No kisses!

Çocuk adamı sonra öpmek istiyor, o ara annesi evden fırlıyor ve çocuğuna bağırıyor: No kisses! Yani Öpücük yok!
Çocuk adamı sonra öpmek istiyor, o ara annesi evden fırlıyor ve çocuğuna bağırıyor: No kisses! Yani Öpücük yok!

Gerçek Batı'yı ve Batılıyı cici aktrislerinden, yakışıklı aktörlerinden, albümleri milyonlarca satan şarkıcılarından, şovmenlerinden, Hollywood filmlerinden, cafcaflı caddelerinden ve parlak lâflar üreten akademisyenlerden öğrenemezsiniz. Batılı tırpanlayıcı bir yalnızlık içinde, ıssız bir insandır. Size şık görünen bu ambalajın içinde ikiyüzlü ve zavallı bir hayat yaşanır. Bir yanda tebessüm etmek ve teşekkür etmek zorundadır, bir yanda da sevgiden, şefkatten, insanî duygulardan kaçmak...

Geçen hafta bir haber videosu gördüm. Amerika'da bir aile evlerine pizza ısmarlamış. Siparişi eve paketçi getiriyor, pizzayı kapıdan veriyor, parayı ve bahşişi alıp ayrılırken evin 3-4 yaşındaki ufak erkek çocuğu koşarak onun boynuna sarılıyor. Ama oğlanın adama sarılmasını bir görmelisiniz.

Nasıl bir teşekkür, şefkat, muhabbet var o sarılmada... Çocuk adamı sonra öpmek istiyor, o ara annesi evden fırlıyor ve çocuğuna bağırıyor: "No kisses!" Yani "Öpücük yok!" Hemen çocuğu kucakladığı gibi eve sokuyor. Gariban paketçi bir ân donup kalıyor, sonra dönüp gidiyor. Aile sonradan pizzayı getiren o adam ile ilgili gerçeği öğrenmiş. Meğer adamın küçük kızı yakın zamanda ölmüş. O zaman insan bu kalıbı küçük ama kalbi büyük çocuğun adama belki de teselli için sarıldığını düşünmeye başlıyor. Çocuk rûhu saf olduğu için kerameti de çoktur. Onlar nur ile bakıp görürler. Asıl akıl çocuklarda vardır, çünkü kalp akılları henüz nefislerinin tasallutuna uğramamıştır.

Meğer adamın küçük kızı yakın zamanda ölmüş.
Meğer adamın küçük kızı yakın zamanda ölmüş.

Ergenlikle beraber aklımız "bâliğ" oluyor, yani olgunlaşıyor ama maalesef kalbin aklı yerine nefsin aklı öne çıkıyor. Nefsimiz kendini akıl gibi göstermeye bu çağda başlıyor. Hep söylerim, insan ergenleştikçe affedersiniz eşekleşiyor. Neyse, nerede olursanız olun insanın yüreğini titreten bir olay, değil mi? Ama sadece duygulu bir şey değil, bize kendimizi ve âlemi tefekkür etmek için birkaç önemli ipucu da veriyor. Zaten irfân ve hikmet; gördüğümüz, duyduğumuz, öğrendiğimiz her şeyi Allah'a bağlamaktır. Hangi olay, kim, nerede, nasıl, ne zaman olursa olsun... Batı'da çocuklara ilk öğretilen şey "don't talk to strangers" sözüdür. Yani "yabancılarla konuşma!" Nesilden nesile bu soğukluk giderek katılaştı. Ayrıca çocuklara kendi evlerinde ve dışarıda yapılan tacizler yaygın olduğu için, ana-babalar haklı olarak çocuklarını "no kisses!" türü uyarılarla korumaya çalışıyor. Bu ise insanı insanlardan daha da uzaklaştırıyor.

Nitekim Batı'da sokaktan geçerken gördüğünüz bir çocuğun başını okşamak bile tacizle suçlanmanıza yol açabilir. Orada çocukların bizim ana-babalarımızdan gördüğümüz gibi muhabbet ve şefkat gördüklerini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çocuklar ana-babanın kişisel hayatlarını, konforlarını bozamaz. Ergenliklerine kadar katı bir disiplinle yetiştirilirler. Yanlış yaptıkları anda onlara hemen ceza verirler. O yüzden Batı'da bir uçak dolusu çocuk olsa bir tek şımarma, nazlanma, ağlama sesi işitemezsiniz. Bu sevgisizlik döngüsü nesilden nesile katılaşarak devam eder. Bu mahrumiyetle yetişen çocuklar on sekiz yaşına gelince aileden kopar giderler. Zaten ana-babalar da onların evi terketmelerini teşvik ederler. Hatta bazıları çocukların evde kaldıkları odanın kirasını vermesini bile isterler. Çocuklar evden kopunca aileden de koparlar. O yaşa dek yaşadıkları baskının acısını günübirlik cinsellikte, içki, uyuşturucu ve türlü serkeşliklerde çıkarırlar.

Kendileri de maalesef ana-babaları gibi muhabbetsizliği, şefkatsizliği ve katı disiplini tek çocuk terbiyesi yöntemi olarak bilir ve uygularlar. Sevgi almayan nasıl verecek? Evet, "no kisses!" Batı'da tensel temas cinsel temas anlamına gelir. Bir erkek sokakta, alışveriş merkezinde başka bir erkek arkadaşına sarılamaz. Sarılma gibi yapanlar da sadece omzuna omzunu değdirir, o kadar... Bu sapkın bakış yüzünden ABD'de okurken memlekete gidecek Türk arkadaşlarımızla ev içinde sarılıp kucaklaşıp öyle vedalaşırdık. Havaalanına uğurlamaya gittiğimizde ise sadece el sıkışırdık. Millet garip garip bakmasın diye... Ama orada bir erkek ve bir kadın birbirine rahatlıkla sarılabilir. Bu elbette bazılarını rahatsız ediyor. Bir Amerikan dergisinde özellikle genç erkeklerin "Neden kendi cinsiyetimden arkadaşım olamasın?" "Neden bir kız yerine onunla dertleşemeyeyim?" "Neden bir erkek arkadaşıma sarılmam garip görülüyor?" tarzı şikâyetlerini içeren bir araştırma okumuştum.

Benzeri bir olayı o sıralar Washington Post'ta görmüştüm. Houston'da Müslüman bir adam kız çocuğu kucağında statta Amerikan futbol maçı seyrediyormuş. Onun kızını sevdiğini gören yaşlı bir Amerikalı kadın hemen polisi aramış. Adamın kıza tacizde bulunduğunu söylemiş. Polis stada gelmiş, adamı tutuklayıp götürmüş. Kız çocuğunu da hep yaptıkları gibi hemen bir bakıcı aileye vermişler. Adam hapiste üç ay geçirmiş. Nihayet mahkemeye Müslüman kültürü uzmanı birisi gelmiş, adamın evlâdına olan yakınlığının baba şefkatinden kaynaklandığını, kucaklamanın Müslümanlarda cinsel bir anlamının olmadığını anlatmış da öyle hapisten salıvermişler adamı.

Ancak Rahim'in kulu diğer kullara merhamet eder. Ancak Vedûd'un kulu canlı-cansız her şeyi kendine emanet görüp onlara elini uzatır.

Gerçek Batı'yı ve Batılıyı cici aktrislerinden, yakışıklı aktörlerinden, milyonlarca albüm satan şarkıcı ve şovmenlerinden, Hollywood filmlerinden, cafcaflı caddelerinden, parlak lâflar üreten akademisyenlerden öğrenemezsiniz. Batılı tırpanlayıcı bir yalnızlık içinde, ıssız bir insandır. Size şık görünen bu ambalajın içinde ikiyüzlü ve zavallı bir hayat yaşanır. Bir yanda tebessüm etmek ve teşekkür etmek zorundadır, bir yanda da sevgiden, şefkatten, insanî duygulardan kaçmak... Çünkü insan kurttur, tehlikelidir, tehdittir. Bir Batılı'nın hayatı nasıl hissettiğini, kendini ve başkalarını nasıl gördüğünü Amerikalı protest şarkıcı Paul Simon'un 1965'te neşrettiği "I am a rock,"yani "Ben bir kayayım" başlıklı şarkısı çok iyi anlatır:

  • bir kış günü derin ve karanlık bir Aralık yapayalnızım penceremden dışarı bakıyorum taze düşmüş, sessiz kar kefenine sarılmış aşağıdaki caddelere..
  • ben bir kayayım ben bir adayım.
  • surlar inşâ ettim derin ve muhkem bir kale kimse içine giremesin diye dostluğa hiç ihtiyacım yok, çünkü dostluk acı getirir tiksinirim kahkaha ve sevgiden...
  • ben bir kayayım ben bir adayım.
  • bana aşktan bahsetme böyle şeyleri önceden de duydum uyandırma hafızamda sızmış kalmış, ölmüş gitmiş duygularımı uykularından hiç sevmeseydim hiç ağlamazdım zaten...
  • ben bir kayayım ben bir adayım.
  • kendimi korumak için kitaplarım var bir de şiirim zırhımın içinde güvendeyim odamda saklanıyorum, rahmimde emniyetteyim ne ben kimseye dokunurum, ne de kimse bana...
  • ben bir kayayım ben bir adayım.
  • bir kaya acı çekmez ve bir ada asla ağlamaz.
Bu som yalnızlık, türlü aşırılıklara ve sapkınlıklara yol açar.
Bu som yalnızlık, türlü aşırılıklara ve sapkınlıklara yol açar.

Bu som yalnızlık, türlü aşırılıklara ve sapkınlıklara yol açar. Kendi toplumundaki herkesi, hatta ana-babasını, çocuklarını, yakınlarını bile "yabancı" gören birisi toplumu ve ırkı dışındakileri nasıl dost edinecek? O yüzden hep söylerim, ırkçılık Batı'da istisna değil kuraldır. Neredeyse genetik bir hastalıktır ama orası Batı yönünde olduğu için değil, orada insanı insan eden Rabb'imiz görmezden gelindiği için. Yalnızlık gerçeği yaşlılarda daha kötüdür. Bir arkadaşım ABD'de okurken bir gece ev telefonu çalmış. Açmış, karşıda yaşlı bir Amerikalı adam... "Falanca ile mi görüşüyorum?" diye sormuş. Arkadaşım "Yanlış Numara." deyip tam kapatacakken yaşlı adam "Lütfen kapatmayın, biraz konuşabilir miyiz, günlerdir kimseyle konuşmadım da." demiş. Evet, bu kadar keskin bir yalnızlık... Oralarda tazeliği yiten kadın ve erkekler bakımevleri ve toplu olarak yaşadıkları apartmanlarda toplumdan tecrit edilirler.

Kimse onlarla ilgilenmediği için çoğu parklara ve gar gibi kalabalık yerlere gider, birbiriyle konuşan insanların yanına otururlar. En azından insan sesi duymak için... Şefkat, muhabbet, samimiyet, merhamet bunlar hep iç içedir. Hepsi kişinin rutin, somut ve çıkara dayalı dünyasının üstünde bir güç olduğunu kavramasına bağlıdır. Yani tevhitten doğar. Ancak Rahim'in kulu diğer kullara merhamet eder. Ancak Vedûd'un kulu canlı-cansız her şeyi kendine emanet görüp, onlara elini uzatır. Meselâ Batı şehirlerinde sokak hayvanları yoktur. Çünkü onları da çocuklar gibi şahsi mülk olarak görürler. Özgür olmalarına izin yoktur. Peki, sokakta başıboş kedi ve köpek bulunursa ne yapıyorlar? Hayvan polisi gelip onları yakalıyor, hayvan barınaklarına götürüyor. Bu hayvanlara orada bakılıyor. İki hafta içinde sahiplenen çıkmazsa hayvancıkları "uyutuyorlar", yani öldürüyorlar.


Ne kadar insanî bir şey! İnsanı bedenine ve cinsiyetine indirgeyen bir anlayışın "insan severlik" veya "muhabbet" üretmesi mümkün değil. O yüzden bizdeki Leylâ ile Mecnûn, Ferhad ile Şirin gibi aşk hikâyeleri onlarda yoktur. Asla böyle yüce bir aşkı anlayamazlar. Onlarda tensel aşk hikâyeleri vardır. Çünkü aşkınlığı bilmeyen aşkı da bilemez. Cat Stevens bunu bir şarkısında ne güzel anlatır: "I love my dog as much as I love you." Yani "Seni sevdiğim kadar köpeğimi de seviyorum." Bir zamanlar bir Volkswagen kaplumbağa arabam vardı. Bahçeye park ederdim. Bir sabah evden çıktım. İlkokula giden oğlum okul servisine binmek için benden evvel çıkmıştı. Bir baktım bizim oğlan bizim tosbağayı öpüyor, onunla tatlı tatlı söyleşiyor.

Evet, bizde insan öpülür. Eli öpülür, alnı öpülür, omzu öpülür. Ama bizde sadece canlıya değil cansıza da hürmet ile bakılır. Mevlevî edebinde insana hizmet eden her şey; yastık, yorgan, kapı pervazı, kaşık, sofra öpülür. Cansız şey nesne değildir, Allah'ı zikreden bir varlıktır.

Bu sebepten Rasûlullah Efendimiz sadece atlarına, develerine, keçilerine ve kedisine değil kaşığına, tabağına, kâsesine, elbiselerine ve sarıklarına da isim vermiştir. Onlara şahsiyet bağışlamıştır. Muhabbet yok olunca insanlık da yok olur. Aman Batı'nın sevgisizlik sarmalına biz de girmeyelim. Rabb'imizin hediyesi olan canlı-cansız âleme şefkat, merhamet ve muhabbet ile bağlanalım...