O kırık aynamız

Binlerce intihar türü, şekli varken bir insan kendini neden kanalizasyon çukuruna atar?
Binlerce intihar türü, şekli varken bir insan kendini neden kanalizasyon çukuruna atar?

İçimi kemiren soru ise şu: binlerce intihar türü, şekli varken bir insan kendini neden kanalizasyon çukuruna atar? Bir şehrin fosseptik çukuruna kendini neden gömer? Amir Hattap’ın intiharında, her intiharda olduğu gibi elbette mesajlar var. Bütün İslam âlemine, bütün insanlığa. Mesaj şu: Bu dünya, içine fırlatıldığımız bu devir, bu çağ, bu zaman, bu vatan, sığındığım bu liman da varlığımı alçaltmaktan başka bir şey yapmadı. Onurumu zedeledi. Varlığıma bir esenlik getiremedi.

Patrick Süskind’in Koku’sunda; dünyaya hiç hak etmediği bir şekilde, benliği için bir zulüm olan bir koku ortamı içinde, diyelim ki Orta Çağ’da, bir balıkçı pazarında, balık kokularının ve çöplerin ve atıkların arasında Jean-Baptiste Grenouille adlı fakir bir çocuk dünyaya gelir. Anne işini, tezgâhını bırakır ve tezgâh altında, o leş kokuları arasında hiç kimsenin yardımını dilemeden doğumunu gerçekleştirir. Çocuk doğum çığlığı atmadığından, ağlamadığından ölü sanılır ve o leş içine bırakılır. Aradan geçen kısa zaman içinde çocuk ansızın bir çığlık atınca onun ölü doğum değil de canlı olduğu anlaşılır.

Evsizlerin, onu kokusunun büyüsüne kapılıp yemelerini istemesi; arzu ettiği bu yamyamlık, annesi olmadığından bir ana rahmi, bir döş, bir karın ihtiyacından kaynaklanır.

Anne çocuğu lağıma terk ettiği için başı giyotinle kesilir. Çocuk, Grenouille insan onurunu zedeleyen bu pislik içine doğmanın acısını roman boyunca taşır. Pislik içine doğmuş olmanın ona getirisi “koku duyusu dehası” dır. Bu dehayı da ömrü boyunca kendi lağım-içine-doğmuşluğunu arındırmak için kullanır. Başlangıçta dünyaya geldiği o lağım yerini koku dehasıyla bulduğu parfümle arındırmaya, yumaya-yıkamaya ve de doğumunu güzelleştirmeye çalışır.

Patrick Süskind’in Koku’sunda, balık kokularının ve çöplerin ve atıkların arasında Jean-Baptiste Grenouille adlı fakir bir çocuk dünyaya gelir.
Patrick Süskind’in Koku’sunda, balık kokularının ve çöplerin ve atıkların arasında Jean-Baptiste Grenouille adlı fakir bir çocuk dünyaya gelir.

Romanın sonunda ömrü boyunca didinip bulduğu, uğruna on iki cinayet işlediği, kurbanlarının teninin kokusundan oluşturduğu o rayihayı üzerine boca eder ve doğduğu yerde evsizlere kendini yedirir. Evsizlerin, onu kokusunun büyüsüne kapılıp yemelerini istemesi; arzu ettiği bu yamyamlık, annesi olmadığından bir ana rahmi, bir döş, bir karın ihtiyacından kaynaklanır. Grenouille’nın istediği olmuştur. Ve kendi doğumunu yeniden bir onurlu doğuma çevirmeyi başarmıştır. İnsan, zira onurlu bir doğumu, yaşamı ve ölümü hak etmektedir. Esenler’de akan bir trafikte Amir Hattap adında bir Suriyeli’nin sessiz sakin sokağın logar kapağını açıp, onu bir kenara çekip, kimseye bir şey demeden ve bir not bile bırakmadan ardında, kendini kanalizasyon çukuruna atması ve intiharı ne zamandan beri içimi kanatıyor. Üç sene önce Suriye’den Türkiye’ye iltica etmiş, savaştan kaçıp gelmiş, eşi ve üç çocuğuyla yeni bir yaşam kurabilme umuduyla Türkiye’ye sığınmış Amir Hattap. Ah, o umudun serin çimleri…

Maaile demek ki burada gezinmek istemişler. Demek ki burada da tutunamamış, eşinden ayrılmış, çocuklarını görememiş. Bir tekstil dükkânında çalışıyormuş. İçimi kemiren soru ise şu: binlerce intihar türü, şekli varken bir insan kendini neden kanalizasyon çukuruna atar? Bir şehrin fosseptik çukuruna kendini neden gömer? Amir Hattap’ın intiharında, her intiharda olduğu gibi elbette mesajlar var. Bütün İslam âlemine, bütün insanlığa.

  • Mesaj şu: Bu dünya, içine fırlatıldığımız bu devir, bu çağ, bu zaman, bu vatan, sığındığım bu liman da varlığımı alçaltmaktan başka bir şey yapmadı. Onurumu zedeledi. Varlığıma bir esenlik getiremedi. Beni benliğimle bir posa, varlığımla bir dışkı gibi hissettirdi. Yerim, bana zulümden başka bir şey yapmamış, yüzümü güldürmemiş bu yeryüzü değil artık, yerim artık burası. Bu fosseptik çukur. Bu kanalizasyon boşluğu.

Amir Hattap’ın, Grenouille gibi, hak etmediği doğumunu bulduğu kadim bir kokuyla silmesi gibi ancak romanlarda var olabilen bir durumu yoktu. Doğumunu ve yaşamını güzelleştiremedi. Doğduğu yerden fersah fersah ötelerdeydi. Kendini oraya gömemezdi. Onuru zedeleyici ve varlığı alçaltıcı bir ölümle biz yaşayanlara bir mesaj bıraktı ve gitti.

Vicdanı olanların ancak alabilecekleri bir mesajdı bu. Fosseptik çukuruna gömülen bir ölüm mektubu. Bir mülteci olarak Amir Hattab’ın kendini kanalizasyona atıp intihar etmesi durumu bile çağımızda insanlığın düştüğü sıfır noktasını gösteriyor bizlere. İnsanlığımız bitti. Müslüman’ın Müslüman’ın aynası olması mı, kırık aynalarımızla…