Reel ahlâktan ideal ahlâka...

Persona tiyatrocuların rollerini oynarken taktıkları maskeye denir. Jung, insanların toplumun onayını almak için sık sık persona'ya müracaat ettiğini belirtir.
Persona tiyatrocuların rollerini oynarken taktıkları maskeye denir. Jung, insanların toplumun onayını almak için sık sık persona'ya müracaat ettiğini belirtir.

Bir hayvanı, köpeği yol ortasında can çekişirken bulduğunda bunu veterinere götürmek ekstra alkışlanması gereken, erdem sayılabilecek bir tutum olarak algılanıyor; hâlbuki varoluşun normalidir acize, yaralıya, muhtaca hangi tür canlı olursa olsun yardım etmek.

İyilik kendiliğinden belirmez, çaba göstermek gerekir; kötülük de kendiliğinden ortadan kalkmaz onu da yok etmek için emek vermeli. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki aslolan kötülük hâline geldi; kişi iyiyi arayıp bulmaya ve onu çıkarmaya muhtaç duruma düştü. İyi direnilerek kazanılacak bir haslet hâline dönüştü; bu dünyanın ontolojisindeki karşıtlıkların hiç'e eğiliminden kaynaklı. İyi, iyiden iyiye etik bir çabayı gerektirir oldu; şahsî gayretler ve bilinç düzeyi yerleşmediği sürece toplum ve devlet iyinin ardına düşmeyi bıraktı. Bunda moral değerlerin "zor şartlarda", etiğin kritik evrede kendini belirginleştirmesinin rolü var. Aile-devlet-din gibi otoritelerin öğrettiği ahlâkî ilkelerin geçerliliği "bıçak kemiğe dayandığı"nda belli olur; yine geleneksel erk öğretileri "can sözkonusu olduğunda" erdemler skalasının görmezden gelinebileceğini de belirterek etkinliğini sürdürür.

Merhamet iyidir elbette, güç gösterisi, üstünlük belirtisi gibi kullanılmadığı zaman; merhamet ne zaman ihtiyaçtır, kavganın en kızgın anında sahici bir eman sırasında... elbette gösterilen merhametin herhangi bir çıkar için kullanılmadığında. Fakirlerin israf etmemesi bir erdem sayılmazken zenginlerin, güçlülerin israftan kaçınması, üstünlüğünü göstermeyen paylaşımda bulunması fazilettendir. Başka'sının hakkını, hukukunu ihlal eden ahlâken de hukuken de suçludur; aslında etik olarak iki kere suçlu, fiili işlemesinin yanında bunu düşünmesi bile yanlış. Bir hayvanı, köpeği yol ortasında can çekişirken bulduğunda bunu veterinere götürmek ekstra alkışlanması gereken, erdem sayılabilecek bir tutum olarak algılanıyor; hâlbuki varoluşun normalidir acize, yaralıya, muhtaca hangi tür canlı olursa olsun yardım etmek.

BEKLENTİSİZ İYİLİK

Haz, keyf, tutku, görev gibi amaçların ötesinde bir işi yapma, bir eylemi gerçekleştirme yoluna girmek etik duruşun, kendiliğin, ol-ma'nın normalidir; aksine iyi ve kötüyü bir hedefe, faydaya, çıkara bağlamak kötüdür. Günümüz dünyasında faydasız göz kırpma bile neredeyse insanlar için zul! Niyeti kimse bilemez; sonuç niyeti de açık edeceğinden eylemlerin amaçları aynı zamanda niyetleri de gösterir. Geleneksel ahlâk risalelerinde fayda, amaç, çıkar ahlâk ile doğrudan ilişkilendirilerek anlatılır, tabii kader de praxisisin bir yerine iliştirilmiştir. Allah'ın takdirini kendi ahlâksızlığını meşrulaştırmada kullanmak insanın doğasına içkindir. Evreni kadercilikle izah eden, bireysel teslimiyet ve kötülüğü kadere havale eden insan doğası, mantıki tutarlılık aramadan rahatlıkla kötüyü temize çıkarır.

Zenon, hırsızlık yaptığı için kırbaçlanan adama durumunu sorup "hırsızlık kaderim" cevabını alınca "kırbaç da kaderin" diyerek bilinç ve iradenin kontrollü olarak bireyde şekillendiğini de kast eder. Plotinos'un "kendimizi bildiğimizde güzel, cehaletimizde kötüyüz" çıkarımına varması insan-oluş'un sınırlarını da izah eder. Çünkü kişinin eğilimleri, beğenileri, ilgileri doğrultusunda faaliyette bulunması, iyilik yapması bir erdem, moral tutum değildir; tam tersine beğenmediği, ilgilenmediği konularda, zoruna giden durumlarda "olması gerekeni yaparsa" değerli ve etik davranmış sayılır. Başka'sına saygı duymadan kendi, hakkı gözetmeden büyük millet olunmaz. Hukukun ve adaletin tesisi ahlâkî bir amacı göstermez; toplumsal yaşam ve devlet dinamiği için hukuk önceliklidir; millet bağını kurmak içinse adaleti, hakka, müşterek yaşamaya saygı duymalı. Bu da sık sık kişinin kendini, yaşadığını, toplumunu sorgulamasıyla sağlanabilir.

YAŞAYAN AHLÂK!

Sorgulamadan yaşanmaz, kritiğe tabii tutmadan sahih inşa edilmez. Sürekli kendini, ülkesini, toplumunu kollayan, gözeten, sorgulayan dinamik bir varoluş gerçekleştirir. Reel ahlâkın dejenere boyutu kritik edilmeden nefes almak ezbere yaşamdan ileri gelir, salgından korunmak ve korumak için maske takmaya özen göstermeyenler dolu yağdığında kendini arabasının üzerine atanlardır aynı zamanda! Bütün ahlâkî kurgular iyi kötü ödevi önemser fakat öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, ödev, sorumluluk, estetik yaşam yerine birikimleri büyütme öne çıkarılıyor. Öyle ki yardımları bile bir amaç uğruna gerçekleştirme söz konusu; yalnız bir dilenciye para verirken değil her tür yardımda muhtaçlık oranı, fakirlik durumu, sahtekar olup olmadıkları, bir gün kendinin de bu duruma düşebileceği, kazandığının helalliğinden şüphe duymanın getirisi, sorumluluğu üzerinden atma, vicdan rahatlatma, güç gösterisi gibi pek çok bileşen devreye girer.

Günümüz insanının olduğu kadar belki de dünya tarihinin normalidir, arkadaşını gammazlama, amirine yaltaklanırken altını oyma, ispiyonculuk, dostun üzerinden yükselip bataklıkta nefes alma, ahlâksızların ahlâk savunuculuğu, kendi kariyeri için insanların kabul edebileceği ortalama doğruları söyleme... Belki Türkiye'nin modernleşmesini, liberal ağırlığını bu kaypaklığın sebebi göstererek sıyrılma tavrı çokça yapılıyor fakat kabul etmek gerekir ki bizim, kol kırılır yen içinde kalır, her koyun kendi bacağından asılır, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, âlemle gelen düğün bayram gibi atasözlerimiz, çıkar söz konusuysa şahsileştirme ortada zarar varsa müşterekleştirmenin toplum genetiğimizde bulunduğunu anlatır. Örtbas etme, görmezden gelme, olur böyle şeyler deme, kendini kandırmaya teşvik, geçer gider avuntusu, meselelere dar bakış, başkasının felaketinden kâr devşirme, başkasının iflasını gözleme, insanları kendine mecbur kılma, istemem yan cebime tutumu yine millet müştereğimize yerleşmiştir.

İyi-kötü küçük burjuva tutumunu, dağ başında tipide kalanlara kar zincirini fahiş fiyatla satan "sıradan Anadolu insanımız"ın ötesinde, son yıllarda daha çok göstermeye başladık. Yastık altı tasarruf, kara günler beklentisinin sonucudur fakat biriktirme, sahiplenme, kendince tekelleşme, hep başkasının evini, parasını, başarısını, çocuğunu gözleme gibi özellikler gelenekten bugüne bizi yansıtır. Sırf tanımadığı, nüfuz edemeyeceği, liyakatinden dolayı diş geçiremeyeceği için vasıfsız, kifayetsiz, muhteris birini, kolay kontrol edebileceği saikiyle milletin başına bela olacağını bile bile vazifeye getirmek ahlâksızlıkların en büyüklerindendir, reelde yaşadığımız üzere. Etiği dışlayan ahlâk-çılık gittikçe yaygınlaşıyor, sadakati yalnızca teslimiyet, yalnızca denileni yapan, uygulayıcı gibi görme bile meselelerin, kavramların şakulünden kaydığını gösterir... Hâlbuki sadakat kölelik değil bağlı bulunduğu kişi-ideoloji-grubun menfaatini her hâlükarda, gerektiğinde kendisi zarara uğrasa bile gözetmek demektir.

KÖTÜYÜ BİLEREK YAŞATMAK...

Maskeli yaşam ahlâkın, gündelik ve toplumsal yaşamın temel gündemini oluşturur. Simgesel düzene her tür otoritenin, zaman zaman hiyerarşide eşitimiz olmayanın karşısına maskeyle çıkarız. Persona tiyatrocuların rollerini oynarken taktıkları maskeye denir. Jung, insanların toplumun onayını almak için sık sık persona'ya müracaat ettiğini belirtir. Zaman zaman persona insan yaşamı için gereklidir, her durumda kendiliğini göstermeni istemez başkaları. Fakat bu demek değil ki, sinik olmalı yani yanlışı bilip yine yapmaya devam etmeli. İnsanlar maskelerini sıklıkla taktıklarında toplumsallıklarını işletmez aynı zamanda verili ahlâkçılık üzerinden gemisini de yürütmeye çalışır. Sinik tutum, kötüyü menfaati gereği yaşatmaya devam etmek persona'nın bir başka yüzünü ama uzun vadeli daha yıkıcı tarafını gösterir. Günümüzün borçlandırılan insanı faiz çarkında yeni bir köleliğe rıza gösterirken siniktir; evini, arabasını aldığı için faiz prangasını kabul etmiştir. Bu da ideal bir dünyayı inşa etmenin imkânsızlığını baştan kabul etmeye götürür.

Kant'ın mümkün dünyaların en mükemmelini yapmayı ahlâkın aslına yerleştirmesi, Spinoza'nın erdemli insanı ahlâkiliğe itaat eden değil eyleme gücünü neyin yükselttiğini ayırt edebilecek yetkinlikte sayması, erdemin, etik duruşun hatta kötülüğün derecelerini belirginleştirir. Agamben, toplama kamplarındaki tutsakların Müslüman tutsaklara kötü davrandıklarını anlatır, hâliyle toplama kamplarındaki herkes acınmaya, merhamet görmeye layık mı, bu da etiğin ciddi bir sorunu. Konfüçyüs'ün tezi bu bakımdan önemli, içte yerleşmeyen ahlâk duygusunu yasa inşa edemez. Çünkü insanın derinliği yasaların hatta devletin üstündedir. Aptalların, içten pazarlıkların suskunlukları çok daha tehlikeli olabiliyor; sinsilerin bilgelik görüntüsü değerleri aşındırıyor çünkü. Çünkü yalancının hafızası herkesinkinden iyidir! İyilik yaptığını söyleyen esasında iyilik istiyor, iyilik satıyordur; erdemliliğini sergileyen, dervişane sükûtunu vurgulayan aslında üstümüzde iktidar kurma niyetinde, faşist otorite meraklısıdır.

ETİK ARAMIZDA YAŞIYOR HÂLÂ!

Reel ahlâkın dejenere boyutuna karşı İslam'ı kültür kılmış millet hayatımızda incelikli etik duruşlar da sergilenir yer yer. Allah'ın mahcup etmesinden çekinen, başkasının görmediği yerde yemek yiyen, müşteriye hatta satıcıya, insanlara hakkının geçip geçmediğini düşünen, iyi olun ahlâkçılığı yerine iyiliği yaşayan, başa gelene katlanmayı yalnız Allah'ın imtihanı gördüğü hususlarda uygulayan, mecburiyet, uyum ve katlanma etiğini sinizme götürmeyen, ailenin-devletin-otoritelerin söz dinlemeyi seven insan arayışını yeri geldiğinde hakkı saklamadan söyleyebilme cesaretiyle dağıtan, araba devrilmeden yol gösteren, Allah'ın verdiği yeteneği ve nimeti kullanmamayı ahlâksızlık sayan insan portresi her şeye karşın bilkuvve de bilfiil de aramızda var, yaşıyor. Reel ahlâk, yeni tür kölelikle beraber yeni tür iktidar da hedefliyor. Dijital tekno-kültürün ürettiği yeni insan tipi kargaşa içinde bir dünyaya doğuyor, dijital-insanı ancak İslam'ın Müslüman'a tanımladığı etik yoğunluk kurtarabilir. Reel ahlâkı aşıp ideal ahlâka yaklaşmak, verili ahlâk listelerini aşıp etik varoluşu gerçekleştirerek, cari değerleri yeniden değerlendirip aşmakla mümkün olur.