Mustafa Merter: Altı cepheli sapkınlığa karşı savaştayız

​​Mustafa Merte.
​​Mustafa Merte.

Hekaton'la Son Tango isimli kitabının baskısının ardından Mustafa Merter ile aileyi ifsad etme ve insanlığı yeniden yapılandırma küresel projesi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Özellikle 50’li yılların feminizm akımlarıyla, daha doğrusu ikinci dalga feminizmle gelen “kadın-erkek eşitliği” mevzusu son yıllardaki bazı new-age spiritüel akımların da etkisiyle sizin de Hekaton’la Son Tango kitabınızda bahsetmiş olduğunuz “kadınla erkeğin birbirini tamamlaması” noktasına evrildi. Tabii, her akım bu meseleyi sizin yaptığınız gibi altını doldurarak aktaramıyor. Dolayısıyla burada bizim kadim bilgeliğimizden bahsetmek gerekiyor. Nedir bu tamamlanma ve celâl-cemâl dengesi? Bu soru ile de Hekaton’la Son Tango’ya ufak bir giriş yapmış olalım.

Dördüncü cephe olan her türlü cinsel sapıklığın yaygınlaştırılması için medya en önemli silahlardan birisi.
Dördüncü cephe olan her türlü cinsel sapıklığın yaygınlaştırılması için medya en önemli silahlardan birisi.

Kadın ile erkeğin ilişkisini yin-yang diyagramıyla izah ediyorum. Erkeklerin celâl ağırlıklı, kadınların cemâl zengini olduğu bir yaratılışla var olduk. Nasıl ki artı eksiyi çekiyorsa, cemâl ile celâl de birbirini çeker. İki taraf da birbirinde eksik oldukları şeyi hisseder ve birbirlerinde kendilerini tamamlarlar. Buna ruhların/canların senkronizasyonu diyorum. Bu zıtlık ortadan kaldırıldığında birleşme yerine uzaklaşma ve zaman ilerledikçe de derin bir doyumsuzluk acısı başlar. Bu doyumsuzluk, sapkınlığı ve her türlü rezil deneyime açık olmayı kışkırtır.

Esas yapmak istedikleri celâl-cemâl dengesini bozarak evliliğin ve dolayısıyla aile kurumunun hedef alınması. Tabii hedefin sadece aile olduğunu da söyleyemiyoruz artık. Meğer hedef bütün insanlıkmış. Kitapta da bahsettiğim gibi hedef bütün insanlığı yeniden yapılandırmak. Judith Batler, bozuk bir patoloji gerektiren yaklaşımıyla dertlerinin LGBT değil insanlığı yeniden yapılandırmak istemeleri olduğunu ifade ediyor. Peki bunu yapacak güçleri var mı? Evet, elimizdeki cep telefonu kimin kontrolü altındaysa güç de onun elinde.

Sosyal medya mahşerin 3 atlısının elinde: esas tüccarı Zuccerkberk, Larry Page, Çin’in TikTok’unun kontrolü altında. Bunların niye bunu yaptığını, niye insanlığı kontrol altına almak istediklerini Harari kitabında açık açık söylüyor: “Hepsini, Matrix kafesine kapatmamız lazım”. İnce psikolojiden hareketle insanın ayarını bozarak, insanlığı yeniden yapılandırmak istiyorlar.

Bunu da altı farklı cephede gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Her bir cepheyi tek tek ele aldığımızda net görünmese de tümünü bir araya getirdiğimizde büyük manzara ortaya çıkıyor.

Günümüzde ailenin kasıtlı olarak bozulması ve insanlığın küresel olarak yeniden yapılandırılmasına dair büyük çaplı bir projeden ve bu projenin bir savaş alanı olduğundan, dolayısıyla da bu savaşın farklı cepheleri bulunduğundan bahsediyorsunuz. Altı başlıkta incelediğiniz cephelerde küresel kurgunun ya da simülasyonun nüanslarını özetleyebilir misiniz?

Teknolojinin gelişmesi, insanların kırsal kesimden şehirlere göç etmesi, sosyal refah ve faktörler bazı dalgalanmalara sebep olur. Ama bu dalgalanmalar normalde olduğundan çok daha güçlü bir şekilde oldu. Jean M. Twenge buna tsunami diyor. Cep telefonlarının harcıâlem hale gelmesi 2012 tarihinden itibaren mümkün oldu ve bir milat yaşandı. Ve ondan sonra öyle sosyal değişimler yaşandı ki tsunami gibiydi diyor.

Yine Twenge’nin Ben Nesli isimli kitabında çocuklarla ilgili terbiye sisteminin ortadan kalkmasını anlatıyor. 1970’lere gittiğimiz zaman Amerika’da başlayan değerlerin yeniden belirlenme hareketi karşımıza çıkıyor. Kitapta bahsettiğim “Kadim Terbiye Sisteminin Çökertilmesi” olan birinci cephenin önemli aktörleri öğretmenler. Bir öğretmenin çocuğa doğru ile yanlışı göstermekten vazgeçmesi, çocuğa doğruyu kendisinin bulmasını istediği için başlatıldı bu hareket. Kadim terbiye sistemini ortadan kaldırmak için yüzlerce nüsha kitapla eğitim sistemi yeni bir çizgiye çekildi. Amerikan toplumu kendini koruyamadı ve terbiye sistematik ve kasıtlı biçimde ortadan kaldırıldı. Bu bozulmanın kaynaklarından birincisi öğretmen rehberliğinde eğitimin ortadan kalkması oldu.

Bu bize bilhassa psikolog ve psikiyatrlar tarafından 30- 40 senedir çocuğun dediğini yapılmasını, çocuğun travmatize olmasının, çocuğa karşı çıkılmaması olarak telkin edilmesi olarak yansıdı.

Bu savaş manevi kalbi köreltiyor.
Bu savaş manevi kalbi köreltiyor.

İkinci aşamada kadın hedefteydi. Kadının erkekleştirilmesi cephesi olarak isimlendiriyorum bunu. Kadınların meslek seçimlerinde, sportif aktivitelerinde erkeklerle aynı konumda yer almasını; politikada, askeriyede kadınların varlığını doğal bir süreç zannettik. Fakat kadınların erkekleştiğini gözden kaçırdık. Twenger’in ölçümlerindeki istatistikler 29 senede kadınların %80 oranında celallendiğini gösteriyor. Buna baştan sona erkekleştirme diyebiliriz. Kadın futbolcu, boksörcü olunmasını teşvik ettiler, güzellemeler yaparak göz önüne serdiler. Böylece erkek kadın yaratacaklardı, bunu da Hollywood film endüstrisi üstlendi. Bugün geldiğimiz noktada güreşçi kızlarımızla övünüyoruz. Bu yalnızca fıtrata değil bedene de uygun değil. Sosyal mühendislik projeleri öyle ince hazırlanmış ki en delice şeyleri bize akıllıymış gibi kabul ettiriyorlar. Erkek kadın yaratmanın sonuçlarından biri de evlilik yaşının otuzlara yükselmesi, aile kurumunun zayıflaması ve anneliğin önemini yitirmesi oldu.

Bu “cepheler”den en çok dikkat çekenlerden biri de “baba otoritesinin kasıtlı olarak yıktırılması”. Gerçekten de gerek ana akım medyada gerekse sosyal medyada sürekli bir “baba” patolojisi ile karşı karşıya kalıyoruz. Daha doğrusu insanların her psikolojik rahatsızlığını bir “baba travması”na yorma ekolü gelişti. Hâlbuki bu küresel savaşta işin aslı nedir? Siz meseleyi Holokost zamanından alarak Frankfurt Okulu’na kadar inceleyip tarihsel bir bağlamda açıklıyorsunuz. Özellikle Yahudi intelijansiyasının, baba açlığından yola çıkarak bu meseleyi teorize etmesini ele alıyorsunuz. Nedir işin aslı ve kaynağı?

İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların kurbanı olmuş Yahudiler biz ne yaparız da bir daha böyle bir şey asla yaşanmaz diye düşünüyorlar. Evvela anlamak istedikleri şey şu oluyor: Bu Almanlar neden bu kadar öfkeliydi? Freud’in Oedipus kompleksi teorisinden hareketle, erkek çocuğun içinde babaya karşı biriken öfkeyi ele alıyorlar. Öfke anneyi babayla paylaşamamasından kaynaklanır diye açıklanıyor Freud’un saçma sapan teorisinde.

Buradan hareketle demek ki bu Almanlar babalarına yansıtamadıkları öfkeyi biz Yahudilere yansıttılar ve bundan dolayı da milyon insanı katlettiler. Peki, bir daha böyle bir şeyin olmaması için ne yapmamız lazım sorusunu baba otoritesi kavramını kaldırmakta bulunuyor.

Baba otoritesi gidince öfke bitmeyecek, daha da ileri taşınacak. Freud’un saçma teorisinde ele aldığı anneyi arzulayan erkek çocuk öfkesi ancak kendisini hadım ettiğinde sona erer. İşte eş cinsel erkek ilişkisi hadımdan başka bir şey değildir. Erkek için artık anneyle beraber olma güdüsünü taşımayacaktır. Böylece öfke sönecek. Niye eş cinsellik küresel olarak eş zamanlı her yerde bu kadar teşvik ediliyor anlıyor muyuz? Eş cinsellerin hayatına bakıldığı zaman öfke de görülmez zaten.

Hekaton'la Son Tango - Mustafa Merter.
Hekaton'la Son Tango - Mustafa Merter.

Terbiyesiz eğitim sistemi projesi tuttu. Bu arada da sosyolojiye, psikolojiye tamamen kendi ellerinde istedikleri şeyi yapabileceklerini düşünmeye başladılar. Kaynak da ellerinde olduğundan goyimlerle yani kavimle istediğimiz gibi oynarız diyebildiler. Ki o dönemde sosyal medya gücü henüz ellerinde yok. Sosyal medya ile birlikte bu gidişat ivme kazandı.

New York’taki Stone Wall protesto hareketiyle eş cinsellik Amerika’da gündeme geldi. Protestonun derin analizini yapan yazar bunlar bir avuç insanken niye bu kadar ses çıktı diye soruyor. Cevap orada. Evet, ses çıkmıyor, ses çıkartılıyor. Çünkü medya ellerinde Hollywood ellerinde, sosyal medya ellerinde.

Bir de London Economic School’dan Karl Popper’ın savunduğu “Açık Toplum” savunusu var. Bu idealle otoritenin olmadığı, devletin otoritesinin zayıflatıldığı açık toplum oluşturma hedefi bizim toplumumuzda da yerini alıyor. Soros’un fikir babalığında memleketimizde gayet idealist biçimde hareket edebiliyorlar. Elbette biliyoruz ki esas gaye açık toplum, demokrasi değil, esas gaye otoriteyi yani merkezi devlet otoritesini yok etmek. Bunu yapmak için de eş cinsellik konusunu sahiplenmiş, toplumu otoritesiz biçimde inşa etmenin yolunu bizlere süslü şekilde benimsetmeye çalışmaktalar.

Bir de başta LGBT olmak üzere günümüz marjinal akımlarının teşvik edilmesinde kâh kışkırtma ile kâh subliminal mesajlarla çocuk yaştan başlanarak sürdürülen bir “maruz bırakma” süreci var. Bu süreçte de en etkili savaş alanlarından biri medya, özellikle dijital platformlar. Bu platformların amaçları nelerdir?

Birincisi güç ve para elde etmek olsa da asıl beklenti Never Again projesini hayata geçirmek.

Bu proje bizi yani insanlığı tekrardan yapılandırmaktaki amaçlarını ifade eder. Rusya’da, Polonya’da, Almanya’da, İspanya’da gerçekleşen kendilerine göre soykırımların, pogromların bir daha asla yaşanmaması. Nihayetinde hedefledikleri insanlık ile oynayarak, yapılandırarak bir daha asla soykırım yaşanmaması ve Yahudi düşmanlığının önüne geçmek.

Mahşerin atlıları güç elde ederken aslında bu projeye hizmet ediyorlar. Hizmet etmesini de istiyorlar. Örneğin yapay zekanın kendi tekelleri altında kalması, geleceğin bilinç dünyasını inşa etmesi açısından nemli görüldüğünden o alana da hâkim olmak istiyorlar.

Dördüncü cephe olan her türlü cinsel sapıklığın yaygınlaştırılması için medya en önemli silahlardan birisi. Eş zamanlı olarak sadece cinsel sapıklığın dünyanın her tarafında teşvik edilmesi değil aynı zamanda bunun tedavisinin de engellenmesi arzulanıyor. Bunun üzerine dezenformasyon yapılması, yanlış ve yalan haberler üretilmesi önemli tabii.

Bu dezenformasyonun bir şekilde işe yaradığını da görüyoruz. Sadece medyayı değil akademiyi de ele geçirmeyi hedefleyen bu projenin psikologlara gittiğinizde %90’ının cinsel yönelim bozukluğunu bir hastalık ya da tedavi olunması gereken bir şey olarak değil de kabul edilmesi gerekli, doğuştan gelen bir özellik olduğunu söylemelerinden anlayabiliriz. İşte proje bu denli nüfuz etmiş, içimize girmiş durumda.

Ne Türkiye Psikiyatri Derneği ne de Türk Psikologlar Derneği üzerinden akademide bir araştırma yapmanız mümkün değil. Tersine akademi ele geçirilmiş. Aksini konuşanlara yapılan mobing ve itibar suikastlerinden de anlaşılıyor ki projecilerin Türkiye’de temsilcisi var.

En tehlikeli yanları da sınır tanımamaları. Kitabın son bölümlerinde yuvalardaki çocukları gösterdim. Yuvalardaki çocuklara transların gidip etkinliklerle kendilerini normalleştirmesi benim kanıma dokundu. Yuvalardaki çocuklardan ne isteniyor? İnsan kaynağı üretmek için her şeyi yapabileceklerini unutmamak gerekiyor.

İstanbul Sözleşmesini, üçüncü dalga feminizm yani erkek kadın yaratma araçlarından biri olarak tanımlıyorsunuz. Burada bizi ne gibi tehlikeler bekliyor?

Bu işin son cephesi toplumsal cinsiyet. Butler’in yaklaşımını okuduğumuzda neden bu sözleşmenin büyük bir tehlike olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Önceliği gender (cinsiyet) ve feminizm ilişkisine verir ve bu uğurda doğar “Toplumsal Cinsiyet”. Cinsiyeti Çözme isimli bir kitap yazar ve orada cinsiyet temelli kavramların kullanımını daha çok cinsiyetsizlik üzerinden yeniden üretmeyi hedefler. Kadınlara yönelik şiddet ve eşitsizlik sorununu bahane ederek kadın ve erkek farkını ortadan kaldırmayı hedefleyen kavramları bu sözleşme ile yapısallaştırmaya çalıştılar. Cinsiyet rollerine dair Butlerci yaklaşımların serpiştirildiği sözleşmede bir sonraki adım çocuklarımızın, gençlerimizin nazarında cinsel kimliklerinin bastırılmış olduğunu öğreterek cinsiyet değişikliğini teşvik etmek ve karşı çıkarsa ailesinin hükmünü ortadan kaldırmaktır. Hem 18 yaşından küçük çocukları kadın sınıfına soktular hem de “Cinsiyet Rolü Normlarını” muğlaklaştırarak kadınları erkekleştirmenin zeminini hazırladılar. Neyse ki bu hatadan bir süre önce dönülerek sözleşmeden çekildik. Sözleşmeye imzayı atan ilk ülke olma lekesinden kurtulduk. Hekaton canavarının ellerinden bir tanesi buydu şimdilik Sözleşme yok fakat dil iradeyi yok eder düsturunca “Toplumsal Cinsiyet” kavramıyla mücadele etmek gerekiyor.

Bu işin son cephesi toplumsal cinsiyet. Butler’in yaklaşımını okuduğumuzda neden bu sözleşmenin büyük bir tehlike olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Önceliği gender (cinsiyet) ve feminizm ilişkisine verir ve bu uğurda doğar “Toplumsal Cinsiyet”.
Bu işin son cephesi toplumsal cinsiyet. Butler’in yaklaşımını okuduğumuzda neden bu sözleşmenin büyük bir tehlike olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Önceliği gender (cinsiyet) ve feminizm ilişkisine verir ve bu uğurda doğar “Toplumsal Cinsiyet”.

Hekaton’la Son Tango, Türkçe literatürde alanında yayımlanmış ilk telif eser ve dolayısıyla sizin tüm bu cephelere ve savaş alanlarına yönelik hem toplum hem devlet bazında hem de meslektaşlarınıza yönelik etkili önerileriniz bulunmakta. Dolayısıyla kitabın okur kitlesini ebeveynler, öğretmenler, psikologlar/psikiyatristler, hukukçular, siyasetçiler gibi çok çeşitli meslek grupları da teşkil ediyor. Hem vatandaşlar hem de yöneticiler bu hususta nasıl önlemler almalı?

Evvela bir savaş içinde olduğumuz bilmemiz lazım.

Bu savaşın bir savaş olduğu zaman bize Türkiye’ye bir savaş açılsa ne yaparız? Karşımızdaki hasım kimdir onu araştırırız değil mi? Bunların genelkurmayında kim var, generalleri kim, bunların finans kaynakları nedir, bunlar hangi cephelerini bize saldırıyorlar? Bir savaş analiz yapmamız lazım. Çünkü bu bir savaş. Yüksek Sosyal Stratejik Araştırmalar Enstitüsü kurularak bir genelkurmay, bir koordinasyon merkezi gibi insanlığın ifsadı projesiyle mücadele etmesi ve bunun için de kesinlikle bir şuurlanma lazım. Merkez aracılığıyla seçilmiş bir ekip tarafından projenin meta analizlerinin yapılması, ileriye dönük öngörülerin hazırlanması ve tedbirler alınması lazım. Bir de hükûmetleri harekete geçirecek, tabandan yükselen bir talep, ses gerekiyor.

Savaşta olduğumuzu inkâr ettiğimiz anda içinde bulunduğumuz Matrix’i öyle seveceğiz ki geri dönüşü olmayan bir noktada bulacağız kendimizi ve Matrix’ten çıkmak istemeyeceğiz.

Günde 8 saat ekran zamanı olan bizlerin zaten elimiz, kolumuz, gözümüz Matrix’in içinde. Uyanırsak anlarsak etkin bir şekilde mücadele verirsek biz bunun üstesinden geliriz. Bakın bunu Çin becermiş. Kendi gençleri, toplumu için özel üretilmiş içerikleri olan, Hekaton’dan korunmuş bir TikTokları var

Kitapta bu zamana kadar Batı’nın ampirik yöntemlerini benimseyerek hareket eden bir psikoloji ve psikiyatri ekolünden bahsediyorsunuz ve alana dair öz eleştiri de yaparak bizim artık kendi psikoloji ekolümüze “nefs ilmi” dememiz gerektiğini söylüyorsunuz, akabinde de bazı öneriler ve çözümler sunuyorsunuz. Bu hususu biraz daha açabilir misiniz? Zira sizi takip eden hem öğrenci hem yeni mezun birçok psikolog, psikolojik danışmanlık ve rehberlik ve psikiyatrist adayı mevcut.

Bu savaş manevi kalbi köreltiyor. Manevi kalp psikolojinin ve psikiyatrinin bilmediği bu kalp hayatımızın özünü oluşturur. Köreltilmiş manevi kalp ile neler olacağını yaşıyoruz aslında. O manevi kalp gittikten sonra depresyona giriyoruz, kaygılar artıyor. Yaşadığımız bütün patolojilerin, Twenge’nin İnternet Nesli kitabında anlattığı patolojilerin, esas sebebi manevi kalbin körelmesi. 168 ayetikerimede Rabb’ül Alemin bize kalbinizi hastalandırmayın, kalbinizi köreltmeyin, kalbinizi paslandırmayın diyor. Fakat bir psikiyatriste ve psikoloğa manevi kalp desen cevabını alamazsın. Çünkü bilimsel materyalizm paradigmasının pençesinde olanlar tenezzül etmiyorlar kendi değerlerini araştırmaya.

Kullanma kılavuzunu okumadan buzdolabı araba kullanılmayacağına göre insanın yaratıcısının kullanma kılavuzu da okunmadan insanlığı onaramayız. Hak ile batıl ve şeytanlar ile insanlığın mücadelesi bu son savaş, Hekatonla son savaş.

Neticede aklıselimi tamamen devreden çıkartacaklar. Bırakın savaşı bir de saygı duyanlar var. Cinsel yönelim bozukluklarına saygı duyuyorum demek de ahmaklık. Bunun da ardından ne çıkaracaklar biliyor musun? Sübyancılığı.