Nereden başlamalı?

nereden
nereden

Bir de mesela çok cesursun, muhalifsin, aslansın ya... Bir seferliğine olsuntelevizyonda, Twitter’da, gazetede, bir yerde reisicumhura değil de Rahmi Koç’aşarladığını, hakaret ettiğini, onunla şakalaştığını düşün. Yok yok tamam düşünme.Senin ne iş yaptığını biliyorum. Sadece pazarlık etsek ne olur acaba diye bakmakistemiştim. Korkma tamam. Boşver.

IŞİD tiyatrosu sahnelenmeye başladığından beri etraf gerçek İslam uzmanından geçilmiyor. “Gerçek İslam bu değil.” Her yerden fışkırıyorlar. Tefeci gazetesinin biri bir Suudlu âlimin videosunu attırıyor, uzmanımız kafayı çıkarıyor: “Gerçek İslam bu değil.” Aynı paçavra, başörtülü bir kadını otomobilinden inerken fotoğraflıyor: “Gerçek İslam bu değil.” Bir TV kanalı siyasetçi eşlerini, bir partiyi, daveti, bir şeyi, bir tarikat toplantısını veriyor: “Gerçek İslam bu değil.” Zekât verirken burnumuzun dibinde bitiyorlar. Namaz kılarken, kurban keserken, şeytan taşlarken, zikir yaparken, sohbet ederken... “İslam bu değil.” Ve sürekli biz ne biçim Müslümanız, bunun hesabını veriyoruz. Peki.

Koç kafir mi?

Kendine antikapitalist diyen biri, çıkıyor, “Her şeyini vereceksin” diye benim üzerimde tepiniyor. Gerçek İslam oymuş. Yahu ben ayak takımıyım. Türkiye’de şuurlu Müslümanların tamamının servetini topla, onla çarp bir Koç’unki kadar etmez. Koç kâfir mi? Hititlerden bu yana devlete, millete nefes almadan para satan Koç ailesi, başka fıkha mı tabi? Bir kere de bir abdestsiz kapitaliste sor gerçek İslam bu mu diye. Varsa yoksa abdestli kapitalistler varsa yoksa iktidar, diktatör, baskı, şiddet, bilmemne. Abdestli kapitalistmiş. Hem ayrıca abdest sadece bize mi farz? Eczacıbaşı’na değil mi? Senin kitabında Sabancı aptes almasa da olur mu diyor? TÜSİAD hadesten, necasetten taharetten muaf mı? Tabii onlar en azından İslam adına yapmıyor değil mi? O ne demekse artık.

Ben de benzer bir şey yapıp “Gerçek iktidar bu değil” veya “Tayyip Erdoğan’ı tanısan çok seversin” gibi şeyler söylemek istemiyorum ama başka seçenek de bırakmıyorsunuz insana. İktidar gerçekten ne demektir? Tapu Kadastro’ya müdür atayabilmek veya şu ihaleyi filancaya değil de falancaya verebilmek mi? Şu kadar milletvekilini parlamentoya sokmak mı? Hükümet kurabilecek çoğunluğu elde etmek? Tayyip Erdoğan’a, iktidardaki AK Parti’ye söverken arada bunu da bir aklına getir sevgili muhalif (!) kardeşim. Bir de mesela çok cesursun, muhalifsin aslansın ya... Bir seferliğine olsun televizyonda, Twitter’da, gazetede, bir yerde reisicumhura değil de Rahmi Koç’a şarladığını, hakaret ettiğini, onunla şakalaştığını düşün. Yok yok tamam düşünme. Senin ne iş yaptığını biliyorum. Sadece pazarlık etsek ne olur acaba diye bakmak istemiştim. Korkma tamam. Boşver.

İktidardaki parti

İktidarı gerçekten arıyorsan, mesela eskiden sarıydı şimdi kiremit rengi, turistik tabelalarda görebilirsin. Aspendos’ta Sümela’da, Göbeklitepe’de, Patara’da bilmem ne kilisesinde veya kâfirin tarihine, kimliğine ait saydığı herhangi yapıya elini sürdüğünde başına üşüşen leş kargalarının çığlıklarında görürsün. Sen yalakalık yaptım sanırsın ama beğendiremezsin. Mesela bugün neredeyse Aşere-i Mübeşşere’den saydığımız Adnan Menderes’in yol açacağım diye dört yüzün üzerinde Sinan eserini nasıl gözünü kırpmadan ezip geçtiğinde görürsün.

İktidarı Maslak’ta görürsün. Yeşil alan, şehirleşme diye milletin başının etini yiyen cühela sürüsünün, boynuna ip bağlayan Levent - Maslak dönmelerinin ellinci, yüzüncü, yüz ellinci kattan seyrettikleri; yeşiline, sarısına, pembesine tecavüz ettikleri şehrin manzarasında görürsün.

İktidarı Kürt meselesinin Arz-ı Mevud haritasıyla örtüştüğü kesişme noktalarında görürsün. İktidarı Tanzimat’tan Islahat’tan, Meşrutiyet’ten bugüne yapılan irili ufaklı tüm hukuk düzenlemelerinde görürsün. İktidarı Osmanlı Bankası’nın kurulduğu günden itibaren her ekonomi düzenlemesinde, her tefe tezgahında, devletin, milletin faizle borçlandığı her kuruşta görürsün. İlk bin şirketin, yani ilk bin tefecinin faaliyet dışı gelirlerinde görürsün.

Türkiye’de gerçekten bir iktidar var. Ki o iktidarla İttihad ve Terakki Cemiyeti de dahil olmak üzere ne CHP’nin ne Demokrat Parti’nin ne ANAP’ın ne AK Parti’nin, hiçbir siyasi partinin veya kadronun alakası olmamıştır. Son üç yüz yılda iktidar Türkiye’de semirdikçe semirdi. Semirdikçe tartışılmaz ve muhalefet edilemez bir kata yükseldi. Bugün iktidar diye, muhalefet diye etrafında çöplendiğimiz, birbirimizi yiyormuş gibi yaptığımız sahne aslında siyaset oyununun oynandığı yer değil. Hani “malum sır” diye bir şey var ya. Hah. İste o “malum sır”ların 18 CİNS DERGİ en bilineni ve faş edilmesi en yasak olanı bu. İktidar olmak demek şeker pancarını tarihin en saçma sapan kotasını koyarak yok etmek demektir. İktidar olmak demek tütün ülkesi Türkiye’de tütünü iki okka tartmayıncaya kadar gömmektir. İktidar olmak demek Türkiye’ye pamuk, zeytinyağı hatta tahıl ithal ettirmek demektir. İktidar olmak demek dünyadaki neredeyse tek fındık üreticisi ülke olmana rağmen fındık borsasını Almanya’da kurmak demektir. İktidar olmak demek bu yağışla, bu meralarla, bu tarihî ve coğrafi zorunluluklarla küçükbaş teşviki yerine büyükbaş hayvan ithalini kanırtmak zorlamak demektir. İktidar üreticinin, sanayicinin ensesinde boza pişirmek, tefeciyi baş tacı etmek demektir. Sanata, zanaata, ustalığa dayanan her türden üretim faaliyetinin köküne kibrit suyu dökmek demektir. Bin yıldır savaşlarla, yoklukla boğuşurken bile kopmayan usta-çırak zincirini türlü finans manyaklıklarıyla, mayınlarıyla patlatmaktır. Bütün bu sivilce uçları, bu çıbanlar, bu cılk yaralar bize hasta bir bünyeyi işaret ediyor. İktidarın, gerçekte iktidarın odağının nasıl anlaşılacağına dair ipucu veriyor. Geçelim.

Müslümanların iktidarı

Sivilceyle, çıbanla mücadele etmek bir sonuç vermiyor. Bünyeye bakmak lazım. Karaciğere, mideye, kalbe bakmadan sivilceye girişmek cahilliktir, yanlıştır. O bünyeyi sıhhatine kavuşturmanın önündeki en ciddi engel ise yanlış teşhis. Kurma kollu cemaatin, Koç’un sonradan çıkmalarının, TÜSİAD’ın, Aydın Doğan’ın ve benzerlerinin “Bütün kötülüklerin anası Tayyip Erdoğan’dır” diye kırık plak gibi kekelemesi de, şuursuz bir romantizm nöbeti gibi “Yedirmeyiz” çığlıkları da aynı yanlış teşhisin ürünleri.

Parlamento politikasının tüm görünür unsurlarıyla tekmili birden toplansa gerçekte siyaset bünyesinde bir sivilce mesabesinde değerlendirilecek kadar yer işgal eder. Bu “İktidara geliyorum, işleri değiştireceğim” diye insanları ikna ederek, söz vererek mührü eline alanın mesuliyetini azaltmaz, ayrı. Senin elindeki mühür çakma. Çakma da, sen “Çakma mühürle iktidarcılık oynayacağım” demedin ki insanlara. “Ben hallederim” dedin. Öyle destek istedin, öyle oy aldın, öyle bir kimlik ve statü edindin. Ve emin ol insanlar bilmiyormuş gibi yapsa da aslında bir yanıyla gün gelecek plastik mühür yerine hakiki mühürle siyaset edecek diye destekliyor seni. Elindeki şarjörün içindeki plastik mermileri sağa sola sıkıyorsun. Tekbir de getiriyorsun. Kıraatin kusursuz. Kollar kaslı. Güzel. Bir gün Allah hakiki şarjörle de imtihan eder. Politikacıyı da, okuyanı yazanı da, müezzini de, mühendisi de, ev hanımını da eder. Boyumuzu geçmeyen yerde İslamcılık oynuyoruz.

Şair ne demek istiyor?

Tanımayanlar için söyleyeyim, şairlerin aksine benim en çok sevdiğim sorular, “Şair burada ne demek istiyor, ne okuyalım, peki ne yapacağız, nereden başlamalı” gibi sorulardır. Aklım erdiğinden beri bu soruları hem kendime hem başkalarına devamlı sordum, soruyorum. Bu soruları beğenmeyen, bu türden düşünmeyi reddeden insanlara da hep kuşkuyla bakıyorum. Birini uyarmaya çalışıyorsun, uyandırmaya çalışıyorsun ve uyanır uyanmaz sana diyor ki “Tamam. Nereye gidiyoruz?” Bundan daha güzel bir karşılık olabilir mi? Daha ne istiyorsun? Aslında bu soruları soran, samimiyetle cevap arayan insanlar tam olarak o soruların cevaplarını da bulmuş olan insanlar. Müslüman bir okur-yazara nereden başlamalı diye soran insan aslında biraz da tevazuundan soruyor bu soruyu. Yoksa kendisi de biliyor tadil-i erkandan, temiz kalple yapılan infaktan, ana babaya iyilikten, yetimlere karşı yumuşak, tefeciye karşı sert davranmaktan, hamdetmekten, tefekkürden başlanacağını. Bir de senden duymak istiyor. Kalbi sakinleşsin istiyor. Bir yanıyla senin doğru insan olduğundan, doğru yolda olduğundan emin olmak istiyor.

Top arabasındaki yazı

Hamdeleyle, salveleyle, istiğfarla başlayacağız. Bir kelimesini anlamadığı kitaptan okunduğunda gözünden yaşlar süzülen adamların bildiği yerden başlayacağız. Bir ayağımızı yerle gök arasındaki en sağlam, en güçlü, en kavi yapılara, bodrum katlardaki mescitlere, gecekondudan bozma mahalle camilerine basacağız. Yeniden birbirimize yaslanarak, Hadis-i Şerif’teki tarağın dişleri gibi saf tutarak başlayacağız. Sıradan Müslümanlar olarak koyun gibi uysal ve ağırbaşlı olacağız. “Gerçek İslam” budur. Allah’a bize biat edenlere bahşettiği şerefi bir daha bahşetsin diye dua ederek başlayacağız. Kâfir, tarihin attığı o çok büyük adımların ölçüsünün, kaderinin değiştiğini, döndüğünü biliyor. Gün nasıl dönerse Allah, gücü insanların arasında nasıl dolaştırırsa iktidarın öyle kaydığını görüyor ellerinin arasından.

Yıllar önce bir Çanakkale kitabı hazırlarken elimize bir fotoğraf geçmişti. Harabeye dönmüş bir mevzide çekilmiş. Küçük bir top arabasının üzerinde bir yazı. Şöyle yazıyor: “Allah bizimledir.” Artık bir karar vermemiz gerekiyor. Üç yüz yıldır öyle de böyle de oluyordu. Öyle de böyle de bazen gavurla iç içe, bazen onların emrinde, bazen makul bir mesafeden siyaset yapılıyordu, ticaret yapılıyordu, gündelik hayat devam ediyordu, işler yürüyordu. Başka yolu yok dedik, şimdilik böyle dedik, olgunlaşacak dedik, bahanelere sarılıp bugüne kadar geldik. Deniz bitti. Tarih bitti. Ben inanıyorum, iman ediyorum, evet. Allah bizimledir. De biz kiminleyiz?