Özbek sinemasının özgün adamı: Şöhret Abbasov

​Özbek sinemasının özgün adamı: Şöhret Abbasov.
​Özbek sinemasının özgün adamı: Şöhret Abbasov.

Şöhret Abbasov’un filmleri, hayatın derinliklerine nüfûz etmiş bir yönetmenin ürünleridir. Bu filmler, sadece toplumun farklı kesimlerinden değişik tipleri, canlı insan görüntülerini sergilemekle kalmaz, hayatın çelişkileri içinde Özbek toplumunun yirminci yüzyıldaki macerasını da tasvir eder.

Şöhret Abbasov.

1998 yılında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Türk cumhuriyetlerine yönelik kültür sanat etkinlikleri düzenleniyordu. Belediyenin Kültür İşleri Daire Başkanı olan rahmetli Şenol Demiröz’ün başında olduğu küçük bir ekip, Türk cumhuriyetlerinden pek çok önemli sanatçı, yazar, sinemacı ve kültür adamını İstanbul’a getirerek Türk kültür çevrelerine tanıtıyordu. Bu etkinliklerin düzenlenmesinde Şenol Demiröz’ün danışmanlığını yapan Azerbaycanlı sinemacı ve öğretim üyesi Prof. Tevfik İsmailov’un önemli payı oldu. Şöhret Abbasov da bu yıllarda İstanbul’a gelen sanatçılardan biriydi. İşte Türk sinemacıları Abbasov’la ilk defa 1998 yılında düzenlenen I. Türk Dünyası Sinema Günleri’nde tanıştı. Abbasov, daha sonra da birkaç defa daha Türkiye’ye geldi.

Tiyatro sahnesinden sinemaya geçiş

Şöhret Abbasov 1949 yılında lise düzeyindeki Sağlık Teknik Okulundan mezun olduktan sonra, tıp eğitimi yerine tiyatroya yönelerek, Taşkent Devlet Tiyatro Sanatları Enstitüsüne girdi. Burada tiyatro yönetmenliği alanında yükseköğrenim gördü. Ardından, Moskova Devlet Sinema Enstitüsü (VGIK) bünyesinde eğitim veren Yönetmenlik ve Senaryo Yazarlığı Yüksek Kurslarına katıldı. Bu okulun birinci sınıfında iken sınıf arkadaşı olan G. Danelia ile Vasisuli Lohankin isimli bir kısa film çekti. Daha sonra çektiği Filipinli ve Sarhoş filmi ile de iki yıllık eğitimini tamamlayarak mezun oldu. 1959 yılından itibaren Özbekfilm Stüdyosunda yönetmen olarak işe başladı. Burada, Sovyet sinemasının klasik temalarının yanı sıra, yeni sinemacıların katılımıyla, yeni konuları işleyen ve sanat düzeyi yüksek filmler üretiliyordu.

Ulusal malzemeye dayalı ulusal karakterler yaratmak

Abbasov’un kendi çağdaşları olan bazı yönetmenler gibi Özbek sinemasına getirdiği yeniliklerin başlıcası, kendi toplumunun geleneklerine dayalı hikâyeler anlatması ve yerli karakterler yaratmasıydı. İlk kurmaca filmi olan Mahallede Dedikodu Var- Mahallede Duv-Duv Gap bunun en belirgin örneklerindendi. Taşkent’in eski bir mahallesinde geçen filmde olaylar, bir tür yanlışlıklar komedisi kurgusuyla, adeta Özbek dedikodu fabrikasının mizahi bir yansıması şeklinde gelişiyordu.

İlk kurmaca filmi olan Mahallede Dedikodu Var- Mahallede Duv-Duv Gap.
İlk kurmaca filmi olan Mahallede Dedikodu Var- Mahallede Duv-Duv Gap.

Filmin senaryosu Rusça yazılmıştı. Ama Abbasov, kendi toplumuna ait bir konuyu ulusal karakterlerle anlatan bu filmi Özbek dilinde çekmek istedi. Bunun için, çekimlerden bir gün önce, dönemin tanınmış yazarlarından Abdulla Kahhar’a müracaat etti.Olayların bundan sonraki seyri de ilginçti. Abdulla Kahhar o sıralarda bir hastanede tedavi görüyordu. Ünlü yazar Abbasov’un teklifini geri çevirmedi. Hastanenin bahçesinde bir sandalyeye oturarak birkaç saat içinde filmin diyaloglarını Özbek dilinde yeniden yazdı. Abbulla Kahhar’ın adı, jenerikte mütercim ve redaktör olarak geçmektedir.

Seyircinin büyük ilgiyle karşıladığı bu ilk denemeden sonra Abbasov, savaş yıllarında geçen Sen Yetim Değilsin- Sen yetim emassan (1962) isimli filmini çekti. İkinci Dünya Savaşı sırasında Taşkent’te ailelerini kaybetmiş çocukları evlat edinen bir demirci ile karısının hayatını anlatan film, başarılı bir sosyal dramdı. Film, 1963’te SSCB’yi temsilen Frankfurt Uluslararası Film Festivali’nde IFF ödülüne layık görüldü.

Abbasov, adını tüm Sovyet sinemasında duyuran bu filmin ardından, Kalbindeki Güneş- Qalbingda quyosh adlı bir ahlâki dramayı yönetti. Değişik iç mekân tasarımları ve tünellerden geçen uzun geçitler gibi türlü görsel düzenlemelerle dikkat çeken filmde, Abbasov’un anlatımını geri dönüşler ve iç seslerle desteklediği görülmektedir.

Kendi mesleki çizgisiyle pek uyumlu olmayan bu biçimci denemeden sonra Abbasov, Rus yazar Neverov’un hikâyesini sinemaya uyarladı. 1920’lerin başlarında Volga bölgesini kasıp kavuran kıtlık felaketi nedeniyle ailesinin bakımını sağlamak için Taşkent’e gelen bir çocuğun hikâyesini anlatan Taşkent Ekmek Kapısı – Toshkent non shahri filminin senaryosunu, A. Mikhalkov Konçalovski yazmış, Tarkovski de senaryoya katkıda bulunmuştu. Ancak o yıllarda film, sansüre takıldı ve kesilerek seyirciye sunulabildi. Görüntü yönetmeni Hatem Fayziyev, filmin tamamının bir kopyasını arşivine aldığı için, 2013 yılında bu nadide filmin tamamı dijital ortama aktarılarak Taşkent’te yeniden vizyona girdi.

Abbasov, bir başka filmi Aşk Macerası – Muhabbat Mojarasi filminden bahsederken, bir röportajında yetkili makamların işi alması için zorladığını söylemişti. 1971 yılında çekilen filmde olaylar, İkinci Dünya Savaşının hemen bitiminde geçer. Cephedeki kocasının ölüm haberini alan kadın, kayınpederinin isteğiyle kocasının kardeşiyle evlenir. Ancak bir süre sonra kocası eve döner... Savaşın insan hayatında yol açtığı felâketleri konu alan ama kendisi için tatmin edici bir çalışma olmayan bu kurdeleden sonra, Abbasov belki de kariyerinin en önemli filmi üzerinde çalışmaya başladı.

Özbek sinemasının fenomeni

Abbasov’un en önemli filmi ‘Ebu Reyhan Biruni – Abu Rayhon Beruniy’ çekildiği dönemde, Sovyetler 62 CİNS DERGİ Birliği’nde “Özbek sinemasının fenomeni” haline geldi. Biruni üzerine araştırmaları bulunan Rus şarkiyatçı Pavel Bulgakov ile Şöhret Abbasov tarafından uzun bir hazırlık çalışması sonucu birlikte hazırlandı. Bunun yanında, milletlerarası yıldızlar karması denebilecek güçlü bir oyuncu kadrosu oluşturuldu. Film için hemen hiçbir masraftan kaçınılmadı ve üstün yapım anlayışıyla stüdyonun tüm imkânları seferber edildi.

8-10 yaşlarında Muhammed adıyla ana-babasız bir çocuk olarak filme dâhil olan Biruni, üstün zekâsıyla Hârezm emirinin dikkatini çeker. Emir ona Ebu Reyhan adını verir. Vezirin “kimsesiz çocuklara eğitim vermek doğru değil, eğitim ancak seçkin aile çocukları içindir” sözüne rağmen onun eğitim almasını sağlar.

Bu tarihlerde Orta Asya’da yeni şehirler inşa edilmekte, medreseler açılmaktadır. Biruni bu uyanış devrinde yetişmiştir. Ancak emirin himayesine girerek saray terbiyesiyle yetişen ve yirmili yaşlarında iken sarayda mevki sahibi olan Biruni için Gazneli Mahmud şehri ele geçirdikten sonra zorlu bir dönem başlar. Gazneli hanedanında, bilginlerin varlığına tahammül edemeyen, üstelik onları dinsizlik ve sapkınlıkla suçlayan bir zihniyet egemendir. Biruni de, gençlik yıllarında yazdığı Karmatîler hakkındaki bir kitabı sebebiyle sapkınlıkla suçlanır. Ama zekâsı yardımıyla bu ithamlardan kurtulur. Merhametsiz ve tutucu bir hükümdar olmasına rağmen, Gazneli Mahmut himayesine aldığı Biruni’nin bilimsel çalışmalarını sürdürmesine ve kitap yazmasına izin verir.

Biruni’nin hayat öyküsü, SSCB genelinde 5 milyon 800 bin seyirci sayısına ulaştı. Öte yandan, hem Abbasov’un meslek hayatında adını zirveye çıkardı hem de Özbek sinemasının en başarılı tarihi yapımları arasına girdi.

“Alevli Yollar”dan bağımsızlıka doğru

Ebu Reyhan Biruni filminin başarısından sonra, Abbasov bu kez yakın tarihi olayları konu alan yeni bir biyografik film dizisi üzerinde çalıştı. 1975 yılında başladığı Alevli Yollar- Olovli yo’llar dizisi, yaklaşık on yıl televizyonda yayımlandı.

Abbasov’un Sovyet döneminde yönetimini üstlendiği son yapım, senaryosunu yazıp yönettiği Küçük Adam Büyük Savaşta – Katta urusdagi kichkina odam (1989) filmi oldu. Abbasov bir kez daha İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan olayları anlatıyordu.

Sovyetler’in 1980’lerin ikinci yarısında uygulanan açıklık ve yeniden yapılanma politikalarının izlerini taşıyan iki bölümlü bu film de diğerleri gibi seyirci tarafından ilgiyle karşılandı.

1991 yılında SSCB’nin dağılması ve Özbekistan’ın bağımsızlığını kazanması, meslektaşları gibi Abbasov’un da hayatında yeni bir sayfa açılmasına sebep oldu. Bu dönemde ülke ekonomisinde yaşanan güçlükler film üretimini de etkiledi. Sovyet sansürünün ve güdümlü sinemanın ortadan kalkmasına rağmen, yeni filmler çekmek için finans ihtiyacı ortaya çıktı. Bunun yanında, irili ufaklı çok sayıda özel yapım evleri kuruldu. Ancak bu şirketlerin ürettiği filmlerin nitelikleri düşüktü.

Bu yıllarda yeniden yapılanan Özbekistan Sinemacılar Birliği’nin yönetiminde bir süre görev alan Şöhret Abbasov’un yönetmen olarak mesleğini sürdürmesinde, tanınmış Özbek yazarı Tağay Murad’ın eserinin sinemaya uyarlanması etkili oldu. Çünkü Tağay Murad, Atamdan Yadigâr Topraklar – Otamdan qolgan dalalar isimli romanının sinema uyarlamasına, sadece Şöhret Abbasov tarafından çekilmesi şartıyla izin vereceğini beyan edince Abbasov bu filmin yönetimini üstlendi.

1997 yılında çekilen aynı isimli bu filmde, Özbek halkının son bir asırdaki serüveni konu ediliyordu. Filmde Sovyet yöneticilerinin manevi değer yoksunlukları ve acımasız uygulamaları açıklıkla teşhir edilirken, bütün bu olaylar sırasında türlü acı ve baskılara katlanmak zorunda kalan Özbek insanının hiçbir zaman insanlık onurunu kaybetmediği gösterilmektedir.

Bir yandan kurucusu olduğu Drama ve Sinema Sanatları Kürsüsünde profesör öğretim üyesi olarak çalıştı, çok sayıda öğrenci yetiştirdi. 25 Nisan 2018 tarihinde Taşkent’te tedavi gördüğü hastanede 88 yaşında iken hayata veda etti.

Şöhret Abbasov’un filmleri, hayatın derinliklerine nüfûz etmiş bir yönetmenin ürünleridir. Bu filmler, sadece toplumun farklı kesimlerinden değişik tipleri, canlı insan görüntülerini sergilemekle kalmaz, hayatın çelişkileri içinde Özbek toplumunun yirminci yüzyıldaki macerasını da tasvir eder. Diğer yandan, bu eserler halk kültürü yönünden de çok zengindir; çünkü Özbek insanının örf ve adetleri, olaylara verdiği tepkiler ve yaşam tarzı bu filmlerde titizlikle ve yozlaştırılmadan yansıtılmıştır.