Oturan Boğa'nın, tüylü tuğunu asıp gittiği dünya!

Oturan Boğa, ABD ordularına karşı savaşan son Kızılderili kabile şefidir.
Oturan Boğa, ABD ordularına karşı savaşan son Kızılderili kabile şefidir.

Hayvan boğazlar gibi katlettiler bütün yerlileri, kadın ve çocukların çığlıkları yankılandı günlerce gökyüzünde, vadiler dolusu kan nehirleri aktı. Yaşadıkları bölgede altın olduğu anlaşılmıştı çünkü ve beyaz adam bu sarı metale hastalıklı bir tutkuyla bağlıydı, bir ayindeymişçesine tapıyorlardı bu sarı puta. Ve yeni tapınaklar inşa ediliyordu, kurban mesafesinde Kaplumbağa Adası’na.

7. Süvari Alayı’nın kumandanı acımasız General Custer, meşhur Little Big Horn Savaşı’nda beraberindeki tüm askerlerle birlikte öldürülmüştü. Oturan Boğa ile Çılgın At’ın liderliğindeki savaşçı yerliler, tarihe geçecek bu büyük savaşta topraklarına göz diken Gringo Haydutlarına hadlerini bildirmişti.

Ama ok ve mızrakla mitralyöz ateşine dayanmanın imkânsızlığı ortadaydı. Bu zafer sonrasında üzerlerine cehennem gibi asker yağmaya başladı ve ateş yağmuru gibi barut, mermi. Ovalar dolusu süvari, geceler boyunca çekirge sürüsü gibi saldırdı obalarına. Hayvan boğazlar gibi katlettiler bütün yerlileri, kadın ve çocukların çığlıkları yankılandı günlerce gökyüzünde, vadiler dolusu kan nehirleri aktı. Yaşadıkları bölgede altın olduğu anlaşılmıştı çünkü ve beyaz adam bu sarı metale hastalıklı bir tutkuyla bağlıydı, bir ayindeymişçesine tapıyorlardı bu sarı puta. Ve yeni tapınaklar inşa ediliyordu, kurban mesafesinde Kaplumbağa Adası’na.

  • Vadileri dehşetiyle coşturan bu büyük katliamlardan sonra Amerikan yerlileri için kuzeye sürgün vaktiydi artık, en kuzeye. Buzlar ülkesine. Kanada’ya. Aslında ne Amerika, ne de Kanada isminde bir yer yoktu.

Kaplumbağa Adası’ydı özgür ülkelerinin adı. Onlar hep buradaydı. Cehennem sonradan geldi. Açgözlülük, hırs ve vahşetin omuzlarında yükselen bir dünyayı kurmak için, kötü ruhların hapsedildiği kara sandıkların bütün kilitlerini kırdılar. Kaplumbağa Adası yerlileri; onları, yağmurlarını tanıdıkları, rüzgarlarıyla arkadaş oldukları ve vahşi ormanlarıyla dertleştikleri soylu yurtlarından ayrı düşüren bu zift gibi karanlığı, bu öldüresiye kötülüğü hiç anlayamadılar. Yalnızca ok ve mızrakların dilinden anlayan bu açgözlü beyaz ruhlara benzemek istemiyorlardı. Katilleri bu kıtaya ayak basmadan önce ne kadar yeşil ve berraktı oysa hayat. Ve kuş sesleriyle örülüydü yurtları.

Oturan Boğa, buzlar ülkesi Kanada’dan yaşadığı topraklara geri döndü. Yapamadılar. Kıtlık ve iklim, şarkılarını söylemelerine izin vermiyordu. Açlıktan ölmek üzere olan kabilesini kurtarmak için teslim olmayı kabul etti önce. Hapse girmeye ve çitlerle çevrilmiş çorak topraklarda yaşamaya da razı oldu. Ve gerçek adı William Frederick Cody olan "Buffalo Bill" lakaplı şovmen bir kovboyun kurduğu sirkte çalışmaya başladı. Kızılderili katliamlarında daima ön sıralarda yer alan Buffalo Bill, kurduğu sirkle Amerika’yı dolaşıp dolarlar ve alkışlar eşliğinde, biriktirdiği günahları büyük bir iştahla onu izlemeye gelenlere anlatıyordu.

Oturan Boğa, buzlar ülkesi Kanada’dan yaşadığı topraklara geri döndü.
Oturan Boğa, buzlar ülkesi Kanada’dan yaşadığı topraklara geri döndü.

Her gece çılgınca alkışlanıyordu, onlar görmese de yerlilerin kanları yüzlerine sıçrıyordu her gece, kötülük bir ur gibi çökmüştü kalplerine. Oturan Boğa, "Oturan Boğa’’ rolünde varoluşunu aşağılayan bu sirkte çalışıyordu işte ve ‘’Amerika’nın doğuşu” gerçekleşiyordu. Kaplumbağa Adası’nın kalan son kalıntıları da bu sirkte yakıldı. Dünyanın en kötü fikri olan Amerika’nın doğumu gerçekleşmişti. Oturan Boğa, o sirkte öldükten yıllar sonra kendi halkından bir Kızılderili polisinin mermileriyle bir kez daha ölecekti. Yalnızca Lakotalar değil, Şayenler, Siyular, Arapaholar, Şoşoniler, Kuzgunlar, Asininbuanlar, Beyazbalçıklar, Hidatsalar ve Arikaralar şahittir ki, Oturan Boğa’nın söylediği şarkılar Amerika fikrinden çok daha uzun yaşayacaktır. Onun o tüylü tuğunu astığı surlar ve mezarında nişan olarak duran granit mızraklar şahittir ki, Kaplumbağa Adası bütün coğrafya kitaplarından daha gerçektir.

Oturan Boğa’nın söylediği şarkılar Amerika fikrinden çok daha uzun yaşayacaktır.
Cengiz Aytmatov
Cengiz Aytmatov

Issık Göl'de rüya gören bir çocuk

Tanrı Dağları’na yolculuk yaptığı sırada yazdığı İlyas ile Asel’in aşkını anlatan “Kızıl Cooluk, Calcalım (Al Yazmalım, Selvi Boylum)” romanının Atıf Yılmaz’ın elinde “Selvi Boylum, Al Yazmalım” adlı bir Yeşilçam efsanesine dönüşmesi… O zaman da -yani elinde kalemiyle- güzeldir Aytmatov, neden Nobel ödülü alamadığı hakkında sorulan bir soruya, Nobel kardeşlerin (Ludvig, Robert, Alfred) Hazar-Bakü petrollerini sömürerek zenginleşmesine gönderme yaparak verdiği şu cevabında da.


Yazarken de yaşarken de Aytmatov; “Nobel, yazara değil; hak edene verilir. Nobel de, dağıttıklarını şu an koynunda oturduğumuz Hazar’dan aldı. Yani benden aldı. Benden aldığını bana mı verecek? Modern dünya bu kadar insaflı değildir.”

Fergana Vadisi'nde kanatlanan gök atları

Pamir Dağları ile Tanrı Dağları arasında 300 km boyunca uzanan bir vadi. Bereketli toprakları, buz gibi akarsuları ve verimli arazileriyle bozkırın ortasında efsanevi bir ‘’hayat ağacı’’. İpek Yolu üzerinde ferah bir bayındır ülke. Herkesin sahip olmak istediği vahşi bir kısrak gibi usul usul salınan, kendi göğünde uzak bir yıldız gibi parlayan, kılıç şakırtıları ve dörtnala at sesleriyle sulanmış toprağında, kendine yaslanan asaletiyle ruhu olan bir vadi. ‘‘Şu Destanı’’nda Makedonya Kralı İskender ile Turan Kralı Şu Balasagun’un orduları bu vadide karşılaşmışlardı. Orta Asya’nın kalbi burada atar. Burası Fergana Vadisi, Kızılordu’ya karşı bağımsızlık savaşı veren Basmacılar isyanı burada örgütlendi, Çar’a karşı isyan ateşi bu vadide yakıldı, Enver Paşa’nın, atını ateş kusan Rus mitralyözlerine karşı yalınkılıç sürdüğü yer burası. Artık meydan savaşları yerine istihbarat ofislerine ev sahipliği yapsa da, masalla gerçek arasında; beş ülkenin sonrası, üç ülkenin ortası. Fergana Vadisi.

Fergana Vadisi
Fergana Vadisi

Efsaneye göre dönemin güçlü Çin imparatoru Wu,“uçan atlar” ya da “cennet atları” olarak bilinen, görenlerin hayranlıklara gark olduğu, ayaklarının yere basmadığı söylenen efsanevi atların Fergana Vadisi’ndeki han ve emirlerin hizmetinde olduğunu öğrendiğinde tarih M.Ö 140’dır.

  • Tacını her şeyin üstünde gören, yarım asırdan fazladır oturduğu Çin tahtında kanına karışan kibir mikrobuna teslim olan, durmadan ölümsüzlüğü arayan, sonsuz iktidarı arzulayan ve bu uğurda büyücülerden, kahinlerden, şamanlardan medet uman bir İmparator.

Wu, Fergana Vadisi’nde yetişen bu “kemikleri ince, kasları sert / gözleri bambu gibi keskin / bacakları rüzgârdan hızlı” atlara sahip olmak için büyük bir orduyu sefere yolladığında, tarihin olağan akışı içinde sahip olma hastalığına yakalanan ne ilk ne de son imparator olmadığının farkındaydı. Ama o rüya atları sarayında istiyordu. Fermanıyla, askerler yola revan oldu. Çin ordusu yıllar süren zorlu bir sefer sonunda Fergana Vadisi’nden Maçin diyarına binlerce Fergana atı getirecekti.

İmparator Wu, efsanevi gök atlarını sarayında görünce güzellikleri karşısında uzun süre konuşamamış, hatta hemen binmek yerine, günlerce seyretmişti onları. Wu, uzun bacaklı, ince boyunlu, günde beş yüz kilometre koşabilen, yoruldukça kan terleyen, yeleli kızıl bulutlar gibi ufuk çizgilerini aşan, aylarca acıkmayan ve susamayan bu efsanevi gök atlarının çektiği bir arabayla cennete doğru kanatlanacağına inanıyordu aslında. Kendisini tekrar tekrar doğuran bir sonsuzluk gibi gök atlarının taşıdığı bu derin sonsuzluk, Fergana Vadisi’nin bin yıllık uykusunda kâşiflerini bekliyor hâlâ.