Rimbaud ve Maurice’in şiir serüveni İslam, mitoloji ve hüznü buluşturdu

Eser Gürson, bir yazısında devinimli şairlerden bahsederken üç isimden söz eder: Arthur Rimbaud, Necip Fazıl ve İsmet Özel. Eser Gürson’un bu yazıyı kaleme aldığı vakit göremediği ve şahit olamadığı husus ise bu üç şairin de en nihayetinde İslam ile bir şekilde müşerref olmasıydı.
Eser Gürson, bir yazısında devinimli şairlerden bahsederken üç isimden söz eder: Arthur Rimbaud, Necip Fazıl ve İsmet Özel. İlkinin erken yaşta şiiri bırakmasıyla, ikincisinin dine bağlanmasıyla, sonuncusunun da partizanlık vasıtasıyla bu devinim haliyle muamele ettiğini söylüyordu. Eser Gürson’un bu yazıyı kaleme aldığı vakit göremediği ve şahit olamadığı husus ise bu üç şairin de en nihayetinde İslam ile bir şekilde müşerref olmasıydı.
Tabii, Rimbaud’nun İslamiyet ile bağı biraz muğlak. Yemen ve Etiyopya’da kahve ve silah ticareti yapan Rimbaud’nun İslam ile tanışması da herhalde bu dönemlere tekabül etmektedir. Ölüm döşeğindeyken “Allah Kerim!” demesi de bizim için bir tür hüsnüzan gerekçesi olmuş, Rimbaud’ya Müslüman demişiz. Diğer yandan bazı rivayetlerde Rimbaud’nun Etiyopya’daki köy çocuklarına Kur’an öğrettiği söylenir. Bizim için hemencecik bir sonuca varmaya bu iki unsur yeterlidir; ama ablası, Rimbaud’nun ölüm döşeğinde sarf ettiği bu ünlemin onun ne kadar iyi bir Katolik olduğunu gösterdiğini iddia etmiştir.
Rimbaud, eserleri ve yaşamıyla bir şair arketipi oluşturur. Eser Gürson’un “devinim” kelimesiyle izah etmek istediği şeyin altında da bu vardır. Rimbaud baştan sona hem kaotik hem değişik bir yaşam sürmüştür. Genç yaşta şiiri bırakması gibi genç yaşta hayata veda etmesi de bu algıya katkıda bulunmuştur. Henüz ergenlik çağındayken Fransız şiirine yeni bir soluk katması, Avrupa’da bohem bir yaşam sürmesi, sonrasında Aden ve Harar’da Avrupalı kahve tacirlerine öncülük etmesi, Etiyopya’daki soylularla yakın ilişkiler kurması… Yine bir rivayete göre Rimbaud, Harar’a ayak basan tarihteki üçüncü Avrupalı imiş. Hayatının neresinden tutarsak tutalım elimize bambaşka bir renk boya bulaşıyor.
Fransız şiirinde ıstıraplı şairin arketipi Rimbaud ise bunun prototipi de herhalde Maurice de Guérin’dir. Şimdilerde şiir ve edebiyatın pek açılmayan tozlu ciltlerinde yer alan Maurice’in de henüz yirmi sekiz yaşındayken veremden ölmüştür. Bu kısa ömründe birçok şiir kaleme alsa da ölümünden kısa bir süre önce eserlerinin ekseriyetini yok etmiştir. Geriye Kentaur adında meşhur mensur şiiri ve birkaç mektubu kalmıştır.
Kentaur, Maurice’in şiir idrakini de güzel bir şekilde yansıtmaktadır. Canlı tabiat sahneleri içeren ve Yunan mitolojisinden beslenen kısa bir eserdir. Bruce Rogers’ın 1914’te tasarladığı Centaur yazıtipinin ismi de bu eserden gelmektedir, zira bu fontla ilk Kentaur eseri basılmıştı. Bu sebeple, günümüzde hepimizin bilgisayarlarında ve kütüphanelerinde Maurice de Guérin’den bir parça vardır.
Maurice’in vefatından sonra ablası, George Sand vasıtasıyla kardeşinin şiirlerini tüm Fransa’yla paylaşabilmişti. Biz nasıl Rimbaud’nun Müslüman olduğuna dair zanda bulunuyorsak Sand de şiirdeki pagan unsurlar sebebiyle Maurice’in panteist olduğunu ileri sürmüştü. Tabii Maurice’in Katolik ablası bu iddiadan hoşlanmamış ve Sand’e karşı şu cümleleri sarf etmişti: “Kentaur ve muhtelif parçalardan ötürü Maurice’in panteist olduğuna kanaat getirilebileceğini hayal dahi etmezdim. Telemak’ı okuyan biri de Fénelon’un Yunan olduğunu sanmaz herhalde.”
İki Fransız, iki şair, iki bohem, iki gencölmek, iki abla, iki mektup, iki inanç, iki inkâr, iki tasdik, ikircik…
Ruhun devinimi, insanı bir yerden alıp bambaşka bir yere götürebiliyor. Her hayatın başka bir hikayesi olsa da bazı benzerlik ve paralellikler geçen günlerimize dair bazı işaretler veriyor. Bakalım bizim hikayemiz nerede başlayacak, nerede bitecek.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.