Renkli ışıkları, siyah-beyaz izleme kaderi

Kamera genelde uzakta kalarak özne ile izleyici arasında fiziksel mesafeyi koruyor.
Kamera genelde uzakta kalarak özne ile izleyici arasında fiziksel mesafeyi koruyor.

Roma, kesinlikle ruhu ve duygusu olan bir iş. Yönetmenin meseleye bakıştaki samimiyetinden şüphe duymuyorsunuz. Zaten film de yönetmenin çocukluk döneminden, ailesinde yaşadıklarından ve elbette kendi bakış açısından mülhem bir iş.

Bir filmden bahsederken duygusu ve ruhunu dile getirebilmek çok mühim. Bir filmin, size duygu ve ruhtan bahsettirebilmesi başlı başına alkışlanacak unsurdur. Ama ya sonra... Filme ruhunu veren şeylerin başında senaryo geliyor. Fakat belki daha önemlisi iyi bir işleyiş.

Sinemada hem duygu hem de ruh ortaya koyabilmek kolay değil. Türünüz ve yönteminiz ne olursa olsun bir sinema filminin ruh-duygu irtibatını sağlayabilmesinin yegâne yolu, yönetmenin samimiyetidir.


Ruh, duygusuz olamaz. Duygu, ruhsuz işe yaramaz. Sinemada hem duygu hem de ruh ortaya koyabilmek kolay değil. Baştan sona tutarlı ve samimi bir çaba gerekir. Türünüz ve yönteminiz ne olursa olsun bir sinema filminin ruh-duygu irtibatını sağlayabilmesinin yegâne yolu, yönetmenin samimiyetidir. Evet, sadece yönetmen. Zira filmin sahibi yönetmendir (ticari işlerden bahsetmiyorum elbet). Peki, yönetmenin samimiyetini nasıl anlarız? Esasında çok kolay. Nasıl olduğunu izah etmek zor. Ama çok kolay.

Cevap şu ki; bazen sadece hissederiz. İzleyici sadece hisseder. Sinemacılarsa hissetmenin dışında fark eder. İzleyiciye ulaşan duygunun ve ruhun nasıl olabildiğini fark eder. Anlamlandırır. Aslına bakarsanız film eleştirmek de tam olarak bu. Bir eleştirmenin filme dair yapması gereken, ruh-duygu olup olmadığını söylemek ve sebeplerini irdelemek. Roma’yı bu açıdan ele almak gerek. Roma, kesinlikle ruhu ve duygusu olan bir iş. Yönetmenin, meseleye bakıştaki samimiyetinden şüphe duymuyorsunuz. Zaten film de yönetmenin çocukluk döneminden, ailesinde yaşadıklarından ve elbette kendi bakış açısından mülhem bir iş. Alfonso Cuarón, çocukluğundan kalan –belli ki bütün hayatını etkileyen o duyguyu bize iletebilmek için “film dili” dediğimiz başlıklarda özgün dokunuşlar yapmaya çalışmış.

Alfonso Cuarón, son dönemlerin en iyi filmlerinden birine imza attı.
Alfonso Cuarón, son dönemlerin en iyi filmlerinden birine imza attı.

En başta film genel olarak geniş açı lens ile çekilmiş. Bu, mekâna odaklanabilmemizi sağlıyor. Kamera genelde uzakta kalarak özne ile izleyici arasında fiziksel mesafeyi koruyor. Geniş açı ve objeye uzak çekimler sebebiyle “flu” alanlar azalıyor ve izleyicinin hep büyük resme bakabilmesi sağlanıyor. Yanı sıra, kamera genelde sabit. “pan” ve “tilt” çokça kullanılmış. Sinemanın en eski ve temel hareketlerinden olmasına rağmen bu iki yöntem film diline tutarlı bir katkı sağlamış. Şaryo (kayma hareketi) da birçok sahnede Cuaron’un duyguya ve ruha yaklaşıp uzaklaşma latifesine hizmet etmiş. Filmin siyah-beyaz olması hem dönemsel olarak duygunun izleyiciye akışını kolaylaştırıyor, hem de genel olarak gri alanlarla dolu film hikâyesinin bütüncül manasına hizmet ediyor.

Roma, teknik olarak başarılı, özgün ve iddialı. Ancak bütünlüklü olarak duygusu ve ruhu itibarıyla öfkeli. Sinematografik dile uymayan bir alt hissiyat, filmin kusursuzluğunun önündeki mani.

Buraya kadar her şey çok güzel. Alfonso Cuarón, son dönemlerin en iyi filmlerinden birine imza attı. Katıldığı her festivalde ödül boğulması, Oscar’da neredeyse her kategoride yarışması ve sinema çevrelerinde “eleştirenin dövüleceği bir ortam” oluşması da bunun göstergesi. Peki, Cuarón’un yaşamışlığındaki bencil bakışı nereye koyacağız? Yani, kendi hayatındaki erkeklerin tamamına yakınının insan olmaktan uzak olması -böylesine gri alanlı bir filmde- neredeyse tamamen kadın bakışlı -daha doğru bir ifadeyle “anti-erkek”- bir duruş sergilemesi doğru mu? Film Netflix’te yayınlandı, Türkiye’de vizyona girdi. O sebepten spoiler vermek gibi bir endişemiz olmadan devam edelim. 1960’ların sonu, 70’lerin başında Meksika’dayız. Orta sınıf ailelerin yaşadığı mahallenin adı Roma.

Filmin merkezinde Cleo (bakıcı) ve Sofia (anne) var.
Filmin merkezinde Cleo (bakıcı) ve Sofia (anne) var.

Filme ismini veren bu mahallede elbette ülkenin genelinden daha steril bir hayat yaşanıyordur. Öğrenci olayları, baskı sistemi senaryonun ana hattının kıyısında dolaşıyor. Filmin merkezinde Cleo (bakıcı) ve Sofia (anne) var. Her iki kadın da erkeklerden yana dertli. Sofia’yı eşi terk ediyor. Cleo’yu ise sevgilisi ondan bir gece faydalandıktan sonra artık arayıp sormuyor. Ve Cleo hamile kalıyor. Karnındaki çocuğun babasını buluyor ama hakarete maruz kalıyor ve kendine dönüyor. Sofia ise 4 çocuk annesi ve biyokimyager. Ekonomik özgürlük ya da makam gibi bir derdi yok. Ancak eşi aldatıyor ve terk ediyor. Çocuklarıyla baş başa kalıyor. Bir yerden sonra Sofia ve Cleo birbirlerine yoldaş oluyor.

  • Filmde kusursuz insan yok. Herkesin kusurları var, hayat gibi. Ancak filmde “iyi erkek” de yok. Cuarón’un hayatında belki böyledir.

Ancak sanat öznel olduğu kadar, bu denli öznel olamayacak kadar da nesneldir. Yönetmen Cuarón, yaşadıklarını anlamak yerine, kendine bunları yaşatanları anlatmak ve hatta tahkir etmek yolunu tercih etmiş. Bu niyetle film yapılabilir elbet. Ancak sorun şu ki, filmin genel dili, duygusu ve ruhu buna müsait değil. Özetle Roma, teknik olarak başarılı, özgün ve iddialı. Ancak bütünlüklü olarak duygusu ve ruhu itibarıyla öfkeli.

Sinematografik dile uymayan bir alt hissiyat, filmin kusursuzluğunun önündeki mani. Kadın ve cinsiyet hikâyelerinin ciddi ekmek sağladığı bir dönemde böyle bir filmin yapılıyor olmasının niyetini sorgulamak istemem. Niyet okumak burada gereksiz. Çünkü hakikaten başarılı bir filmle karşı karşıyayız. Ancak başarı, her zaman duygu ve ruh manasına gelmiyor.