Modern dünyanın kayıp ülkesi 'Mutlulukistan'

Ağlamayı, durağanlığı, sakinliği dehşet verici bulmaya başladık.
Ağlamayı, durağanlığı, sakinliği dehşet verici bulmaya başladık.

Ağlamayı, durağanlığı, sakinliği dehşet verici bulmaya başladık. Öyle ki bu hastalıklı düşünceyi sadece kendimiz taşımayıp çevremizdekilere de bulaştırdık. Ağlayanı susturmaya ve kaygılarını bastırmaya çalıştık zira hep iyi olmak, hep mutlu olmak zorundaydık.

Peki nedir bu “duygu” dediğimiz kavram?
Peki nedir bu “duygu” dediğimiz kavram?

Günümüz modern toplumunda “duygu” kavramı üzerinde oldukça duruluyor. Duyguların adlandırılması, ifadesi, nerede, ne zaman, hangi koşullar altında, hangi duygunun ortaya çıkması gerektiği hem akademik camiada hem de günlük sohbetlerde kendine yer ediniyor; zira o kadar önemli görülüyor ki okul müfredatlarının içinde bile önemli bir husus olarak karşımıza çıkıyor. Peki nedir bu “duygu” dediğimiz kavram? Uluslararası psikoloji literatürü için rehber nitelinde olan Amerikan Psikoloji Birliği (APA) duyguyu, bireyin bir uyarıcıya verdiği fizyolojik ve psikolojik süreçleri içeren karmaşık bir tepki olarak tanımlıyor; en temel tepkiler de mutluluk, üzüntü, korku, tiksinme, öfke ve şaşkınlık olarak ifade ediliyor. Bu duygular içinde en çok konuşulan, üzerine yazılar yazılan, ulaşılması bir hedef hâline getirilen duygu ise şüphesiz ki mutluluk.

İnsanın deneyimlediği bu kadar çok duygu çeşidi varken neden tüm bu doğal ve insanî tepkiler “mutluluk ve diğerleri” şeklinde bir tanımlamaya tabi tutuluyor; neden sadece “olumlu” ve “olumsuz” şeklinde yüzeysel bir ayrım yapılıyor duygular arasında?

Tüm dünyaya, insanlara, bu kapitalist tüketim toplumuna şöyle uzaktan bir baktığımızda yeni nesil konformizm akımının “iyi hissetme” üzerine kurulu olduğunu söylemek zannediyorum ki yanlış olmayacaktır.

Kitapçıların “çok satanlar” köşelerinde kişisel gelişim grubu kitaplarını bolca görmemiz, “bilinçaltı temizliği” vaadiyle sosyal medya hesaplarımıza ve posta kutularımıza düşen, acılarımızdan, korkularımızdan, öfkelerimizden arınacağımızı iddia eden reklamlara itibar ederek kurtuluşa erişmeyi hedeflememiz bu akımın bir parçası olduğumuzun en bariz kanıtı olsa gerek.

Neden acıyı, hüznü ve kederi bu kadar ötelere itme, göz önünden silme peşindeyiz?
Neden acıyı, hüznü ve kederi bu kadar ötelere itme, göz önünden silme peşindeyiz?

Peki ya neden kurtuluyoruz biz, neden kaçıyoruz böyle aceleyle? Neden acıyı, hüznü ve kederi bu kadar ötelere itme, göz önünden silme peşindeyiz? Şüphesiz insanın en temel isteği hayatını huzur ve sağlıkla idame ettirmektir ki bu istek çok doğal bir yaşam motivasyonudur. Lakin geçmişte vücut bulmuş, üzerinden zaman geçmiş ve o süreçte canımızı yakan bir hadiseyi bugün silmeye kalkmak, hiç yokmuş gibi davranmak insanın kendine yaptığı en büyük haksızlıkların başında gelir. Her başa gelenin bir manasının olduğu, her yaşanandan ders alabileceğim bir dünyada, sadece benim yaşadığım, benim farkında olduğum, bana has bir şekilde vuku bulmuş bir olayı ve bunun bende meydana getirdiği duyguyu, yani hüznü, kederi, üzüntüyü, şaşkınlığı hiç var olmamış gibi zihnimden söküp atabilseydim geriye benden ne kalırdı, diye düşünmek insan olmanın erdemi değil de nedir?

Gam gönlünden neyi döker, neyi sökerse, karşılık olarak daha iyisini getirir.
Gam gönlünden neyi döker, neyi sökerse, karşılık olarak daha iyisini getirir.

Haz odaklı modern hayatın yarattığı “Mutlulukistan”da yaşanan hüzün ve keder o kadar “lüzumsuz ve zararlı” diye etiketlendi ki hissettiğimiz her bunaltıcı duygudan “Ben sorunluyum; yanlış, olmaması gereken şeyler hissediyorum ve bu durumdan hemen kurtulmalıyım.” mesajını çıkarır olduk. Ağlamayı, durağanlığı, sakinliği dehşet verici bulmaya başladık. Öyle ki bu hastalıklı düşünceyi sadece kendimiz taşımayıp çevremizdekilere de bulaştırdık. Ağlayanı susturmaya ve kaygılarını bastırmaya çalıştık zira hep iyi olmak, hep mutlu olmak zorundaydık. Bu vesile ile hayatta nasıl yol alındığını unuttuk, sabretmek yerine hep bir şeylere katlandık; bu da hayattan anlam çıkarma, ders alma ve olgunlaşma becerilerimizi olabildiğince köreltti.

Sadece tahayyülde var olan “Mutlulukistan”a erişme çabası, acıyı, hüznü ve kederi kabul etme ve onu gerçekten deneyimleme imkânını hayatımızdan söküp attı. Oysaki Hz. Mevlâna’nın da dediği gibi “Gam gönlünden neyi döker, neyi sökerse, karşılık olarak daha iyisini getirir.” Gamdan gelen bereketi görmek için çabalamak, varlığımızı anlamlı hâle getirmek için büyük bir adım olacaktır.

  • Kaynakça
  • Christopher K. Germer, Öz Şefkatli Farkındalık, çev.: Handan Ü. Haktanır, Diyojen, 2018 Russ Harris, Mutluluk Tuzağı, çev.: Çağlar Şaher, Litera, 2019