Romanın amacı şimdiyi ve geleceği aydınlatmaktır

İsmail Özen
İsmail Özen

Karlı Bir Gece Vakti, 28 Şubat döneminin politik kapsamıyla sınırlandırılamayacak, insani olana dair pek çok şeyin olduğu bir kitap.

Günler Ne Kadar Kısaldı ve Babamın Şarkısı kitapları ile kendine özgü bir öykü evreni kuran İsmail Özen ile ilk romanı Karlı Bir Gece Vakti'ni ve şehrin ahengini bozan ay resimlerini konuştuk...

Bir öykücü olarak ilk romanınızın 28 Şubat dönemiyle başlaması, daha doğrusu 28 Şubat döneminin sizin için bir roman konusu olmasının sebebi nedir?

Aslında başlarken böyle bir şeye evirileceğini ben de bilmiyordum. Belirli bir noktadan sonra kendimi kaybetmiş olmalıyım. Ama romanımın konusunun 28 Şubat olduğu ile ilgili kuşkularım var. Karlı Bir Gece Vakti bir dönem romanı belki ama bence doğrudan bir 28 Şubat romanı değil. Bunu, kendimce belki de içinde çok daha fazlası olduğunu düşünerek, romanımı 28 Şubat gibi doğrudan politik çağrışımları olan bir kalıbın içine sokmak istemediğim için söylüyorum. Yazarken 28 Şubat'ın -tıpkı Konya şehrinin mekân olarak bir fon oluşturması gibi- zamansal bir fon oluşturmasını istemiştim. Ama daha ilk söyleşinin ilk sorusunda bu sorulduğuna göre bu tanımlamadan bir kaçış da olmayacak herhâlde.

Yine de Karlı Bir Gece Vakti'nde hayatları 28 Şubat'a denk gelmiş ya da maruz kalmış insanların yaşamından kesitler var, diyerek biraz daha bu tespiti yumuşatmaya çalışayım. Çünkü romanda gündeme getirilen, tartışılan başka pek çok mesele var. Bunları söylerken romanın elbette 28 Şubat'la olan bağlarını yadsımıyorum. Neden böyle bir konuyu tercih ettiğime gelince, belki gözümden kaçmış olabilir ama, anlattıklarımın benim yazdığım şekliyle edebiyatımızda kimse tarafından dile getirilmediğini düşünüyorum. Romanlar da tıpkı tarih gibi kurmacadır, ikisinin de amacı daha çok şimdiyi ve geleceği aydınlatmaktır. Bu anlamda şimdi yaşadığımız, belki sonra yaşayacağımız bazı şeylerin de ipuçları vardır romanımda.

Bir yazar niyeti bağlamında sormak istiyorum, 28 Şubat sürecinde geçen romanı 25 sene sonra yazma ihtiyacı hissetmenizin sebebi nedir? Bu romanı "28 Şubat" döneminin günümüz dünyasında deforme olan anlamına karşı bir girişim olarak okuyabilir miyiz?

Deforme olma anlamında bir çağın başka bir çağa üstünlüğü var mıdır, bilmiyorum. Okuduğum metinlerden hareketle tüm zamanlarda insanların kendi yaşadıkları dönemdeki ahlâkî kokuşmadan, bozulmadan yakındıklarını görüyorum. Bu bir dua mı sığınma mı, kendini temize çıkarma, rahatlama, acıklı bir arınma çabası mı yoksa bir durum tespiti mi bilmiyorum. Kur'an-ı Kerim'den ahlâkî tefessühleri sebebiyle helak edilen kavimler olduğunu öğreniyoruz. Ben bazen çağlar boyunca sadece deformasyon araçlarının değiştiğini düşünüyorum. Şu yaşıma kadar o kadar hadis okudum; Efendimiz'in (a.s.) toplumdan, kötülükten yakındığını hiç görmedim. Yakınıp durmanın rahatlığından usandım bugünlerde. Bu, kalkıp Allah rızası için bir şeyler yapma iradesi gösteremiyor olmakla alâkalı değil mi? Kendine ve topluma bakan umutsuzluğa kapılabilir, Allah'a bakan umutsuzluğa kapılmaz. Yaşlıların hayat tecrübesiyle gençlerin –Yusuf Taha Göktaş ve arkadaşlarının mesela- öfkeli ahlâk anlayışlarını, diri enerjilerini harmanlayabilecek yeni bir yürüyüşe ihtiyacımız var bugünlerde. Haddimi aşarak herkesi bu yürüyüşe davet ediyorum.

Müslümanlar, kalkın ve iyiliği arayın, güçlü mümin olmak için Allah'ın size verdiklerini kıymetlendirmeye çabalayın, demek istiyorum. Elli bir yaşıma geldim ve anladım ki dünyada Müslüman için cehdden, cihattan başka bir huzur biçimi yok. "Diriliş" de "Hareket" de budur. Peygamber Efendimiz (a.s.) neden altmış bir yaşında Tebük Seferi'ne çıktı? Bunu düşünmek gerekmiyor mu? Sorunun özeline gelirsek romanım deformasyona karşı bir girişim değil, hem bir tek romanla hatta roman türünün sunduğu imkânlarla bunun önünü almak mümkün mü? Öte yandan romanım çok gerçekçi, öyle örnek olabilecek, idealize edilmiş bir karakter bile yok belki. Ben sadece bildiğim, yapabildiğim bir şeyi iyi yapmaya çalışıyorum. Bana bu verilmiş, ben bundan sorumluyum diye düşünüyorum. Romanı yazma sebebim de bu. İhlas, emeklerimizi paha biçilemeyecek kadar yüksek değer veren alıcıya satma becerisi, duyarlılığı gösterebilmektir, diye düşünüyorum. Allah hepimize niyetlerimizi hâlis kılma konusunda yardım etsin. Allah her işte ihsanı, güzel davranmayı emretmiştir.

Eserdeki diyaloglar tam olarak o döneme ait sözcüklerden, cümlelerden hatta tavırlardan oluşuyor. O dönemin söylemleri ile bu dönemin söylemleri arasındaki fark, 28 Şubat döneminin duygu atmosferinin anlaşılmasında bir engel teşkil edebilir mi?

İlk okumayı yapan arkadaşlar yeni neslin romandaki bazı siyasi meseleleri anlamakta zorlanabileceğini ifade etmişti. Hatta kelimelere mesela "Mele" ve "Mütrefin" kelimelerine takılmıştı arkadaşlardan biri. Ben de sözlüğe bakmanın bu kadar kolay olduğu bir dönemde bu kelimeleri değiştirmek istemiyorum, demiştim. Anlaşılma konusu karmaşık bir mesele. Gogol'ün Ölü Canlar'ını okuyan birçok kişiye 19. yüzyıl Rus toprak sistemi hakkında bir şey bilip bilmediklerini sormuştum, kimseden doğru düzgün bir cevap aldığımı hatırlamıyorum. Bunu bilmeyen birinin oradaki ironiyi anlaması mümkün mü? Bir de bu eser –hangi akla hizmetle- yıllarca liselerde yüz temel eserden biri olarak okutuldu, onu da hiç anlayamamıştım. Mesela Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Tutunamayanlar bana göre çok zor metinler ama bu eserler hep okunuyor ve gündemdeki yerini koruyor.

Hatta lise öğrencilerinin ellerinde görüyorum sıkça. Karlı Bir Gece Vakti onlar kadar ağır bir metin değil kanaatimce. Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü üniversite yıllarında okumuş ve çok keyif almıştım ama şimdi dönüp baktığımda onu gerektiği gibi anlayamamış olduğumu görüyorum. Az önce Karlı Bir Gece Vakti bir dönem romanıdır, demiştim. Buna öylesine sadık kalmaya çalıştım ki mesela o günlerde neleri tartışıp konuştuğumuzu hatırlayabilmek için o dönemde okuduğum kitapları, dergileri, okuma defterlerine aldığım notları bile gözden geçirdim. Mesela romanın başında bahsi geçen Fethi Şikaki eylemi 1996 Ekim'inin son cumasında idi, Değişim dergisi 1996 Kasım ayına ait. Gerçekten o dergide İbn Teymiye ile ilgili romanda aktarılan bilgi var. Hatta bir yerde – biraz da latife kabilinden- Galatasaray maçındaki bir golden bahsediyorum ki isimlerden ve skordan hareketle o maçın ve golün, dolayısıyla romanda o esnada yaşananların tam dakikası tespit edilebilir.

O dönemin tartışmalarını, gündemini bugünden bakarak kavramak zor olabilir belki ama az önce de romanımı 28 Şubat döneminin politik kapsamıyla sınırlandırmak istemem, romanımda insani olana dair de pek çok şey var, demiştim. Bu anlamda MÖ 18. yüzyılda yazılmış Gılgamış destanından ve MÖ 8. yüzyılda yazılmış Odysseia'dan bu yana pek fazla bir şeyin değişmediğini görüyoruz. İnsani olan hiçbir şey değişmiyor, biz bu yüzden 1400 küsur yıl önce indirilmiş bir kitaba bütün kalbimizle inanıyor ve orada hayata, insana dair olan her şeyi bütün tazeliğiyle görüyoruz. Geçenlerde bir haber sitesinde Pompei kentinin duvar yazılarını okuyup çok şaşırmış ve insanın mizah ve ironi anlayışının, duygularının hiç değişmediğini bir kez daha anlamıştım.

Ben sadece bildiğim, yapabildiğim bir şeyi iyi yapmaya çalışıyorum. Bana bu verilmiş, ben bundan sorumluyum diye düşünüyorum. Romanı yazma sebebim de bu
Ben sadece bildiğim, yapabildiğim bir şeyi iyi yapmaya çalışıyorum. Bana bu verilmiş, ben bundan sorumluyum diye düşünüyorum. Romanı yazma sebebim de bu

Romanda karakterlerden olay örgüsüne çok ince işlenmiş, iç içe geçmiş bir anlatı ve gerçeklik görüyoruz. O yılların kaotik yapısının teknik anlamda romana bu şekilde etki ettiğini söyleyebilir miyiz?

Bence romanda en iyi teknik, en iyi biçim ardındaki gerçekliği en şeffaf biçimde gösterendir. İç içe geçmiş, dediğiniz şey belki de günlük yaşamın kargaşası, çok sesliliği. Az önce iş arkadaşımla tartıştım, sonra Yusuf Taha Göktaş'ın notlarına bir kez daha baktım, biri gelip asgari ücretten bahsetti, şimdi Türkiye'nin Ağaçları ve Çalıları kitabına bakıyorum. Romana yansıyan iç içelik biraz bununla, gündelik yaşamın orijinal zorluğu ve karmaşıklığıyla ilgili olmalı. Yazarken sık sık Milan Kundera'nın "Roman yazmak beste yapmaktır" sözünü hatırladım. Tahliller, betimlemeler, özetler, geri dönüşler, iç monologlar, bilinç akışı, diyaloglar ve diyalogların doğrudan veya dolaylı aktarılma şekilleri üzerinde çok düşündüm. Ne zaman hangisini tercih etmek gerekiyordu mesela? En büyük teknik bütün bunlardan uyumlu ve anlamlı bir beste çıkarabilmek herhâlde.

Dönemin insanlarının politik gündemlerinin dışında, özel hayatlarında aşk ve güzeli bulma uğraşı ne kadar yer tutuyordu?

Aşk davetsiz misafirdir. Gündelik yaşamın güvenliğini tehdit eden bir risktir ayrıca. Tesettürlü bir kıza âşık olduğu için cemaat sohbetlerinden tard edilen bir arkadaşım olmuştu üniversite yıllarında. Üstelik kız siyah çarşaflıydı. Arkadaş görüşmek ve evlenmek için aracılar koydu fakat kız kabul etmedi. Okul çıkışında uzaktan, çok uzaktan onu takip eder veya bir yerlerde kısacık görüvermek için yolunu gözlerdi. Öyle romandaki gibi kızla gezip tozmak filan yok yani. Arkadaşın öyle bir düşüncesi ve talebi de yoktu zaten. Birkaç kez girişimde bulunmasına rağmen kız teklifi kabul etmeyince arkadaş bunalıma girmişti. O günlerde cemaatten arkadaşa sohbetlere gelmemesi için bir tebliğ yapılmıştı. Bu meselenin bir yüzü tabii ki. Ama başka konularda son derece açık bir yapıydı kastettiğim cemaat.

Mesela her şey okunur, tartışılırdı. Hatta okunur değil, çılgınca okunurdu. Cemaat evine ilk gittiğimde romanda da geçtiği gibi, bir sehpanın üstünde Mevdudi tefsiri, Sevda Sözleri, İslami ve sol dergiler duruyordu mesela. Bütün bunları ben şöyle okuyorum: Emperyalizmin köpekleri tarafından gençleri her on yılda bir tırpanlanmış, terörize edilmiş, cahil bırakılmış, ezilmiş bir memleketin çocuklarının, karanlıkta el yordamıyla iş tutma biçimi ancak böyle olabilirdi herhâlde. Gençlere cumhuriyet tarihini tarafsız bir gözle, çok yönlü araştırarak tekrar tekrar okumalarını öneririm. Bunu yaparken özellikle darbe dönemlerinin dış bağlantılarını görmeye çalışsınlar. Yakın bir zamanda Aytekin Yılmaz'ın Son Diktatör'ünü okudum ve o dönemlerde devlet edenlerin nasıl bir çirkefin içinde olduklarını gördüm. Cüzler küll'e ilişkin bir şeyler söylüyorsa kitabın bütüne dair söyledikleri korkunç.

Esat Zahit karakterinin romanın içinde radikalleşmediğini görüyoruz. Esat Zahit karakterinin radikalleşmesi önleyen şey sizce nedir?

Ailesinin esnaf kökenli taşra eşrafı olması belki, ailesinde bir dini terbiye geleneğinin olması belki de. Bir kız için zırıl zırıl ağlayıp durmasından belki. Ama bilmiyorum belki de sivil, dayanılmaz bir yüreği olduğu için; belki aşk içindeki ergen ölüsünü uğraştırdığı için, belki de döşünde şehrin ahengini bozan ay resimleriyle, bezgin günlerin buruşuk memelerini anarak hüznün arkalarından geçtiği için. Sivil, dayanılmaz bir yürek, bu daha açıklayıcı oldu galiba. Çünkü mesela Pensilvanya'da eyleşen zombilerde bu asla olamayacak bir şeydir.

Yapay zekâ çağında, her şeyin mizahla aktarılmaya çalışıldığı 2022'de sizce politik roman mümkün mü? 2022'de politik roman yazmanın zorlukları sizce nelerdir?

Neden mümkün olmasın? Roman türünün ortaya çıkmasından bu yana yazılmış bütün büyük romanlar politiktir. Bu bağlamda büyük romancılar da sadece romancı değildir. Tolstoy sadece romancı mıdır mesela? Ya da onu büyük yapan sadece romancılığı mıdır? Tür ayrımına tabii tutmadan soralım; bizde Mehmet Akif, Sezai Karakoç sadece şair midir? Elbette onların sanatlarının, şiirlerinin kalitesini göz ardı etmiyorum bunları sorarken. Bu her yerde böyledir aslında. Mario Vargas Llosa "Neden Latin Amerika'daki yazarlar, bugüne değin sanatçı ve sadece sanatçı olamıyorlardı? Neden aynı zamanda reformist, siyasetçi, devrimci, ahlâkçı olmak zorundaydılar?" diye soruyordu bir yerlerde.

Politika (politeia); kent, toplum, hükümet gibi anlamlar içeren bir kelime. Kentte, toplum içinde yaşayan herkes kaçınılmaz olarak yöneten veya yönetilendir, mutlaka bir sınıfa mensuptur ve eylemlerinde, davranışlarında mutlaka bunlar açığa çıkar. İnsan, toplumdan kaçıp dağa çıksa bu da politik bir tavırdır nihayetinde. Bunlar bir yana, roman denen türün kendisi bile moderniteye özgü politik bir enstrümandır zaten. Bu anlamda G. Lukacs'ın, roman Tanrı'nın bırakıp gittiği dünyanın destanıdır, sözü bu kuralsız türün durduğu politik zemine işaret eder. Politik roman yazmak bana zor gelmedi hatta bunun, özellikle de bizim gibi siyasetin böylesine yoğun yaşandığı ve bu kadar çok verinin olduğu bir ülkede, kolaylık sağladığı da düşünülebilir.