övünebilecek mi?

Ne hazin ki kıyasıya bir harcama söz konusu. İnsan bu, gönlü yeteceği hâlde yetmeyeceğine inanıyor gerçekten sevmeye. Düşüyor bu yüzden gafil bir âlimin peşine. Apaçık ortada insanoğlunun aşkı kaybettiği. Aşktan ne anladığı ve içeriğinin ne olduğu ile ilgili beyanı süfli. Cahil bir sufinin peşinde debelendiğinden belli. Belki anlayışsızlığının giderek katılaşmasından mıdır, nedir, kendine bile yumuşak yürekli olmayı bilemiyor.

Apaçık ortada insanoğlunun aşkı kaybettiği. Onarmalı oysa insan bir an önce kendini. Kurvat gibi yıkık dökük bir şehir olmaktan, almamalı keyif.

İkiyüzlü, vaaz vermeyi sevenlerin önünde inceleceğini düşünüyor gafil. Onarmalı oysa insan bir an önce kendini. Kurvat gibi yıkık dökük bir şehir olmaktan, almamalı keyif. Altın bir tahtta oturduğunu sanan ama söylediklerinin hiçbir etkisinin olmadığından dolayı zerre üzüntü duymayan, ihtiraslı nefislerin girdaplarından, şehirler anaforlarla boğuşuyor bu yüzden. Herkes konuşuyor ama ne acayip ki, hiç bilinmeyen bir lisan kullanılıyor gibi, kimse kimseyi anlamıyor.

Herkes bilgiç ve herkes âlim olunca, durmadan söylemek istediklerini kusuyorlar arsızca. Ah, keşke kendi olabilse insan. Ah, keşke bu kadar bilmese ve keşke bildiklerini sandığını kusmasa yüzlere. Haksızlığa tahammül etmese, yapılan yanlışlıkları eleştirse, hak ve hukuk ihlallerine sessiz kalmasa, açık sözlülüğü düstur edinse ve temas kurduğu insanları kardeş bilse. Kim göz göre göre evini başına yıkmayı ister? Evinin temellerine kazma ile vurmayı diler? Peki, o zaman ilim ve irfandan yoksun ve ikiyüzlü olarak neden yoluna devam ediyor? Soyuyla övünüp duruyor ne çok insan, sayılarının çokluğundan… Kan bağı olması gerekmiyor artık çokluk için. Futbol ve parti alıyor kan bağının yerini zaten. Peki, düşünmüyor mu, acaba evladı kendisi ile gerçekten övünebilecek mi? Toplumda arsızlığın yaygınlaşmasıyla adaletsiz bir düzen gerçekleşiyorsa, bunun bir parça müsebbibi olduğunu soyuna nasıl anlatacak “kahraman”?

  • İçerisinde yaşadığı toplumla her yönüyle ilgilenen, “sosyal aktivitesi olan şahsiyet” olarak da değerlendirilen bir insan olarak, bu kadar çöpü nasıl biriktirdiklerini nasıl açıklayacak?

Yanlış iddialardan uzaklaşmamayı ve toplu taşıtlarda bu kadar kötü kokarak nasıl mutlu olabildiğini, nasıl anlatacak? İnsanların gözünden düşmeyi bir cüzzamlı gibi görüyorken; kendini yaratan Allah’ın gözünden düşmeyi, ergonomik bir yatakta uzanmak gibi algılama cinnetini nasıl açıklayacak?

Dört bir yandan çığlıklar yükseliyor oysa. Kulaklar, sağır mı sağır gayya kuyusu. Sanatı, ucuz adam işi sayarak, pikniklerde mangal ateşinden ormanları yakarken hiç utanmıyor. Arabada işettiği çocuğunun pet şişedeki sidiğini camdan fırlatırken, elindeki tesbihi de düşürüveriyor. Zaten kehribar bile değil naylon, bu yüzden boş ver gitsin, değil mi? Cennet kapılarına ulaşacaklarını sananlar! Gün doğarken göbeğini kaşıyarak uyuyanlar, elbet sabahın serinliğinde havada süzülen tarla kuşundan daha değersizler.

İnsan içinde bulunduğu toplumun yararına hareket etmeli.
İnsan içinde bulunduğu toplumun yararına hareket etmeli.

Bireysel olgunlaşma için sadece ihlâs ve içtenliğin yeteceğini sananlar ne kadar yanılıyorlar. Sosyalliklerinin evrimini tamamlayamamışlar, hikmete ereceklerini mi sanıyorlar? Hâla kırk derece sıcakta, yüzde yüz naylon sultan kostümlü sünnet çocuklarının aileleri, koca bir imparatorluğun uzantısı olduğunu mu sanıyorlar? Ahhhh! Caanım pamuklu… Ahhh! Zihinleri iğdiş eden nesil, tarih, şuur, medeniyet katilleri. En zararlı şey, gafil âlimlerin, cahil sufilerin ve samimiyetsiz vaizlerin, tarih, din ve medeniyet düşmanı profesörlerin sohbetleri, dersleri değil mi? Cennet kapılarında kutsal ezgiler duymak istiyor ruhum herkes için.

İnsan içinde bulunduğu toplumun yararına hareket etmeli. Attığı adımların ve gerçekleştirdiği eylemlerin bilincinde olmalı. İlmine mağrur, bencil ve haset sahibi olmamalı. Malında cimrilik yapmamalı. Merhametli bir kalbe, güler yüzlü ve nezaketli bir yüze sahip olmalı. Allah’ın kullarına karşı oldukça kibar olmalı. Almak ve vermek, kabul edilmek ve reddedilmek, fakir ve zengin olmak bu kadar hayati önem arz etmemeli gönül için; eline geçenle şımarmamalı, elinden çıkanla üzülmemeli.

Alt tarafı, varlığımız biraz toprak, biraz su… Nedir ki bu hoyratlık? Göz boyamaya kalkmamalı ecdadın yaptıklarını tüketerek.

Kutsal hazinede sufi olmadıkları hâlde, sufi geçinenlerin ağlamasından korkarım. Ben sizden değil, pis nefsimden korkarım. İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, inanmaktan korkar. İnsanların çoğu sevilmekten korkar, zira kendini değersiz bulur. Bu yüzden hoyratlaşır. Sevgiye olan ihtiyacını şiddet olarak gösterir. Düşünmekten korkar, sorumluluk getireceği için. İnanmaktan korkar, cehennemden korktuğu için. Yokmuş gibi yapıyor. İnanıyormuş gibi yapıyor. Derviş gibi davranıyor. Yapmadığı hâlde, gaddarca saldırıyor, yapıyormuş gibi… İnsanoğlu o kadar çok korkuyor ki “mış gibi” yapıyor!