Modern dünyada mülkiyet neden bireyin kimliğini kuşatan bir gösteri aracı

Arşiv
Arşiv

Mülkiyet artık kimi zaman ilişkilere katık edilmesi gereken, orada bir yerde duran şeyler olmaktan çıkmış, bireyin kimliğini kuşatan seyirlik malzemelere dönüşmüştür.

Sahiplenme duygusu, bireyin doğuştan getirdiği bir haslet midir bilinmez ama bilinen bir şey varsa o da temsil edilme arzusunun hayata ilişik olduğudur. Gerek gündelik gerekse uzun vadeli toplumsallaşma süreçlerinde birey, bulunduğu yeri tahkim ve toplumsal hayattaki itibarlarını tesis etmek adına şeylerle illiyet kurma yoluna gitmektedir. Kimi zaman mekân, kimi zaman söylem, kimi zaman eşya olabilen bu şeyler hayatın olağan akışı içerisine serpiştirilmiştir. Bunlar, bir başkası ile kurulan ilişkide salt simgesel bir gösterene tekabül etmemekte aynı zamanda bireyin çerçeve değerlerine atıfta bulunabilmektedir. Böylece bireyler toplumsal hayata dâhil olurken sahip oldukları yahut olamadıklarının kendilerine tanıdığı yetkiye dayanmak durumunda kalmaktadır. Şeylere sahiplik ya da onlardan yoksunluk hallerinin her biri, muhatabı, farklı ilişki tip ve içeriklerine götürebilmektedir. Toplumsal kodların eşyaya yüklediği anlamın içeriği çoğu zaman ilişkilerin seyrini belirleyebilme beratını elinde tutabilmektedir. Kamusal ve özel hayatın çeşitli zaman ve zeminlerinde eşya muhakkak ki kendi diliyle konuşmakta, konuşturmaktadır. Bireylerin nerede durduğu, hangi mekânı terennüm ettiği, kimlerle anıldığı gibi meseleler çoğu zaman eşyanın kapsamına göre evren daralması yahut genişlemesi yaşayabilmektedir. Bireyin eşyayla, haliyle mülküyle, kurduğu ünsiyet, hayatın rutininde sürgit devam etmekte, eşyanın kendinde değerine halel gelecek bir söylemsel nazireye kapı nadiren aralanmaktadır. Ki bu aralanma anlarında meseleye kendi rengini katan bir menkıbe, muhatapları rutine yeniden davet etmektedir. Eşyanın kendinde değeri çoğu zaman hayatın gündelik meşgalesinde, mukimlerin birbirlerine karşı gardını alabilecekleri birer mevzilenme alanına evrilmeden gündelik hayatın sıradanlığı içerisinde eriyip gitmektedir. Eşyanın rutindeki anlamının bozulduğu zamanlarda ise yine toplumdan türetilmiş birer ibret ve nasihat manzumesi olan menkıbelerle bireyler tâbir yerindeyse hizaya getirilmektedir. Nüktedan bilgeliği ile temayüz etmiş Nasrettin Hoca’nın ye kürküm ye demesi, eşyaya dair bozulmuş rutini geri çağırma operasyonundan başkaca bir şey değildir. Hocayla müsemma bu uyarı, eşyanın tahakkümüne karşı seferberliği en veciz şekilde ifade etmektedir. Toplumsal ilişkilerin kenarında gezinmesi gereken eşyanın, bir anda konum belirleyici bir kılığa bürünmesine karşı uyarılarla çokça bezeli böylesi menkıbeler, muhataplarda farkındalık meydana getirmeyi murad etmektedir. Böylelikle gündelik dünyanın bir parçası olan eşya yahut buradaki anlamıyla mülk, inşa edilen kültürel kodlarda kendisine tahsis edilen yerden hayata katılmaktadır. Geleneksel rol ve kodların yoğun bir biçimde içselleştirildiği toplumsallık biçimlerinde eşyanın yerini ve haddini bilmesine dair sayısız sözlü ve yazılı kayıt mevcuttur. Ancak bu uyarı levhaları her zaman kullanılmamakta, değerlerin ters yüz olabileceği, iletişim kazalarının yaşanabileceği korkusunun hissedildiği anlarda yardıma çağrılmaktadır. Günümüzde ise bu levhaları elde taşımadan gezmek artık nadirattandır. Her yerde başrolü oynayan mülkiyetin gösterilme arzusu, menkıbelerin anlık kamusal kulağa fısıldayışlarını ihtiyaç haline getirmektedir. Hız ve tüketimle temayüz etmiş modern dünyada mülkiyetin kendinde haliyle kalması neredeyse imkânsız hale gelmekte, eşya hayatın bütün katmanlarında sazı eline almaktadır. Mülkiyet artık kimi zaman ilişkilere katık edilmesi gereken, orada bir yerde duran şeyler olmaktan çıkmış, bireyin kimliğini ve kişiliğini kuşatan seyirlik malzemelere dönüşmüştür. Hal böyleyken, bireyin bir veçhesini anlatması, göstermesi beklenen mülkiyet, temaşa kültürünün bir arzu nesnesine dönüşmekte ve böylece bireyi kuşatan, onu kendi istediği gibi evirip çeviren bir tahakküm aracına dönüşebilmektedir. Gösteri dünyasında yerini almaya başlayan mülkiyet, sahibine karşı mütehakkim bir rol takınabilmektedir. Böylece mülkü teşhir, teşhirin bizatihi kendisini mülk edinmeye doğru götürmektedir muhatabı. Malikçe kendisini temsil etsin istenen mülk, teşhirin cazibesinde eriyerek imajlar evrenine salınmaktadır.

Tarihin farklı zaman dilimlerinde eşyanın gündelik yaşamda mütehakkim bir dil ve pratik ürettiği an ve durumlara rast gelinmiştir. Devasa yapılar, saraylar, piramitler vb. sembolik değerdeki yapılar, toplumsal hayata kendi imzalarını atan birer ikona dönüşmüştür. Birer imgeye de karşılık gelen bu yapılar teşhir malzemesi olmanın yanı sıra toplumu terbiye edici ve bireylere konum bildirici mesajlar üretmiştir. Belli bir şahıs yahut aileyle temsil edilen bu göstergeler, kültürel değerlerin zamansal değişimine bağlı olarak benimsenmiş yahut reddedilmiştir. Eşyanın kullanım değerinin dışında değişim ve en nihayetinde simgesel değeri her toplumun kendi referans çerçevesince ya dolaşımda ya da saklı tutulmakta; mülkiyetin bu türevleri hayata farklı renklerle dâhil olmaktadır. Modern öncesi dönemin hem üretim hem tüketim dengeli yapısı içerisinde eşyaya atfedilen anlam, toplumun kendi değer örüntüleri içerisinde bedenlenirken, modern dönemde eşyanın değeri ve eşyaya bakış tersyüz edilmiş bir süreci yaşamaktadır. Modern dünyada eşya yahut mülkiyet önemli bir gösterge değer olarak varlık göstermektedir. Modern dünyayı belki de en iyi anlatan ifadelerden biri imgenin ölümü, imajın yükselişidir. İmge söze, imaj göze dâhildir. Söz üzerine üretilen ilişkiler imgeyi merkeze oturturken, mihengi göz olan toplumsallıklar, oylarını imaj lehine kullanmaktadır. İmge görünenin ardındakine de talip olurken imaj mevcut görüntü ile yetinmeyi işlevsel görebilmektedir. Zira modern tüketim toplumunda birey sahip oldukları ile değil, sahip olduklarını gösterme performansıyla kendisine alan açabilmektedir. Tükettikçe ve tükettiğini gösterdikçe varlığını kabul ettirebileceği kabulü modern bireye telkin edilmiştir. Modern hayat kendisine bir şekilde temas eden bireyleri hiç ölmeyecekmiş gibi tüketme, her an ölecekmiş gibi korkma duygusuyla kuşatmaktadır. Hiç ölmeyecek gibi hissettirerek eşyayı hayatın merkezine yerleştirmekte ve bunu teşhir ettirme motivasyonu üretmekte, böylece bireylerde eşyanın, mülkün, güncel versiyonlarını her an temin etme ihtiyacını zerk etmektedir. Ki nitekim modern kapitalizmin bugün pazarladığı en önemli ürün “ihtiyaç duygusu”dur. Bireylerde eşyaya dair ihtiyaç duygusu üreterek, onlara, bu eşyaların en güncel ve gösterişli halini temin etme dürtüsünü yüklemektedir. Bu yüzdendir ki bir telefonun en son sürümünün çıktığı akşamın sabahında, kıtlıktan çıkmışçasına ona saldıran kitlelerin varlığı artık yadsınamaz olmuştur. Her an ölecekmiş hissi ile de bireylerde kendi bedenlerine cephe aldıran anti-aging ürünler ve estetik cerrahinin türlü tonlarını piyasaya sürmektedir. Hayatın olağan akışı içerisinde sarkması ve deforme olması beklenen beden, seyirlik dünyanın bir tüketim nesnesine dönüşebilmektedir.

İmajlar bombardımanı altındaki uyarıcılar dünyasında imgenin derûniliği, sadeliği ve asudeliği barındıran yapısı artık demode görülmektedir. Vitrinde olmanın, önemli bir değer olarak kabul gördüğü dünyada, eşyayı olabildiğine göze sokmak modern hayatın temel referans kaynağı haline gelmiştir. Özellikle sosyal medyanın izleyende hayat enerjisi bırakmayan içerikleri, hız mefhumuyla tanımlanan modern dünyada eşyayı, mülkü göstermenin bir varoluş durağına denk düşmektedir. Sosyal medyanın yalancı uyarıcıları altında yoğun ışığa maruz kalan bireylerde gerçek hayata dair kimi zaman geçici kimi zaman kalıcı körlük meydana gelebilmektedir. Derin düşünmeden hızlı yaşa gizli sloganıyla bireyleri çevreleyen modern tüketim toplumunda, dildeki ve yaşamdaki derinlik, sözün kitsch edildiği bir simgeler bombardımanına kurban edilmektedir. İmajlar sloganlarla bezenmekte, bireyler evleri ve arabaları nispetince topluma dâhil olmakta ve hayata değen hemen her şey teşhir motivasyonunun bir parçası olmaya başlamaktadır. Netice itibariyle imge ya kaybolmakta yahut anlamını yitirmekte; görüntü temel değer halini alarak toplumsal hayatı domine etmektedir.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.