Onlarca yıl sonra bile soruluyor: Erbakan hangi hayalin peşinden yürüdü?

Zor bir yolda yürümeye talip olan, Nobel ödüllerini değil halkının huzurun tercih eden, Anadolu insanının derdini ve davasını siyaset meydanına taşıyan bir mühendisin hikâyesiydi. Gözlerini açtığı vakit tarih 29 Ekim 1926’yı gösteriyordu.
“Dinin yıldızı” manasına gelen Necmeddin isminin verildiği gün başlıyordu Erbakan’ın iddiası, hikâyesi. Bu hikâyeden İstanbul Erkek Lisesi’nin sıraları, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin kampüsü de nasibini alacaktı elbet. Almanya’ya gittiği vakit leopar tanklarının mühendisliğini yaparken yıllar sonra tankların namlusunu kendisine çevrileceğinden habersiz genç bir profesördü Erbakan. İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış Almanya’nın sanayideki gelişimine şahitlik eden Erbakan, ağır sanayi hamlesine öncülük etmek üzere evine, yuvasına ve kalbine -Türkiye’ye- dönüyordu. Tarihler Erbakan öncülüğünde, Türkiye’nin şeftali yerine motor ürettiği günleri gösteriyordu. Ancak “devrim”ler büyük engelleri ve mücadeleleri gerektirirdi. Türlü türlü sebeplerle bu gelişmelere mani olunuyordu mesele basitti; mesele, Türkiye’nin şeftali yerine motor üretmesiydi. Erbakan’ın üretim, kalkınma ve sanayi iddialarına pranga vuranlara karşı bir rest niyetine yeni bir iddia doğuyordu onun için. Anadolu insanının pranga vurulmuş tüm hayalleri için bir iddiaydı bu. “Milli Nizam” diyerek bu iddiayı başlattığında tarihler 1969 yılını gösteriyordu.
Ayakları bu topraklara basan, insanların kafasını Edirne ile Kars sınırından dışarı çıkaramadığı bir dönemde İslam Birliği’nden bahseden, ülkemizin maddi ve manevi kalkınmasına öncülük edecek, düzen bize kaldı diyenlere inat “Adil Düzeni” kurmayı hedefleyen, önce ahlak ve maneviyat diyen bir görüştü onun görüşü: Milli Görüş! Bir bölgenin, bir zümrenin, bir kişinin zihniyetini temsil eden değil bu aziz milletin görüşünü temsil eden görüştü “Milli Görüş”. Bu düzeni kuranlar, Erbakan’ın Milli Nizam iddiasına engel olacaktı elbet. Erbakan’ın iddiası “Milli Selamet” ile devam ediyordu. Bir taraftan Milli Selamet derken bir taraftan da Milli Gençlik demeyi ihmal etmiyordu. Çünkü onun çizmiş olduğu hedefleri gerçekleştirecek olan manaya sevdalı bir gençlikti. Böyle gelmiş böyle gitmeyecek demenin adıydı Erbakan, Refah’ın vakti geldi dediğinde ise maksadı düğümü çözmek, oyunu bozmaktı. İsmet Özel, Refah Partisi’nin %6 oy alıp barajı geçemediği seçimlerde “Bize %6 derler.” demişti. 90’lı yıllarda Eşref Ziya “Bir Güneş Doğuyor” dediğinde ise Anadolu “Başbakan Erbakan” sloganlarına hazırlanıyordu. Çünkü bir güneş doğuyordu Cezayir’de, bir güneş doğuyordu Filistin’de ve bir güneş doğuyordu Türkiye’de. Yollara serilen dikenlere rağmen artık Başbakan’dı Erbakan. Çelik dişliler arasında direnenlerin, dışa bağımlı olmayı reddedip üretim diyenlerin başbakanıydı Erbakan.
“Avrupa” değil “İslam Birliği”, “Faiz düzeni” değil “Adil Ekonomik Düzen” vaat etmiş ve bunların bedelini başbakanlığıyla ödemişti. Erbakan’ın alnından akan terler Müslümanların inandığı gibi yaşama hayallerinin, yaşanabilir bir Türkiye ve yeniden büyük Türkiye hedeflerinin bedeliydi. Ancak o vazgeçmedi davasından, ısrarla bir şey istiyordu yol arkadaşlarından: heyecan, heyecan, heyecan! Neyin heyecanıydı bu? Onu yollara düşüren, dört partisi kapatılmasına rağmen yolundan dönmemesini sağlayan bir heyecandı bu. Varoşlarda yaşayıp evine ekmek götürmeye çalışan çocuklar için heyecan istiyordu, Filistin’de üzerine kurşun sıkılan savunmasız yavruları kurtarmak için heyecan istiyordu, Afrika’da en basit ilacı bulamadığından ölen çocuklar için heyecan istiyordu Erbakan.
Son nefesini vermeden önce hastanedeki çalışanlara anlattığı davası, takatinin sonuna kadar yapmayı bir farz gördüğü cihadının son demleriydi. Vefatından sonra yıllar geçse de onun ismini duyduğunda gözleri parıldayan gençlik onun “tohum saç, bitmezse toprak utansın” şiarıyla ektiği tohumlar, Mehmet Zahit Kotku hazretlerinin kabul olmuş duasıydı. O’nun hakkındaki en güzel tespiti zannımca Güven Adıgüzel yapmıştı: “Hayal kurabilen son adamı da kaybettik.” 84 yıllık hayatında sadakati hak davaya adadığı ömrü, son sözü ise ilk sözüydü: “Ne yaptıysam Allah rızası için yaptım.”
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.