Özgürlük yüksüzlük mü?

Tercih etmek üzere muhatap olduğumuz şey, bir yüktür aslında; irademizi bir şeyleri yapma ya da yapmamaya doğru harekete geçirme yükü.
Tercih etmek üzere muhatap olduğumuz şey, bir yüktür aslında; irademizi bir şeyleri yapma ya da yapmamaya doğru harekete geçirme yükü.

Bizi diğer canlılardan ayırt edecek şekilde arzu nesnelerinin kapısında bekleten şeyin adıydı özgürlük. Bu bekleyiş sadece nesneler dünyasına değil, kendi insani varoluşumuza dahi belirli bir mesafeden bakmayı sağlıyor ve her türden eylemi hesabı verilerek yüklenilmiş bir anlama dönüştürmemize imkân tanıyordu. Şimdi özgürlük bir bekleyiş yerine, arzu nesneleri ile mesafe gözetmeyen bir temasın adı.

Müslüman olmak, insanoğlunu hakiki iyiliğe yönlendiren ilahi bir teklifi kabul etmek demektir. Her teklifte olduğu gibi ilahi teklif de icbar veya zorlama içermez; insan için neyin iyi, neyin kötü olduğunu gösterir ve iyiye yönelerek kötüden kaçınmanın doğuracağı fayda ile aksinin sebep olacağı zararı gözler önüne sererek onu bir tercihle baş başa bırakır. Tercih etmek üzere muhatap olduğumuz şey, bir yüktür aslında; irademizi bir şeyleri yapma ya da yapmamaya doğru harekete geçirme yükü. Peki, ne pahasına bu yükü üstlenmeliyiz? Atarak rahatlayacağımız türden şeyler arasında mı saymalı bu yükü, taşıyarak ferahlayacağımız şeyler arasında mı? İnsan bir yüke açıklık içerisinde doğar. Bu açıklığın adı tercih kabiliyetidir. Kendisi tercih konusu olmayan bu kabiliyet, insanı diğer mevcutlardan ayıran temel yönü ifade eder. Bir yaprak güneşe yönelmeyi ya da bir yarasa güneşten kaçmayı tercih etmez.

İnsani varoluşumuz ciddiye alındığında, yapma ya da yapmamanın bir yük olduğunda şüphe kalmaz.
İnsani varoluşumuz ciddiye alındığında, yapma ya da yapmamanın bir yük olduğunda şüphe kalmaz.

Çünkü güneşe yönelmek ya da yönelmemek, bir yaprak ya da yarasa için tercih konusu değildir. Onların eylemleri aklî seçimden bağımsız bir doğa dolayımında gerçekleşir; arzu nesneleri veya çevreleri ile irade ve yönelimleri arasında düşünmeye yer açacak bir boşluk bulunmaz. Oysa insanın irade ve yönelimleri ile arzu nesneleri ve çevresi arasında düşünmenin girebileceği bir mesafe vardır. Bu mesafe “neden?” sorusunun insan hayatına girdiği boşluğu ifade eder: Karşıya karşıya kaldığım her ne ise, neden ona yönelmeli ya da yönelmemeliyim? Bir başka deyişle, irademi şu ya da bu eyleme sevk eden nedir? Bu bekleyiş sahnesi, teklife açık hâle geldiğimiz yerdir. Teklif işte bu mesafe içerisinde kendisini gösteren insanlık anlamına seslenir ve arzu nesnelerimle iradem arasında bağ kuran kanalı inşa eder. Bu kanala bağlı olarak değerlendirmelerde bulunur, yönelmeyi ya da yönelmemeyi tercih ederim. Özgür irade, işte burada, yapma ya da yapmama yükünü sırtlanır.

İnsani varoluşumuz ciddiye alındığında, yapma ya da yapmamanın bir yük olduğunda şüphe kalmaz. Çünkü insanın titremek veya ayağı takılıp düşmek gibi istemsiz davranışları dışında kalan eylemler alanı, iradenin neyi yüklendiğine bağlı olarak anlam kazanır; var olmayı sürdürmek bile.. “Var olmayı sürdürmek bile” dediğimize bakılmamalı, esasen tercihe konu tüm eylemlerimiz var olma isteğinin bir tür dışavurumu olarak görünür. Oturduğum yerden kalkmayı ya da ayaktayken oturmayı tercih etmem, var olmayı üstlenmem anlamına gelir. Dolayısıyla şu ya da bu eylemi neden tercih ettiğimin tikel gerekçeleri bulunsa da eylemlerimin tamamının zemininde yatan ve onları saçma olmaktan çıkaran şey, neden varolmayı üstlendiğime ilişkin aslî gerekçedir. Lakaytlık perdesini üstüne çekmediği sürece her eylem, var olma iradesinin yüklendiği külfetin bir olumlanması ve örneği olarak görünür. Bu yönüyle günlük yaşantımızdaki her davranış, bu külli yönelimin her seferinde sınandığı bir imtihan alanı hâline gelir.

Hangi yükün altına girmeyi tercih edersek edelim, insani varoluşumuz bir yükü fark etmekten kaynaklanan özgürlük aralığında temellenir.
Hangi yükün altına girmeyi tercih edersek edelim, insani varoluşumuz bir yükü fark etmekten kaynaklanan özgürlük aralığında temellenir.

İradenin öyle ya da böyle bir külfetin altına girmesi ve kendisini hayatın her alanında bu yükün gerekleriyle sınanır bulmasından hoşnut olmayabiliriz. Bu da insanlık anlamına dâhildir. Onuncu yüzyıl Bağdat’ında yaşayan filozof ve edip Ebû Hayyân et-Tevhîdî el-Mukâbesât adlı eserinde bu hoşnutsuzluğun her çağda görülebileceğini anlatan bir örneğe yer verir. Arkadaşlarıyla felsefe sohbetleri yaptıkları bir kır yürüyüşünde, “Keşke bir inek olsaydım, şu yemyeşil otlağın altından girer üstünden çıkardım” diyen bir insana denk geldiklerini söyler. Var olmanın beraberinde getirdiği tercih külfetinin ağırlığı altında bir başkasının da eşek olmayı dilediğini ekleyen Tevhîdî, arkadaşı Nuşecânî’nin bu durumu şöyle yorumladığını aktarır: “Bir eşek kendi doğasının dışına çıkamaz, ama insan kendi mahiyetini kendi iradesi ile iptale yeltenir.”

Yani özgürlüğün kendisi bir erdem ya da erdemsizlik değildir; o, bir şeyin erdem ya da erdemsizlik sayılmasını sağlayan yükümlülük alanının temelidir.

Bu, diğer canlılardan farklı olarak insanın kendi varoluşuyla bile arasına mesafe koyabildiğini gösteren mükemmel bir örnektir. Dolayısıyla herhangi bir tercih ertesinde oluşacak yükten çok, insanın yüke açıklık içerisinde doğduğunu anlatır. Hangi yükün altına girmeyi tercih edersek edelim, insani varoluşumuz bir yükü fark etmekten kaynaklanan özgürlük aralığında temellenir. İnsanın ya kendi doğasına yönelik derin bir bakışla ya da ilahi teklifin hatırlatmasıyla fark edeceği bir gayeye sahip olduğu inancı, modern öncesi ahlâk düşüncesinin merkezinde yer alır. Bu düşünce açısından özgürlük, fiillerimizin gayeyle irtibatını sınayan yükümlülük ehliyetinin değer-bağımsız temelini ifade eder. Yani özgürlüğün kendisi bir erdem ya da erdemsizlik değildir; o, bir şeyin erdem ya da erdemsizlik sayılmasını sağlayan yükümlülük alanının temelidir. Bu temele dayanarak irademize yüklediğimiz istikamet, erdemi ya da erdemsizliği belirler.

Bununla birlikte modern dönemde doğal evrene içkin gaye fikrinin dışlanarak, evrenin onu oluşturan parçalar arasındaki etki-tepki denklemlerine bağlı kapalı bir mekanizma olarak değerlendirilmesi, giderek insani eylemlere de böyle bakılmasına neden oldu. Buna göre bir çark nasıl ki onu çevreleyen diğer çarkların dönüşüne tâbi olarak hareket ediyorsa, insan da onu çevreleyen doğal, tarihi ve toplumsal şartların etkisine bağlı olarak davranışta bulunur. Böyle bir durumda insanın özgürlüğünden bahsetmek giderek zorlaşır ve doğal dünya ile birlikte onu da bir makine olarak tahayyül etmeye başlarız. Endüstri devrimi esnasındaki tarihsel ve iktisadi şartların baskısı altında bu tahayyül giderek gerçeğe dönüşmeye ve insan Chaplin’in Asrî Zamanlar filminde olduğu gibi çarkların sıradan bir parçası hâline gelmeye başladı. Evrenin ve insanın mekanikleştirilmesi, insanı sadece verili anlamlar ve teklifin yol göstericiliğinden değil özgürlüğünden de mahrum etti.

  • Mekanikçi fikriyatın hurafeler çöplüğüne attığı verili anlamlar ve Aydınlanmanın pranga saydığı ilahi teklifin yol göstericiliğine geri dönmenin mümkün olmadığı yerde, insanı çarklar arasından kurtarmanın tek yolu ona özgürlüğünü geri vermekti. Başka bir amacı temellendirmenin imkânsız olduğu yerde, “özgür olmak” hem insani varoluşun özü hem de nihai amacı olarak ele alındı. Burada tümüyle yeni olan şey şudur: Gayeci bakış açısı özgürlüğü yükümlülüğün değer-bağımsız temeli olarak görürken, modern bakış açısından özgürlük hayattaki tek yükümlülüğümüz ve korunması gereken nihai değer olarak görüldü. Yükümlülüğün zemini olan şeyi yükümlülük olarak değerlendirmek, yükümlülüğün kendisini kaybetmek demektir. Çünkü yükümlülük özgür irade zemininde temellense de özgür iradenin istikametini tayin eden yükle anlam kazanır. Her türden yükü sırtımızdan atmanın heyecanı, sadece özgürlüğü anlamlı kılan yükleri değil özgürlüğün kendisini de buharlaştırdı.

Bizi diğer canlılardan ayırt edecek şekilde arzu nesnelerinin kapısında bekleten şeyin adıydı özgürlük.
Bizi diğer canlılardan ayırt edecek şekilde arzu nesnelerinin kapısında bekleten şeyin adıydı özgürlük.

Bizi diğer canlılardan ayırt edecek şekilde arzu nesnelerinin kapısında bekleten şeyin adıydı özgürlük. Bu bekleyiş sadece nesneler dünyasına değil, kendi insani varoluşumuza dahi belirli bir mesafeden bakmayı sağlıyor ve her türden eylemi hesabı verilerek yüklenilmiş bir anlama dönüştürmemize imkân tanıyordu. Şimdi özgürlük bir bekleyiş yerine, arzu nesneleri ile mesafe gözetmeyen bir temasın adı. Mesafenin, dolayısıyla tercihe ilişkin bir gerekçenin yokluğunda ne kendimize ne nesneye ilişkin gerçek bir merakın imkânı kalmıyor. Bir merak varsa da bu, nesnenin başlangıcı ve sonuna değil onu ele geçirmenin yollarına ilişkin bir merak; bir kedinin fareye ilişkin merakı gibi. İradenin yükleneceği teklife ya da gerekçeye yer bırakmayan bu mesafesizlik, esasen bizatihi özgürlüğün gerçek anlamını yok ediyor. Çünkü insani özgürlük tamamen mesafe duygusunda ortaya çıkan bir şeydir.

Bir kaplumbağa kaplumbağalıktan istifa edemez, bir yarasa karanlıktan vazgeçemez. Ama insan bir kaplumbağa olmayı isteyebilir ve kendisi için hiçbir şekilde vazgeçilemez denilen bir şeyden bile vazgeçebilir. Bunu sağlayan şey, onun özüne içkin mesafe bilincidir. Mesafe bilinci, yani kendi varoluşu dâhil her şeyi bir tercih konusu hâline getiren özgürlüğün kendisi... Bu mesafeyi ortadan kaldırmak sadece o mesafeyi nasıl katedeceğimizi öğreten yükü değil, özgürlüğün kendisini, yani insani yaşamın temelini ortadan kaldırmak anlamına gelir. Özgürlüğü bir zemin olmaktan çıkartarak mutlaklaştırmak, bize mekanik kapalılığı yırtma imkânı vermedi. Onu katetmemiz gereken bir mesafenin habercisi ve bu mesafeyi nasıl katedeceğimize ilişkin bir habere açıklık olmaktan çıkartmak suretiyle, hayvanlara özgü bir mesafesizlik içerisinde kendimize ve arzu nesnelerimize mahkum olduk, onlar tarafından yutulduk.

Şimdi bu karanlıkta, Orwell’ın “Savaş barıştır” cümlesi gibi, “Tutsaklık özgürlüktür” demeye devam ediyoruz. Teklifin bir yük olduğundan bahsetmiş ve sormuştuk: Atarak rahatlayacağımız türden şeyler arasında mı saymalı bu yükü, taşıyarak ferahlayacağımız şeyler arasında mı? En azından şöyle bir noktaya gelmiş olmalıyız: Özgür tercih ile varlık arasında uzanan büyük mesafeyi nasıl katedeceğimize ilişkin bir haberdir teklif; bu mesafeyi katetmeyi göze alanların, ancak taşıyarak yürüyüşlerini anlamlı kılabilecekleri bir yük… Ezcümle özgürlük yüke açıklık demektir, yükümlülüğün temeli olmasını sağlayan şey bu açıklıktır. Bu açıklıktan kalkarak nereye doğru yöneleceğimizi salık veren yüke yabancılaşmış bir özgürlüğün yüzü yoktur. Çünkü yüksüzlük, yüzsüzlüktür.