Posta kutusunun yalnızlığı

Arşiv
Arşiv

Posta kutusu ne kadar da yalnız. Oysa bir zamanların en gösterişli iletişim aracıydı. içini dolduran zarflarla değil, içine yazılanların ağırlığıyla titrerdi.

Zamanı hep rüzgâra benzetmişimdir böyle anlarda. Hızlı da esse yavaş da esse, hep bir şeyleri değiştirmiştir. Sürati, sanki değiştirme inadından kaynaklanıyor gibidir. Kuru bir yaprak da, sert bir kaya da olsa karşısındaki illaki nasibini alır rüzgârdan. Birini aceleyle savururken, diğerini sabırla şeklini değiştirir. Tüm bunları bana yanı başında durduğum ve artık kullanılmayan bir posta kutusu düşündürmeye başladı. Çünkü rüzgâr bu posta kutusunu yerinden kaldıramasa da çoktan içindekileri boşaltmış. Kim bilir en son ne zaman açıldı kapağı? Son açılışında kaç tane mektup vardı içinde?

Postacı, posta kutusunun kapağını son defa açtığını nasıl anladı kim bilir? Ya da bağlı olduğu amiri; “artık posta kutularına gitmeyeceksin” dediğinde bu rüzgârı andı mı o da benim gibi?

Posta kutusu ne kadar da yalnız. Bir daha kullanılmayacağını, bir daha kendisine ihtiyaç duyulmayacağını bilmenin mutsuzluğu ile nasıl da kararmış öyle. Oysa bir zamanların en gösterişli iletişim aracıydı. İçini dolduran zarflarla değil, içine yazılanların ağırlığıyla titrerdi.

Gurbetteki kocasından mektup alamayan kaç çaresiz kadının eli dokundu bakalım kapaklarına. Askerdeki nişanlısından mektup bekleyen kaç genç kızın gözlerindeki sevince ya da üzüntüsüne şahitlik etti bakalım bu posta kutusu.

Bir dağ yolunda tek başına karlar altında bekleyen bir posta kutusu ne düşünür ki yanından cep telefonlarıyla geçenleri görünce? Kendisinin içinde bir hafta bekleyen mektuplar şimdi bir saniye bile beklemiyor telefon ekranlarında. Telefon mesajları nasıl da aceleci ve sıradan. Aceleci ve sıradan olan şeyler ne kadar da duygusuz. Mektuplarda yazılanlar nasıl da dikkatli ve yoğun olurdu oysa. Dikkatli ve yoğun olan şeyler ne kadar da anlamlı.

Posta kutusu, cep telefonuna rakip değil. Hiç olmadı da zaten. Rüzgâr bir anda dünyanın her tarafındaki posta kutularının üzerine esti. Bir anda hepsini yerlerinden etti. İnsan daha ne olduğunu anlamadan telefonları buldu elinde. Ve telefon şirketleri harf sınırlaması koydu kendi mesaj kutularına. Altmış harften sonrası ikinci mesaj demekti, ikinci mesaj ise daha çok para. Hâlbuki insan alışıktı uzun ve anlamlı şeyler yazmaya. Pürüzsüz bir kraft kâğıdını koyar masaya ve karşısındakini özenle selamlar, uzun uzun hâlini hatırını sorardı.

Bir mektup gönderme ücreti telefonunla bir harf göndermeye bile yetmeyeceği için insan kızarak kısmak zorunda kelimelerini. Önce kelimeler kısaldı, sonra anlamlar. Sonra gelenler daha önce hiç mektup yazmadıkları için, aceleci, özensiz ve hızlı anlatır oldular dertlerini. Hızlı yazanlar, hızlı tüketmenin tadına varmışlardı bir kere artık. Bir ay mektup bekleyenlerin torunları, bekledikleri mesajlar bir dakika geç gelince sinir krizleri geçiriyorlar şimdi. Hâlbuki geç geldiği için öfkelendiği mesajı bir dakika sonra hatırlamayacak bile. Evet, bir ay beklediği mektubu bir ömür saklayanların torunları mesaj kutuları dolmasın diye siliyorlar kendilerine yazılan her şeyi.

Kimse sevdiklerine mektup yazmıyor şimdi. Postacı yolu beklemeler, “mektubun gelmiş, müjdemi isterim” diyen komşular yok. Okuma bilmediği için yahut gözleri seçmediği için mektubunu bize okutan ihtiyarlar da başka zamanlarda kaldı. Mektup bekleyen posta kutuları mahzun, kimse mektup yazmıyor artık. Yol kenarlarından bir bir toplanıp eritilecekler. Ve biz posta kutularına veda edemeden göçüp gidecekler. Dünyanın bütün posta kutuları adına olsun vedamız: Selam eder, gözlerinizden öperim.

  • Evet, bir ay beklediği mektubu bir ömür saklayanların torunları mesaj kutuları dolmasın diye siliyorlar kendilerine yazılan her şeyi.