Musa ve çoban

Herkese vermişimdir kendi hâlince bir siret, Herkese vardır kendi efkârınca bir basiret.
Herkese vermişimdir kendi hâlince bir siret, Herkese vardır kendi efkârınca bir basiret.

Böyle saçma sözler söylüyordu o çoban,Musa dedi, kimle konuşuyorsun ey filan.Ağzından dökülen sözlere itikadı tamdı,Onun efkârınca bu, en güzel kelamdı.Hiç çekinmeden cevap verdi bu sâile,Kimle olacak? Seni beni yaratan ile.

Musa’nın (Aleyhi’s-Selam)

Çobanın Münacâtını Küfür Sayması

Yürürken yolda Musa rast geldi bir çobana,

O diyordu, ey yüce sultan nazar kıl bana.

Nerdesin sen, söyle de hizmetine varayım,

Bitlerini kırayım, sırma saçını tarayım.

Hem çarığını dikerim, hem hırkanı yıkarım,

Sana en güzelinden üzüm suyu sıkarım.

Elceğini öperim, ayacığını ovarım,

Susadıysan seni taze süt ile suvarım.

Bu sadık hizmetçine emret sadece,

Uyku yerin hazırdır, gündüz ya gece.

Benim bütün keçilerim olsun yoluna feda,

Tâ ki kapında dileneyim, adım olsun geda.

Böyle saçma sözler söylüyordu o çoban,

Musa dedi, kimle konuşuyorsun ey filan.

Ağzından dökülen sözlere itikadı tamdı,

Onun efkârınca bu, en güzel kelamdı.

Hiç çekinmeden cevap verdi bu sâile,

Kimle olacak? Seni beni yaratan ile.

Musa dedi, eyvah o hâlde münkir oldun,

Daha İslam’a girmeden kâfir oldun.

Bu nasıl küfür, bu nasıl bir hezeyan,

Git ağzına pamuk tıka! Bu nasıl isyan!

Küfrünün pis kokusu bütün cihanı sardı,

Küfür dolu nefesinle din kumaşı ağardı.

Çarık, çorap, hırka layıktır ancak bize,

Âlemlerin Rabbine yakışır mı böyle herze?

Senin bu küfrünle arş-ı âlâ bile titrer,

Felekler başımıza yıkılır, kalmaz mefer.

Yumazsan ağzını bu saçma sözlerden,

Bir ateş sarar iki cihanı közlerden.

O kadar yakın ki ateş baksana dumana,

Canlar kararmış, bulamazlar yol imana.

Bilesin ki Hak Teâla din gününün sahibidir,

Bu senin küstahlığının da muhasibidir.

Akılsızla dostluk edene düşman gerekmez,

Öyle bedihidir ki bu hakikat beyan gerekmez.

Bu hizmetin âlemlerden gani olana gerekmez,

Senin sütün, keçin onları yaradana gerekmez.

Sen amcanla mı konuştuğun zannedersin?

Tanrı’yı ihtiyaç içinde mi güman edersin?

Sütü kim içer? Neşv ü nemâda olan.

Pabucu kim giyer? Basmada olan.

Diyorsan ki bu sözlerim bir has kul hakkında,

Buyurdu ki Hak, ben oyum o da ben aslında.

Hadis-i kudsi der: İnnī meriżtu lem teꜤud,

O elem değildi sadece kulumda mevcud.

Bī yesmeꜤu bī yubṣır makamında kul,

Bensiz bizsiz olur Hak katında makbul.

Bu kasd ile söylesen de bunları olmaz,

Böyle dua Hak Teâla’dan icabet bulmaz.

Söz söylemek Tanrı hakkında edebe mugayir,

Gönlü öldürür ve amel defterini karartır.

Bir erkeği çağırsan sen Fatma diye,

Dövmeye yeltenir seni öldüresiye.

Kadına söylersen eğer Fatma övgüdür,

Bir erkeğe söyleyince büyük sövgüdür.

Eli ayağı tam olmak kemâlidir bedenin,

Tanrı’ya böyle sözler haddin değil senin.

Lem yelid ve lem yūled O’na lâyıktır,

Doğanı da doğuranı da O ḫâlıktır.

Doğma, doğurma mahsustur cismi olana,

Her doğmuş şey muhtaçtır doğurana.

Madem ki bu âlem kevn ü fesaddır,

Gurur yeri ona en güzel addır.

Çoban dedi ki ey Musa ağzımı diktin,

Pişmanlıktan sen canımı yaktın.

Hırkasını parçaladı ve bir âh ile yandı,

Kendisini böyle yola vurduğu zamandı.

Hak Teâla’nın O Çoban Yüzünden Musa’yı

(Aleyhi’s-Selam) Kınaması

Musa’ya vahiy gönderdi Hüda,

Kulumuzu bizden kıldın cüda.

Senin risaletin vasl için miydi,

Yoksa risaletin fasl için miydi?

Elinden geldiğince ayrılık işlerini bırak,

Ebġażu’l-eşyā-i Ꜥindiye’ṭ-ṭalāḳ.

Herkese vermişimdir kendi hâlince bir siret,

Herkese vardır kendi efkârınca bir basiret.

O söyleyince medh olur, sen söylersen

zem,

O söyleyince bal olur, sen söylersen sem.

Biz kirden de temizlikten de beriyiz,

Biz uyuşukluktan ve canlılıktan içeriyiz.

Ben ibadeti emretmedim faydalanayım diye,

İstedim ibadetleri olsun kullarıma bir hediye.

Hindlilere en güzel söz Hind dilindedir,

Sindlilere en güzel söz Sind dilindedir.

Onların tesbihâtı ile pâk olmam ben,

Pâk yine onlar olur, muttaki oluben.

Biz ne lisana bakarız ne de kâle,

Biz sade kalbe bakarız ve de hâle.

Kalbe bakarız, eğer o huşulu ise,

Göz yumarız sözlerdeki habâise.

Çünkü kalb cevherdir ve söz araz,

Araz gelip geçer, cevher ise garaz.

Nereye kadar bunca laf ve mecazla?

Yanış isterim yanış, samimi niyazla.

Tutuştur gönlünde aşktan bir ateş közü,

Yak baştan başa o ateşle fikir ve sözü.

Musacığım, edeb bilenler başka türlüdür,

Canı, ciğeri yanmış olanlar başka türlüdür.

Âşığa yakıcıdır zaten aldığı her nefes,

Sen tut, viran olmuş köye haraç kes!?

Yanlış da söylese, deme ona hatalısın,

Kana bulanmış olsa da şehidi yıkamamalısın.

Şehidin kanı şüphesiz sudan evladır,

Bu hata da yüz doğrudan evladır.

Kâbenin içinde ne yana dönsen kıbledir,

Bir dalgıça kar ayakkabısı nafiledir.

Kafayı bulmuşlardan ne istersin rehber?

Urbalarını yırtmışlarda yama ne gezer?

Aşk dini bütün dinlerden ayrıdır,

Âşıklara din ve mezheb Tanrı’dır.

Ne çıkar lâlin üstünde yoksa damgası?

Gam denizine daldı mı aşk, kalmaz tasası.

Musa’ya (Aleyhi’s-Selam)

O Çobanın Gönlünü Alması için Vahiy Gelmesi

Ondan sonra Hak Teâlâ Musa’nın canına,

Öyle saklı sırlar söyledi ki gelmez lisana.

Musa’nın gönlü öyle sözlerle doldu,

Görmek de söylemek de bir oldu.

Kendinden geçtiği bilinmez kaç kezdi,

Ezelle ebed arasını bir anda gezdi.

Bundan sonrasını şerh etsem abesdir,

Çünkü bunun şerhi anlayışın ötesidir.

Eğer söylesem akılları baştan alır,

Yazmaya kalksam kalemler kırılır.

Musa muhatab olunca böyle azara,

Düşdü çöllere çobanın ardı sıra.

Onun ayak izi ardınca koştu avâre,

Tozları silkeledi bulmak için emâre.

Perişan adamın adım atışını bile,

Bildiğin adımlarda arama nafile.

Bir adımını kale gibi atar dümdüz,

Diğerini fil gibi çapraz tereddütsüz.

Bir bakarsın kabaran bir dalgaya okşar,

Sonra da karnı üstünde balık gibi koşar.

Kum falı bakan falcılar misâli,

Kuma yazar kendine ait ahvâli.

Sonunda buldu onu, bir köşede yıkıktı,

Dedi müjdemi isterim, sana izin çıktı.

Arama artık hiç yol yordam öyle,

Daralan gönlün nasıl isterse söyle.

Senin küfrün dindir, dininse nur-u cân,

Senin sayende emniyette bütün cihân.

Ey yefꜤalullahu mā yeşā‘ ile muaf olan,

Korkusuzca eyle bu âlemde cevelan.

Dedi ey Musa ben geçtim artık ondan,

Şimdi o eski hâlime olurum handan.

Ben şimdi gönül kanıma bulandım.

Kevser şerbetine doyasıya kandım.

Ben geçtim sidre-i müntehayı bile,

Hem onun da ötesine yüz bin yıl ile.

Sen bir kamçı vurdun küheylanıma,

Bir sıçradı aştı cihanı imanıma.

Lâhût oldu bizim nâsûtumuza mahrem,

Eline sağlık senin de ey muhterem!

Şimdi benim hâlim sözden dışarıdır,

Hâlimin binde birini söylemek başarıdır.

Hani görürsün aynada duran bir suret,

Aynanın sureti değil o, senden bir âyet.

Sonra düşün neyzenin neye üflediği nefesi,

Neyin marifeti değildir o, neyzenin sesi.

Ah oğul ah! Ne kadar etsen de tesbih,

Bu hamdini çobanın sözüne eyle teşbih.

Senin hamdin ona nisbetle olsa da bihter,

Hak Teâlâ’nın şânına nisbetle o da ebter.

Ne vakte kadar kalacaksın oyunda oynaşta,

Perde kalkınca birden akıl kalmaz başta.

Görürsün ki nice olmuş, almış, vermiş,

Ke en lem taġne bi’l-ems oluvermiş.

Senin zikrinin kabul edilmesi rahmettendir,

Hayızlı kadının namazı gibi ruhsattandır.

Nasıl ki onun namazını kan yaralar,

Senin zikrin de teşbih ile giriftar.

Kan kiri gider su çalınca bir saki,

Ama içinde öyle pislikler vardır ki,

Ne kadar sansan kendini bu işin ustası,

Çare olmaz sana illâ lütuf suyun üç tası.

Secde ederken keşke yüzünü çevirsen,

Subhāne Rabbī’nin manasına ersen.

Vücudum gibi secdelerim de nâsezâ,

Kötülüğüme sen iyilikle ver ceza.

Hakk’ın hilminden eser görürsün toprakta,

Pisliği örtüp çiçek çıkartır ve yaprak da.

Bizim pisliklerimizi de örter o Settâr,

İlahi rahmetle onlardan gonca çıkar.

O zaman her kâfir bu ahvali görünce,

Toprak kadar olamamıştır ömrünce,

Ondan vücuda gelmede gül ve meyve,

Fesadtır sadece kâfirden kalan telve.

Yoldan geri kaldım, düştüm ızdıraba,

Dedi eyvâh, yā leytenī küntü türābā.

Keşke hiç çıkmasaydım yola topraktan,

Tohum toplasaydım karadan, aktan.

Sefere çıkınca tuttu yol beni imtihana,

Ne getirdim peki hediye han ü mana?

Kâfir görmeyince bu işten bir fayda,

Bütün meyli toprağa olur dünyada.

Hırstandır yüzünü çevirmek gerisin geri,

İstikamet üzere olan ise hep bakar ileri.

Hangi bitkide varsa bir büyüme arzusu,

Neşvü nemadan ibarettir bütün mevzusu.

Hele bir de eğmeyegörsün yere başını,

Çöküş başlar o demde eksilterek aşını.

Ruhunun meyli hep yükseklere ise eğer,

Sonunda varacağın konak başladığın yer.

Başını gömüp yere istersen sade zemin,

Unutma ki Hak Teâlâ lā yuḥibbu’l-āfilīn.

  • *Mesnevi, 2. defter, 1720-1815. beyitler.
  • Farsçadan çeviren: Fatih Ermiş