Osmanlı’nın etkisi sürseydi dünya eğitim ve modada nerede olurdu?

Osmanlı’nın etkisi sürseydi dünya eğitim ve modada nerede olurdu?
Osmanlı’nın etkisi sürseydi dünya eğitim ve modada nerede olurdu?

Bugün dünyada Batılı güçler değil de Osmanlı hâkim olmaya devam etseydi. Batılılar gibi sömürgeyle, yalanla, kanla, zulümle, kölecilikle değil ama insan gibi dünyaya hâkim olsaydı? 1500’lü yıllardaki haşmetini ve etkisini devam ettirseydi? O zaman bugün dünyada nasıl şeyler yaşanırdı?

Geçenlerde dünya çapında meşhur beyin cerrahı Gazi Yaşargil öldü. Türkiye’de doğmuş, büyümüş, tıp okumuş, sonraki bütün parlak eğitim ve meslek hayatını ise yurtdışında geçirmişti. Turgut Özal onu Türkiye’ye davet etmiş, ona övgülerde bulunmuştu. Biz de kendisinden böylece haberdar olmuştuk. Geçenlerde Amerikan Beyin Cerrahları Birliği tarafından onunla yapılan bir mülakata denk geldim. Amerikalı sunucu soruyor: “Türkler sanat dünyasına ne kazandırmıştır?” Yaşargil şöyle cevap veriyor: “Resim veya heykele özel bir katkıları yok. Müziğe de özel bir katkıları yok. Ama şu yerdeki halılara bakın, bize bütün tarihi anlatıyor.” Yaşargil açık ki her şeyi Batı merkezinden görüyor. Yalnızca o mu? Bizde Yaşargil’in bu sözlerine benzer lâflar eden o kadar çok adam var ki! En çok da eğitimli sınıftan insanlar. Bunlara göre değerli ve parlak ne varsa Batı’dadır. Batı dışındaki şeyler değersizdir, eski-püsküdür. Batı bu gönüllü uşakların mensup oldukları toplumların geleneklerine olur da “egzotik” ve “maydanoz” gibi çeşni olarak görürse işte o kadarcık değerleri vardır. Batı esas oğlandır, biz ise figüran.

Sadece ülkemizde değil, bugün bütün dünyada her işte Batı referanstır, modadır. Kıyafet mi alacaksın? Batılı markalar... Müzik mi dinliyorsun? Batılı müzik... Ticaret mi yapıyorsun? Batılı ürünler... Siyaset mi yapıyorsun? Batı taklidi kampanyalar. Üniversitede mi okuyorsun? Batılı teoriler ve modeller... Bugün herkes, dindarlar da siyasette, ticarette, sanatta, bilimde bir şey yapacak olsalar önce Batılı örneklere bakıyorlar. Onları inceliyorlar, sonra da çoğunlukla onları birebir kopyalıyorlar ya da ufak tefek değişikliklerle uyguluyorlar. Kısacası, dünyada Batı etkisi çok büyük. Tarihte küresel çapta bu kadar etkisi olan bir başka medeniyet olmadı. Neden acaba? Batılı uzmanlar ve yerli Batıcılar bu soruya şöyle cevap verirler: “Batı akla ve bilime dayanarak ilerledi, en iyisini ve en üstün olanı üretti. O yüzden ancak Batı’yı takip ederse başkaları adam olabilir.” Bu, objektif bir açıklamadan ziyade bir propaganda cümlesidir. Zaten dünya tarihini bir insanın hayatına benzetirseniz, Batı’nın “üstün” görüldüğü son iki asrın insan hayatında göz kırpma anı kadar kısa bir zamana tekabül ettiğini anlarsınız. Sonuçta insan kendi yaşadığı mekânı, zamanı ve olayları doğal olarak abartıyor.

Ama buna rağmen Batı’nın dünyada yaygın etkisinin olduğu gerçeği değişmiyor. Bu yaygın ve derin etkinin bence iki sebebi var: Birincisi, Batı’nın sahici veya olgusal etkisi. Yani yaptığı işler ve ürettiği ürünlerin daha verimli, hızlı ve etkili sonuçlar oluşturması. Elektrikli arabadan bilgisayara, tarım makinelerinden tıbba kadar geniş bir alanda Batılı ürünler işe yarıyor, herkese faydalı oluyor. İkincisi ise Batı’nın yapay veya algısal etkisi. Yani olgusal başarıdan öte, Batı’nın her alanda ve her zaman “önde ve ileride” olduğu algısı. Aslında bu iki husus birbiriyle iç içe... Yani olgusal etki, algısal etkiyi güçlendiriyor. Batı böyle görüldükçe de Batı dışı toplumlar Batılı olan her şeyi yüceltiyor. Bu kısır döngü Batılı olmayanları gerçekçilikten uzaklaştırıp abartmaya, çalışmaktan uzaklaştırıp kopyacılığa sevk ediyor. Üstelik Batı harici toplumlar Batılı örnekleri her zaman gönüllü olarak benimsemiyorlar. Batı’nın sistemli sömürgeciliğini ve yerli vahşi Batıcılıkların yaptıklarını hatırlamak gerekiyor. Osmanlı, Rus, Çin gibi büyük devletler hem Batı tarafından sömürgeleştirildi, hem de bu devletleri yönetenler kendi değerlerini inkâr edip Batılı değerleri yegâne model hâline getirdiler. Deli Petro, Batılılar’a benzesinler diye memurların sakal bırakmalarını yasakladı, Tanzimat devri sultanları ve Tek Parti idarecileri Batılı kıyafetleri zorunlu tuttular, Mao kültür devrimi adıyla Batılı Marksizmi yerleştirmek için milyonları öldürdü. Yani sorun, Batı’nın neyi nasıl yaptığından ziyade Batılı olmayanların Batı’yı nereye koyduğu. Batılı olan her şeyi esastan, yekten, hiç düşünmeden en üstün şeyler olarak kabul ediyoruz. Bu kompleks sadece bizim kendi kendimize sahip olduğumuz bir şey değil. Aynı zamanda o kompleksi körükleyen Batı’nın kültürel sömürgeciliği. Yani her alanda, her bilimde, her işte kendini en üste koyup Batılı olmayanları en alta koymak...

Acaba Batı’nın üstünlük algısının yüzde kaçı olgusal, yüzde kaçı algısaldır? Batı dışındaki dünyada Batı etkisini 100 birim olarak kabul edersek, Batı’nın gerçekten işe yarayan şeyler ürettiği için olan etkisi yüzde 30-40, ona özenme hastalığından kaynaklı etki ise yüzde 60-70 civarındadır. Bugün Batılı firmalar, ülkeler ve yaklaşımlar bir faydaları varsa onu bin yapmayı çok iyi biliyorlar. Zaten ticari ve siyasi reklamcılığın ve kitle güdülemenin Batı’da bu kadar gelişmesinin bir sebebi de bu... Yani gerçek ile sahtenin çok ustaca birbirine karıştırılması. Bir gerçek üzerinden bin sahte şeyin size şirin gösterilmesi. Sizin sevginizin, aklınızın, emeğinizin ve paranızın o tezgâha akıtılması ve iç edilmesi... Bunun üzerinden çıkar ve güç elde edilmesi. Kendine ait her şeyi benimsetmede ve dayatmada akla hayale gelmeyen her yöntemi kullanması. Kaba ve çirkin güç yöntemlerine şirin ve masum etiketler yapıştırması... Yani Batı’nın cazibesi sadece doğal sebeplerden kaynaklanmıyor. Bilimde ve teknolojide Batılı teori, model, süreç ve örnekler kendiliğinden ve mutlaka üstün ve işe yarar olmak zorunda değil. Ama öyle algılanıyor, öyle gösteriliyor. Oysa etki veya yaygınlık her zaman haklılık anlamına gelmez. Sadece tıp alanına baktığınızda bir akademik tekel, onun ardında da bir para ve güç tekelini görebilirsiniz. Dolayısıyla Batılı ürünler, teknolojiler, hatta teorik modellerin yaygınlığının bir sebebi de onların tekel olma konumlarıdır.

Benzeri tekeller hemen her alanda var. Meselâ “açık görüşlü ve özgür” Batı bilimi, sanatı ve sanayii Batı dışındaki gelenekleri titizlikle gizler, hiç yokmuş gibi davranır. En fazla onları kendi açıklarına yama olarak kullanır. Meselâ modern tıp ve eczacılık seküler bir kafayla ve tamamen çıkar hedefli çalışırken, geleneksel tıbbın asırlardır denenmiş ve etkisi onaylanmış tedavi süreç ve ürünlerini görmezden gelir. Hatta uzun süre onları şarlatanlık ve sahtekârlık olarak tanımlar. Ne zaman ki geleneğin de kapitalist sisteme dâhil edilmesiyle beraber para ettiğini anlarlar, o zaman “tamamlayıcı tıp” diye ona da bir köşe verirler. Bizlerin genelde yaptığı yanlış, işe yarayışlılık ile iyiliği birbirine karıştırmaktır. Batılı her ürünün ve tekniğin hayatımızdaki pratik faydalarına bakıp, o ürün üzerinden Batı’nın felsefesinden tutun siyasetine, insana bakışından tutun sanatına kadar her şeyi yüceltiyoruz. “Edison lambayı buldu, o yüzden herif cennetlik abi” gibi günlük dilimize girmiş saçmalıklar bunun güzel bir örneği. Bu yaklaşım Batı’yı olduğundan daha da parlak ve üstün gösteriyor, öte yandan da bizim kendimizi aşağılamamızı destekliyor. Üstelik Batı bu reklam için çok para harcamıyor, biz kendi paramızla kendimizi aşağılıyoruz.

Batı dışı toplumlar Batı’ya bu kadar büyük bir kredi vermeyip, kendi özgün geleneklerini ve değerlerini harekete geçirmiş olsalardı bu tahakküme daha az maruz kalacaklardı. Batı’nın yararlı yönlerine, bilgilerine, ürünlerine bakarken bir yandan da kendi kaynaklarına baksalardı, bugünkünden daha az bağımlı hâle gelirlerdi. Öyle yapamadığımız açık. Batı’ya far görmüş tavşan gibi bakıp kalmamız, bizim kendimize ve kendimize ait olana bakmamızı engelliyor. O yüzden kendi özgün bilgi, teknoloji ve sanatımızı üretmeye yönelmiyoruz. “Batı zaten bulmuş” diyerek hemen Batı’dan ithal ediyoruz. Alet ve edevat da böyle, bilgi ve bilim de, silah ve ilaç da, sanat da kültür de... Bunu bile dürüstçe yapmıyoruz. Batı’dan çalıyoruz. Fikir, logo, doktora tezi, şiir, kitap, marka isimleri, ne ararsanız... Üstelik çaldığımız açığa çıktığında utanmıyoruz bile... Peki ya işler tam tersi olsaydı? Yani meselâ bugün dünyada Batılı güçler değil de Osmanlı hâkim olmaya devam etseydi. Batılılar gibi sömürgeyle, yalanla, kanla, zulümle, kölecilikle değil ama insan gibi dünyaya hâkim olsaydı? 1500’lü yıllardaki haşmetini ve etkisini devam ettirseydi? O zaman bugün dünyada nasıl şeyler yaşanırdı?

O zaman her ülkeden en kaliteli eğitim almak isteyen gençler İstanbul, Şam ve Kahire’ye akın ederlerdi. Çünkü dünyanın en baba eğitimi buralarda verilirdi. Bütün dünyadaki üniversitelerde Arapça ve Türkçe öğretilirdi. Önemli bir kısmında eğitim bu dillerde olurdu. Dünyanın dört bir yanında medreseye girecek öğrencilerin dil sınavlarını Osmanlı Devleti yapardı. Her yerde “Türkçe Öğreniyorum” dizisi dil öğreniminde en esaslı kitap olurdu. Her dilde “temam, eyvallah,rızık,bereket” gibi kelimeler kullanılırdı. “İnşallah, maşallah, merhaba” gibi ifadeler her dilde yaygın olurdu. Hangi dinden olursa olsun insanlar günlük hayatlarında bu ifadeleri kullanırdı.

Osmanlı kıyafet tarzı her yerde moda olurdu. Çinlisi de, Afrikalısı da, Almanı da Osmanlı modası kıyafetleri almak için para harcarlardı. Hangi ülkeye giderseniz gidin, yerel kıyafetlerden ziyade sarıklı ve cübbeli adamlar, feraceli hanımlar görürdünüz. İpeklisi, şifonu, pamuklusu Osmanlı ürünü kıyafetler, Avrupa’nın ve Amerika’nın en baba dükkânlarının vitrinlerini süslerdi. Osmanlı modası kıyafet veya ayakkabı almak için tonla para harcarlardı. Uluslararası toplantılarda her ülkenin diplomatları bizim kıyafetlerimizle birbirlerine temenna ederlerdi. Merhameti, şefkati, dayanışmayı, acıda ve tatlıda birliği odak alan Osmanlı filmleri bütün dünyada trend olurdu. Filmlerin başına konan bu filmde madde kullanımı, cinsellik, şiddet vardır” gibi uyarıların yerini, bunlar zaten gösterilmeyeceği için “bu filmde cimrilik, yalancılık, ikiyüzlülük temsili vardır” gibi uyarılar alırdı. Osmanlı film yıldızlarına benzemek için hanımlar estetik ameliyatları yaptırırdı. Beyler ise berberlerde meşhur Osmanlı aktörlerinin saç tarzından beğenir, saçlarını öyle kestirirlerdi. Osmanlı hâkim olsaydı, dünyanın her yerinde hamburger yerine döner ve kebap zincirleri açılırdı. Doğudan Batıdan herkes döner ısmarlar, afiyetle yerdi. Kola yerine de ayran veya şerbet içerlerdi. Dünya üzerindeki bütün okullarda Osmanlı bilginleri okutulurdu. Fiyat, arz ve talebin kesiştiği yerde oluşmazdı. Ticari çıkarlar ve kârlar, zekât ve insaf düzeyleriyle dengelenirdi. Faiz ortadan kaldırıldığı için para alınıp satılan bir meta olmaktan çıkardı. Faiz değil, ortaklaşma esas olduğu için ekonomilerde zenginler azgınlaşamaz, devletler fakirlere kaynak aktaran zekât fonları kurup onlara düzenli para yardımı yaparlardı. Hırsızlık ve yolsuzluk çok büyük cezalarla karşı karşıya olduğu için, toplanan vergiler halka zenginlik ve hizmet olarak dönerdi.

Bu hayali manzara size pek inandırıcı gelmiyor, biliyorum. Çünkü Batı’nın yaygın etkisinin haklı gerekçelere dayandığını, bize ait şeylerin Batılı şeyler gibi asla moda olamayacağını düşünenlerimiz olacaktır. Ama bu hayali resmetmemin bir amacı var.İşler tam tersi olsaydı diye düşünürsek; bugün bize okullarda öğretilenlerden müzik zevkimize, ekonomiden teknolojiye kadar normal addettiğimiz birçok şeyin aslında öyle olmadığını hissetmeye başlarız. Belki böylece kendi geleneğimize önem ve değer verir, onu öğrenir, kendi düşüncemize, işimize gücümüze kendi rengimizi katmaya başlarız.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.


Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım