Mutluluk, güzel olana yetişme çabasını etkin hâle getiren şeydir

Ahmet İnam​
Ahmet İnam​

Mutluluk, gelişme, serpilme anlamına gelir. Biz ıstırap içinde olabiliriz, hapsedilmiş olabiliriz, vücudumuz ağrılar içinde olabilir. Mutluluk da zaten bu vahameti yenmek isteyen ve güzel olana yetişme çabasını etkin hâle getiren şeydir.

Mutluluk kavramı üzerine düşünce ve çalışmalarıyla tanıdığımız Felsefe Ve Mantık alanlarında eserler veren Ahmet İnam ile mutlu olmayı, mutsuzluk pandemisini, bunun dünya ve insanlık üzerine olan yansımalarını konuştuk.

Efendim genel olarak sizin bakışınızı da özetleyebilmek amacıyla, Ahmet İnam Hoca'ya göre biz mutluluktan ne anlamalıyız?

Mutluluk, bir insan olma tarzıdır. Yani bir oluştur. Yalnızca duygusal bir hâl değildir. Onun da ötesinde bir karakterdir. Bu söylediğim kadim kültürlerin anlayışıdır. Bilhassa eski Yunan medeniyetlerinde ortaya atılmış olan mutluluk anlayışıdır. Eski Yunan medeniyetinde mutluluk kelimesi "insanın içinin iyi olması" olarak yorumlanabilir. Sonuçta bizi insan kılan detay iç dünyamızın güçlü olmasıdır. Mutluluk, hayatta başına ne gelirse gelsin onunla mücadele edebilme özelliğidir. Maalesef bunun anlamı zamanla değişmiş. Yaşadığımız bu hız çağında görüyoruz ki mutluluk kavramı, keyifli olmak anlamında daraltılmış durumda. Mutlu olmak duygusal anlamda bir tatmin olma hâli gibi yorumlanıyor. Bu anlam daralması sonuçları itibarıyla oldukça da sorunlu çünkü maalesef insanların daha iyi bir hayatı aramalarını engelliyor.

Eğer siz mutluluğu bir haz gibi algılarsanız veya acısız, ağrısız, sancısız olmak gibi, sağlıklı olmak gibi ya da ruh dinginliği gibi algılarsanız birçok değeri de feda etmiş olabilirsiniz. İngilizcesi "resilience" olan bir kelime vardır. Psikologların ve eğitimcilerin çokça kullandığı bir kavramdır bu. Eğitimciler daha çok "yılmazlık" karşılığıyla kullanıyorlar. Resilience, başımıza gelen belaları karşılayabilmek, içine sıkıştığımız hayatı yeni ufuklara açabilmek anlamındadır. Bu kelimenin mahiyetiyle çok bağlantılı buluyorum ben mutluluğu. Bu bakımdan mutluluk müdafaa ile değil daha çok atılımla, aramayla, öteki ile temas kurmakla ve serpilmekle kazanılabilecek bir durumdur diyebilirim. Bence tabiatta bir ağaç güneşe doğru serpilip büyüyorsa o mutludur.

Mutluluk, insanın her şart altında terk etmemesi gereken bir karakterdir gibi bir anlam çıkarabilir miyiz buradan?

Bizim ötekiyle olan temasımız bakımından alışılagelen anlamda tabiattan ve diğer hayvanlardan biraz farklılığımız var. Mutluluk, bir insan olma, gelişme, serpilme anlamına gelir. Biz ıstırap içinde olabiliriz, iflas etmiş, hapsedilmiş olabiliriz, vücudumuz ağrılar içinde olabilir. Mutluluk da zaten bu vahameti yenmek isteyen ve güzel olana yetişme çabasını etkin hâle getiren şeydir. Aristoteles metafiziğinde her insan doğası gereği bilmeyi arzular der. Bu arzu egoistçe bir arzu değildir insan bir başına mutlu olamaz. Ancak diğer insanlara bir şeyler verebildiğinde, onların yaralarına şifa olduğu sürece mutluluğu tadabilir diye düşünüyorum.

Siz mutluluğu belli bir skalaya, nicel bir hesaplamaya bağlamıyorsunuz. Peki mutluluğu görünür ya da tanınır kılan nedir? Başka meziyetlerden ayıran yönü nedir desek mesela?

Mutluluk için ne dedik? Bir karakter, bir huy ve sürekliliği olan bir şeydir dedik. Bu sakin, güvenilir ve dürüst insan olmak gibidir. İnsan bazen dürüst bazen sahtekâr olamaz. Hâliyle bazen mutlu, bazen mutsuz da olamaz. Mutluluk zor bir iştir. Maalesef bu çağın insanında bu meziyetler kaybolmuştur. Çünkü değer dediğimiz şey kaybolmuş durumda. Bu düzenin insanı,-buna ister kapitalist dünya deyin ister neoliberal dünyadeğerleri yaşamaktan aciz. Kendine devrimci sosyalist deyip her türlü sahtekarlığı yapan, dindar deyip her türlü üçkağıdı açan insanların olduğu bir devirden bahsediyoruz. Böyle bir dünyada mutlu insan olmaz. Böyle bakarsanız tabi ki mutluluğu bir hâl ve haz olarak anlarsınız. Ağrı ve ıstırabın olmadığı dünya gibi algılarsınız. Aynı Epikuros'ta olduğu gibi. Geleceğin dünyasının mutlu insanlarının fazilet sahibi olması gerekir. Ahlâksız insan mutlu olamaz. Mutluluk, ahlâklı olmayı gerektirir. Yalancı, korkak, iki yüzlü insan mutlu olamaz. Bunlar ancak haz sahibi olabilirler. Keyif bile demiyorum bakın. Çağımız insanı haz budalasıdır, bir tarafı ağrıyınca hemen ağrı kesici alır. Çabuk mutlu olmak ister yamaç paraşütü ister dağa tırmanmak ister ilaç denemek ister. Bunlar hep hazla ilgilidir. Bu bizi ucuz yapar. Ben çıtayı çok yüksek tuttuğumun farkındayım ama bu benim sorumluluğum, bunu söylemem gerekir.

Ben sen yaşlardayken, hatta ellili yaşlarımdayken mutluluğu haz odaklı düşünürdüm. Hatta ayıp sayardım. Bu kadar zulüm varken nasıl mutlu olabilirim diyordum. Buna batılılar metanoia diyorlar, büyük bir ruhsal değişim anlamında. Ben dünyayı algılayışımın ve kavrayışımın değiştiğini gördüm. Gençlere de bu sağlamlığı öğretmek istiyorum. Kurnazlık yaparak, fırsat kollayarak kendini gerçekleştirmelerini, işte makamlara çıkmak için, yükselmek için, güç elde etmek için vesair, bunlarla var olmalarını istemediğimden. Bu gezegen artık böyle bir insan cinsini ne kadar taşıyabilir? Şüpheliyim. Benim görüşümün, kadim medeniyetlerin yaşanmışlıklarından gelen görüş olduğunu düşünüyorum. Bunu zamanla kaybetmişiz. Mutluluğun bir takım ilaçları ve yolları olduğunu çıkarmışız, yani bir algoritmayı buldum mu mutluyum. "Ben mutlu olamıyorum doktor" diyoruz.

Farmakolojik mutluluk dediğimiz bir uyuşma icat ettik. O bir anestezi, o bir hipnoz. Ben ilaçla mutlu olmak istemiyorum. Acıları duyarak, dünyanın çirkinliğini, zulmünü sömürüsünü görerek ve onları yenmeye çabalayarak mutlu olmak istiyorum. Sevgilimi melek olarak gördüğüm için sevmek istemiyorum. Onu kötü yanlarıyla, aksiliğiyle sevmek istiyorum. Hayatı da öyle Kadim Yunanda ahlâklı olmak için en başta gelen özdem, (erdem demiyorum dikkat ediniz erdem eril bir dildir. Erdem erkeğe benzer anlamına gelir o yüzden özdem kelimesini tercih ediyorum, bu kelimeyi daha çok fazilet anlamında kullanıyorum) cesarettir. İnsan cesaret edecek. Yeni bilgileri arayacak, hayatını değiştirecek, düşmanından kaçmadan yaşayacak. Biz düşman diye bellediğimiz her neyse ona temas kuruduğumuzda yoldan çıkacağımızı düşünüyoruz. Bu kadar çabuk kaybedeceksen o zaman sen niye bu yola girdin? Biz şeytandan ne niye korkarız ki? Ben felsefeci olarak işimin hep şeytanla olduğunu düşünüyorum.

İnsan kendine eleştirel gözle bakabilirse yanlışlarını, eksiklerini, yalanlarını fark edip aşabilir. Bu gezegende güzel hayat olacaksa bu mutlu insanlarla olacaktır ancak. Entelektüeller mutsuzluğu ve ıstırabı matah bir şey sanıyorlar. "Aydın mustarip olmalı", işte "ancak salaklar mutlu olabilir" gibi tezler öne sürüyorlar. Dünyayı kavrayamadıkları için bu gibi çürük bir düşünceye sahipler. Neden mutlu olmalıyız? Çünkü bizim hayata karşı bir borcumuz var, biz borcumuzu ödemek için geldik. O yüzden mutlu olmalıyız. Çünkü ancak mutlu insan kendi potansiyelini eyleme dökebilir. Mutsuz, depresif insanlar fayda sağlayamazlar. Böyle bir tutum gençlere ve öğrencilere de zarar verir.

Çatışmalara karşı korkak olma, kaçma yahut bir şey yapmama, edilgin olma anlamında bir mutluluk olamaz. Evet, kavga edeceksin. Bunları yaparken de tabii hangi değerlerle yaptığımız önemli.
Çatışmalara karşı korkak olma, kaçma yahut bir şey yapmama, edilgin olma anlamında bir mutluluk olamaz. Evet, kavga edeceksin. Bunları yaparken de tabii hangi değerlerle yaptığımız önemli.

Peki mizahı da sormak isterim size. Mizah ile mutluluk arasında bir temas var mı hocam. Mizah mutluluğa bir katkı sunar mı?

Mizah mutluluğun neresinde duruyor ona bir bakmak gerek. Hayatı sorumsuzca tiye almak hayata kötülüktür. Ahlâksızlıktır. Mizah çok güçlü bir şeydir ve çok zordur. Mizah ancak hayatı yükseltmek ve yanlışları görmek için yapılır. Yoksa hakikatten kaçıp başarısızlığın, yalancılığın üstünü örtmek için olmaz. Bu şekilde oluşturulmuş her mizah zorlamadır ve yapaydır. Güldürürsün belki ama bu hakkaniyetli bir iş olmaz.

Topluma baktığımızda son zamanlarda adete bir "mutsuzluk pandemisi "görüyoruz. Hatta bu övülüyor da. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Bunu bir de bir marifet gibi sunuyorlar. Eleştirel olmak elbette olabilir bir şey ama bunu mızmızlığa ve yakınmaya getirmemek gerek. "Can gücü" olmalı insanda. Yoksa mızmız, ağlak, müşteki oluruz. Buradan bize fayda gelmez. Bunlar, hayata zarar veren mikroplar. Sıkıysa mutlu olun da göreyim bakayım. Ne kadar kolay, işte mahvolduk, işte Türkiye batıyor, dünya batıyor... E ne yapalım, zil takıp oynayalım o zaman. Bazıları üzülemezse var olamıyor. Onu yaşatacak olan bu karamsarlık.

Amerikan bağımsızlık bildirgesinde şöyle bir madde var: Mutluluk arayışı insanoğlunun devredilemez hakkıdır. Bunu açıklayan ülkenin geldiği nokta da gözler önünde. Neler söyleyebilirsiniz?

Bu çok doğru bir cümle evet. Yani burada mutluluğu bir insan olma hakkı olarak ele alıyorlar. Öyledir de. Mutlu olma arzusu insanın hakkıdır. Ancak işte haz ve zevk meselesi de değildir. Biraz eski bir tâbir kullanacak olursak, saadet ve mesud olmaya daha yakın bir anlamdadır. Ama bu kültürün, bu anlayışın ürettiği insan sığ insan olduğu için mutluluğu da hakiki anlamda sahip olamıyor. Sığ insanlar mutlu olamaz. Mutluluk bir insan olma serüvenidir. Arayışıdır.

İnsanlarda kendini mutsuz gösterme meyli de var gibi sanki. Ne dersiniz?

Mutluyum dersem nazar değer gibi... Dükkanını açtın, hayırlı olsun nasıl işler diyorsun. Valla siftah yapamadık diyenler oluyor mesela. Veya "Kazanamıyoruz." Genellikle "Nasılsın?" dediğimizde birine insanlara şöyle diyebiliyor: Kötüyüm kötü. Yahut da "eh işte "gibi tepkiler alabiliyoruz. Mutluluk korkusu diye bir şey var. Psikiyatristler sıklıkla kullanırlar bunu. Mutluluk, çünkü göze almayı da gerektiren bir şeydir. Kaybedeceğinden korktuğu için mutluyum diyemiyor. Vardır ya, çok güldük yarın kesin ağlarız… Sığ bir yaşayışa götürür bu. Serpilmemize engel olur. Yaşamak büyümekle, serpilmekle, çoğalmakla bire bir örtüşür. İnsan çatışkandır, kavga da eder ama onların hepsi -en yüksek değer olan-hayatı, hayy olma durumunu oluşturur zaten. O hayatın ne kadar değerli olduğunu bu gezegendeki insanlar maalesef anlayamıyorlar. Sürekli gerginiz, sinirliyiz, koşuşturuyoruz sürekli, ne yaşadığımızı bile anlayamadan bir bakıyoruz seksene gelmişiz ve hayat bitmiş.

Peki tüm bu kaosun içinde hayatı ciddiye mi almalıyız? Ciddiye aldığımız bir hayatın içinde teslimiyet de var mı?

Buna 0-1 demek zor. Bir çeşit teslimiyet var ki bu ancak büyük bir mücadele ile olur. Bu hayatı ve kendini iyi tanımanın getirdiği, hayata kendinizi bırakmak anlamında yüksek bir düzeydedir ve zordur. Çatışmalara karşı korkak olma, kaçma yahut bir şey yapmama, edilgin olma anlamında bir mutluluk olamaz. Evet, kavga edeceksin. Bunları yaparken de tabi hangi değerlerle yaptığımız önemli. Niçin savaşıyoruz? Nasıl bir dünya için nasıl bir insan için? Bu düşmandır, bunu yok et anlayışıyla değil, ben neden buradayım? Diye sormalıyız. Ötekiyi yok eden savaş ağır bir gaflettir. Öteki, bu gezegende hep olacak. Canını sıkanlar, rahatsız edenler hep olacak. Bu nasıl olur bilmiyorum. Belki hiçbir zaman yapamayacağız ve bu gezegen ömrünü böyle tamamlayacak.

Biz, ötekiyle beraber mutlu olmanın savaşını vereceğiz.

Rahatsız olmak, ötekini yok etmeye gitmiş. Galiba insanın en büyük sorunu kendini güven içinde hissedememe sorunudur. Düşmanlarım var, beni yok edecekler. O zaman önce ben yok edeyim anlayışı yüz yıllardır var belki daha eski. Ne kadar uygar olursak olalım bu korkuyu da kolay kolay atlatamıyoruz. Bu korku zulmü doğuran bir korku.

Gönül sahibi olmak kolay değil çünkü inşa edilir. Vehbi değildir kesbidir. Kazanılacak bir şeydir. Bu bağlamda gönül sahibiysen mutlusundur. Açın Yunus'a bakın. O yüzyıllarda bir Anadolu ereni olarak acı çekmiyor mu?
Gönül sahibi olmak kolay değil çünkü inşa edilir. Vehbi değildir kesbidir. Kazanılacak bir şeydir. Bu bağlamda gönül sahibiysen mutlusundur. Açın Yunus'a bakın. O yüzyıllarda bir Anadolu ereni olarak acı çekmiyor mu?

Tarihe de baktığımızda ötekini yok etme arayışına bakıyoruz hiç sonuç vermiyor. Kuşatıcı olan ideolojiler her zaman daha uzun soluklu oluyor. Yukarıda söylediklerinizden "mücadele edeceğiz ama teslim olabilmek için" sonucunu çıkarabilir miyiz?

Bunu uhrevi olarak kastediyorsak eğer o çok yüksek bir teslimiyet. Yoksa otoriteye değil. Ancak O'na teslim olunur, O da çok yücedir. Ancak o teslim olunacak sesi duyduğumuzda gerçek anlamda mutlu oluruz. Yunus buna aşk diyor. Başka ne ad verirseniz verin. Ama bu, küçük çıkar gruplarına, siyasi oluşumlara değil. Kime teslim? Bakın ben bu yüzden yalnız bir insan oldum. Çünkü hiçbir küçük gruba dahil olmadım. Teslim olduğum ve güvendiğim çok yüce bir güç var çünkü. O da benden dürüst olmamı dürüstlük yoluyla da mutlu olma mı söylüyor.

Sizin hayat görüşünüzde salıvermek, oluruna bırakmak yok, teslimiyet de çok büyük bir gaye ancak bu mücadeleyi hiçbir zaman sekteye uğratmayan bir teslimiyet yani. Mutluluk da bu mücadeleye dahil anladığım kadarıyla.

Tabii ki, maksat daha iyi insan olmak. Akışa nasıl bırakabilirim? Üçkağıtçı insanlar var. Zulüm var. Buna nasıl karşı çıkmayalım. İşte Amerika diyelim, veyahut Avrupa insanı. İki yüzlü sahtekar sömürücü. Onunla elimizden geldiğince mücadele etmeliyiz. Tabii zalimin topu tüfeği var ben onunla o şekilde mücadele etmeyeceğim. Bu mücadele benim için bir felsefeci ve yazar olarak daha güzel eserler ortaya koymak, bütün insanlığı kuşatıcı yazılar, denemeler, şiirler, öyküler yazmaktır. Dahası bu toprakların insanlarından da insanlığı kuşatacak değerlerin çıkabileceğini göstermektir. Çünkü onlar küçümsüyorlar. Sizin doğru dürüst filozofunuz yok, bilim insanınız yok falan diye bakıyorlar. Hayata kendini bırakmak otoriteye teslim olmak anlamındaysa sorunuz tabii ki cevabım hayır olacaktır, otorite ancak benim parmağımla yukarıyı gösterdiğimdir. Bundan ne anlıyorsanız artık. Başka türlü dünyayı güzelleştiremeyiz. Körlemesine yaşayarak olmaz. İnsanlar bunu hep bir formülle olacak sandılar. İşte yeni bir ideoloji çıkınca umut besleyenler oldu, komünizm çıkmış ona bel bağlamışlar, Almanya'da Hitler çıkmış hakeza ona umut bağlanmış. Ferdin yüreğini ve gönlünü gözetmeyen ideolojilerin bizi aydınlığa götüreceğini hiç sanmıyorum.

Ben buraya da gelmek istiyordum, siz mevzuyu getirmişken sorayım. Bu gönül meselesine bir değinebilir miyiz? Sizin bir gönül felsefesi tanımınız var Malûm.

Ancak gönül sahibi insan mutlu olabilir. Benim gönül anlayışım alışılagelenden biraz farklı açıkçası. Bir felsefi inşa çabası içinde olduğumu belirtmeliyim. Ömrüm yeter yetmez bilmiyorum. Gönül sahibi olmak kolay değil çünkü inşa edilir. Vehbi değildir kesbidir. Kazanılacak bir şeydir. Bu bağlamda gönül sahibiysen mutlusundur. Açın Yunus'a bakın. O yüzyıllarda bir Anadolu ereni olarak acı çekmiyor mu?

Siz mücadeleci bir düşünce adamısınız anladığım kadarıyla, bunu söylerken bir devrimci portresi çizmiyorum. Daha kuşatıcı ve daha sarıcı bir mücadele.

Benim mücadelem sessiz kalanlara ulaşmak. Ulaşabildiğim genç insanların beynine ve gönlüne kıvılcım düşürebilmek. Bu daha Yunusvâri bir mücadeledir. Dervişânedir. Ben yerleşik bir inanç düzeninde değilim açıkçası. Dindar bir Müslüman da olduğumu söyleyemem. O güce inanıyorum. Tüm dinlerin de kendi minvalinde o güce yöneldiğini düşünüyorum, eğer samimiyseler. Bana neden tek başına bu işlere girişiyorsunuz diyenler de oluyor. Bu şekilde başarılı olunmaz, bunun örneği yok diyorlar. Arayan mevlayı da bulu belayı da. Zaten benim arayışım da belaya açık bir arayış. Ama benim kafam tüccar kafası değil. O yüzden şunu şunu yapayım da makbul insan olayım, cennete gideyim gibi bir amacım yok. Ben bu kültürün içinde olduğum için de çok memnunum. Ancak maalesef bu kültürü çok kötü yansıtanları gördükçe de kahroluyorum. Bu güzelliği birtakım yapıp etmelere indirgemek, şunu şunu yaparsan bu olursun nitelemelerine getirmeyi çok sığ buluyorum. Benim kültürümün insanı bu kadar sığ değil. Bunu kabul edemiyorum. Bu sığlık bizi bir yere götürmez.

Son bir soru olarak; Mutluluk bahsi üzerine okumalar yaparken dikkatimi çeken bir alıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum. Zira sizin de bu alıntıdaki yargıya dair görüşlerinizi merak ettiğimi söylemeliyim.

"başkasıyla ilgilenmek, mutsuzluğun başlıca sebeplerinden biri olan benmerkezciliği azaltır." ***

Tasavvufta mahviyet vardır. Mahviyet kendini yok saymaktır ama bu güçsüz olmak anlamında değildir. Ben insan kardeşime bir şey vermek için verebilecek güçte olmalıyım. Uçaklarda deniyor ya hani önce maskeyi kendinize sonra çocuğunuza takın. Bu bencillik değildir. Bu durum bizim Anadolu kültürümüzün derinliklerinde var. Mutluluk da o kültürün derinliklerinden çıkarılabilir. Ben aslında çok farklı da değilim. Ben kadim kültürün sözünü söylüyorum gibi geliyor bana. Müslümanlarda benim gördüğüm en büyük eksiklik ötekine açılmadadır. Hâla tepkiyle yaşıyor insanlar. Bundan kurtulup kendi özünden inşaya girişilmeli. Ama tüm bu eleştirilerime rağmen benim özellikle gençlerden de bir ümidim var. Ümitvarım ben, her türlü çirkinliğe rağmen biz kendi kültürümüzden ve geçmişimizden çok güzel yapılar inşa edebiliriz. Bunu bu renklilerle yapabiliriz.

Ben hep bu örneği veririm, tabiata bakın mesela, otuz bin çeşit kelebek varmış tabiatta. Ya ne lüzum var denmemiş. O kadar renklilikle tabiat korunmaya alınmış aslında. Belli bireyler yok olsa da diğer bireyler yoluna devam ederek tabiat kendini koruyor. Birey olarak sen tek bir şey düşünüp farklılığa kendini kapatırsan o bağlandığın şey çöktüğünde sen de çökersin. Kendinden farklı olan her türlü çeşitliliğe açık olmalısın. Biz buna işte inşirah diyoruz. Kur'an'da bir sure. Biz sizin göğsünüzü genişletmedik mi diyor. Ama maalesef kendine inançlıyım diyen birçok insanın göğsünü daralttığını gördükçe de çok üzülüyorum. Dünyevi olan salakça hırslarımızı n'olur biraz kısalım. Son olarak şunu da söyleyeyim: Herkesin tabii ki kendi mutlu olma tarzı olacaktır. "Ben fasulye yediğimde mutlu oluyorum" diyene ben "hayır sen mutlu değilsin" diyemem tabii. Ben zaten buna bir hudut çizemem. Kimse çizemez. Böyle mutlu olunmaz bak böyle böyle mutlu olabilirsin falan denemez. Herkes basireti kadar mutlu olur.