Şahane hayat

Şahane Hayat
Şahane Hayat

Oysa; bir işkence fotoğrafından geriye kalan, cesetten başka ne olabilir! Bir masum insanvurulup yere yıkıldığında, hangi dengeler ayakta kalabilir! Bir ülkede kurulan can pazarı bilesoysuzca yağmalanırken, petrol borularının güvenliğini kim sağlayabilir! Ateşin dokunmasındannasıl kurtulur zalimler!

Rivayet olunur ki; “Zi Gung, Han Irmağı’nın kuzey yakasından geçerken bostanda çalışan yaşlı bir adam gördü. Adam bostan sulama arkları açmıştı. Kuyuya kendisi iniyor ve elleriyle çıkardığı bir kova suyu arka döküyordu. Bütün yorgunluğuna rağmen çok kötü bir sonuç elde ediyordu.

Zi Gung: “Bir günde yüz arkı sulamanın bir yolu var. Az bir yorgunlukla büyük sonuçlara ulaşılıyor. Sen de yapmak istemez misin?” dedi.

Bostancı ayağa kalktı, ona baktı: “Nasıl bir yol?” dedi.

Zi Gung: “Arkası ağır önü hafif ağaç bir levye alırsın. Böylece bol bol su çekebilirsin. Bunun adı zincirli kuyudur.” dedi.

Bu kadim hikâyeyi “Yaralı Bilinç” kitabında nakleden Daryuş Şayegan, yaşlı adamın tavrından hareketle Doğunun (özellikle Çin ve İslam ülkelerinin) teknolojik üstünlüğü ıskaladığını ve dolayısıyla tarihte tatile çıktığını söyler.

Yaşlı adamın suratı öfke ile gerildi; sonra gülerek şöyle dedi: “Ustam der ki; makine kullanan kişi bütün işlerini makine gibi görür. İşlerini makine gibi gören kişinin makine gibi yüreği olur. Ve göğsünde makine gibi bir yürek taşıyan kişi masumiyetini kaybeder. Saf masumiyetini kaybeden kişi ruhunun hareketlerinde kararsız olur. Ruh kararsızlığı doğru anlamla uyuşmaz. Bu şeyleri bilmediğimden değil, kullanmaktan utanırım.”

Bu kadim hikâyeyi “Yaralı Bilinç” kitabında nakleden Daryuş Şayegan, yaşlı adamın tavrından hareketle Doğunun (özellikle Çin ve İslam ülkelerinin) teknolojik üstünlüğü ıskaladığını ve dolayısıyla tarihte tatile çıktığını söyler. Kitabın birinci baskısının üzerinden geçen onca yıl içinde Çin, yazarı yanıltan bir geri dönüşle tarihteki yerini aldı. Bizimkiler ise dönüş yoluna girdiler. Hakikaten öyle mi? İnsanı alet yapabilen hayvan olarak tanımlayan düşünce, -farkında olalım veya olmayalım- modernliğin giriş kapısı olarak bizim içimizde de yer etmiştir.

Alet yapmayı, gelişmenin ve ilerlemenin en önemli unsuru olarak görenlerle, dünyada daha fazla alete (ekonomik, teknolojik, silah vb. gibi) sahip olarak egemenlik kurma veya ayakta kalma peşinde koşanlar, içerisinde bulunduğumuz keşmekeşin de mimarlarıdır.

Modernlik, hayatımızın olağan akışı içerisine yerleştirdiği kolay, pratik faydalar vasıtasıyla yaygınlaşır. Bu sebeple dikkatimizden kaçar. Sıradandır. Hoşa giden bir yanı vardır. İnsanı içerisindeki ateşi körükler. Gününü gün etmek onun şiarlarındandır. Çile çekmek, istenmeyen bir durumdur. Zevk almak ve haz asıldır! İnsan önce kendini düşünmelidir! Başarmak ve güçlü olmak için her şey yapılabilir! Ez ve geç!

Düşene dost olma!

Yardımlaşmak zafiyettir! ,

Yaralı Bilinç: Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni Daryush Shayegan (İstanbul: Metis Yayınları, 2017)
Yaralı Bilinç: Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni Daryush Shayegan (İstanbul: Metis Yayınları, 2017)

Siyaset, ekonomi, toplumbilim, fen bilimleri, yasalar, uluslararası ilişkiler, en modern silahlarla yapılan savaşlar, anlaşmalar, örgütler, fabrikalar, okullar, piyasadaki para hacimleri, toplu taşıma araçları, fuarlar, alışveriş merkezleri, futbol müsabakaları… Onların arasında insanı görebilir misiniz?

  • Ruhu ve düşüncesi, günah ve pişmanlıkları, gayret ve niyeti, yoksulluk ve kanaatkârlığı, düşüp kalkmalarıyla insanı görebilir misiniz gerçekten?

Kul olan insanı görmek mümkün müdür bütün bu keşmekeşte?

Modernlik, rükünleri yerine getirilmesi için yaşanılan bir din oldu. Onun kriterleri, münkirleri ve iman edenleri var. Dünya hayatı her şeydir ve hayat ancak kendisi ile kaimdir. İnsan bedeni, ruhunun ve ahlâkın kontrolünden kurtulmalıdır. Çalış, kazan, biriktir ve harca! Devletlerin, ekonomik ilişkilerin aktörü olmaktan başka bir kıymeti harbiyesi yoktur. Topluluklar birer tüketim mekanizmasıdır. Çevre, kirletilmek içindir. Ozon tabakası delinmelidir. Uzaya, ‘al gözüm seyreyle Salih’ demek için çıkılmadı; yıldız savaşları en büyük ilerlemedir. Piyasa ve alım gücü, üretim ve ihracat, döviz kuru ve faiz oranları, enflasyon ve borsa endeksleri; binlerce insanın ölümünün görmezden gelinmesini sağlayacak kadar önemlidir.

Oysa;

Bir işkence fotoğrafından geriye kalan, cesetten başka ne olabilir! Bir masum insan vurulup yere yıkıldığında, hangi dengeler ayakta kalabilir! Bir ülkede kurulan can pazarı bile soysuzca yağmalanırken, petrol borularının güvenliğini kim sağlayabilir! Ateşin dokunmasından nasıl kurtulur zalimler!

Nasıl emin olunur Hesap Gününden, önceden gönderdiklerimize dair bir nedamet bile dile getirilmemişken!

O yüzdendir; bir çocuk yuvasında dayak yiyen yetimlerden yana yüreğimizin gerçekten yanamaması veya “az sonra” “flaş haber” değerinden daha fazla bir yer bulamaması içimizde. Yanı başımızda sürüp giden işgalde ölen bebeklerin kanı var, bütün ihracat rakamlarının üzerine damlayan.

O yüzden sınırlarını korusak da memleketimizin, her gün bir başka evladı eksiliyor içeride. Akşam olduğunda öldürülenlerin sayılarıyla yapılan bir hesaplaşma var. Her gün kocaman bir dağ kopuyor yüreğimizden bir bilseniz. Bizim mülkümüze bomba atıyor alçak mı alçak adamlar. Hainler kol geziyor içimizde. Ve biz, “Yaşasın” ve “Kahrolsun”dan öte bir slogan bile bulmuş değiliz kalbe sürur veren. Bu iki sarkaç arasında gidip geliyoruz, öylesine uyuşmuş ve öylesine naçar…

Tamam, bütün bunlar oluyor ama biz de “ilerliyoruz” var mı ötesi!

Var!

Kendimizi eksilterek fazlalaştırmaya çalışıyoruz dünyalığımızı. Dışımızın mamurluğuna adanmış bir gayretle içimizi harap ediyoruz.

Dünyanın ve üzerindeki her şeyin var oluşunu, yaratılıştan bağımsız olarak düşünmenin varabileceği başka bir yer de yok zaten.

Oysa insan olarak yaratılmak, ‘Galu Bela’da verilen sözle ilişkili bir durumdu. Hayatın herhangi bir diliminde, bu kulluk taahhüdünün dışına çıkarak, verilen söze sadık kalınması ise zaten mümkün değil! Hiç mümkün değil!

Tam da burada size bir filmden bahsetmek isterim. Adı “It’s a Wonderful Life.”

1946 yapımı filmin yönetmeni Frank Capra. Şahane Hayat’ta olduğu gibi Capra’nın bütün filmleri iyi insan olmanın nasılına dair son derece sade, duru ve akıcı bir dille verilen cevaplara sahip.

Tam da burada size bir filmden bahsetmek isterim. Adı “It’s a Wonderful Life.”
Tam da burada size bir filmden bahsetmek isterim. Adı “It’s a Wonderful Life.”

“Cinema d’art”da aradığınız bol sisli, durağan, örtük mesajlarla yüklü bir şey bekliyorsanız Frank Capra size bunu veremez ama insan olma sanatına dair şairane işler çıkarır. İşte tam da bu yüzden bu filmi izlemediyseniz film izledim diyemezsiniz. O kadar da iddialıyım.

“Sanat filmi” âşıkları burun kıvırabilir ama yol gösterici, zihin açıcı, umut ve heyecan dolu bir film “Şahane Hayat.”

George Bailey büyük hayalleri olan genç bir kasabalıdır. Çocukluğundan beri iyiliğin peşinden koşan George, büyüdüğünde dünyayı dolaşıp farklı ülkeleri görmek ve ansiklopedilerden aşina olduğu o farklı dünyayı keşfetmek istemektedir. Tam da bu planları yaparken, kardeşinin mezuniyet töreninde, Mary’ye âşık olur. Kasabadan ayrılma arifesinde ve tam da âşık olduğu gece babası kalp krizi geçirerek ölünce bütün hayallerini bir kenara koyarak babasının işlerinin başına geçmek zorunda kalır.

George farkında değildir ama Allah onun için çok daha iyi bir plan hazırlamıştır. Ve bu planın geçerli olabilmesi için üst üste gelen zincirleme sıkıntıların, musibetlerin, ateşlerin içinden geçmek zorundadır.

  • Âlimlerin birçoğu, Hz. Yusuf’un (Aleyhisselâm) zindandan çıkıp Mısır’a sultan olmasını tefsir ederken bunu Allah’ın, mübarek-el Latif Adının tecellisi olarak görürler.

El-Lâtif, Allah’ın en ince ve zarif bir biçimde Lütuf sahibi olduğunu gösteren Adıdır. Faydalı işleri Yarattığı insanlardan dilediğine en ince ve en gizli şekilde ve nezaketle ulaştırandır Allah. Lütfeden ve her şeye vakıf olan Allah, Yarattığı insanı ihtiyaçlarına, sezilmeyecek incelikte ve fakat bir yandan da öğreterek en zarif biçimde ulaştırır.

Burada mesele iyi insan olmaktır, iyi insan olmaya çabalamak ve bundan hiç vazgeçmemektir. Çünkü iyi olmaktan vazgeçtiğimizde, üzerinde durduğumuz sağlam zemin daha biz farkına bile varmadan kayıp gidebilir ayaklarımızın altından. İyi olmaktan vazgeçmek yolun üzerinde, aklımızı, ruhumuzu çelen ve en kötüsü “iyi” gibi “daha kolay” gibi gözüken şeytani her ne varsa onların tuzağına düşmek demektir. Oysa biraz daha rikkat ve teslimiyet içinde olduğumuzda bu cezbedici uçurumların yanından incelikle çekip çıkaracaktır bizi Allah.

Seçimlerimizden ibaret bir hayat yaşıyoruz. Seçimlerimiz aynı zamanda kaderimizi de belirliyor. Yaptığımız seçimler her zaman doğru olmayabilir, hatta sevdiklerimizin hayatında meydana gelebilecek musibetlere de yol açabilir.

Ama günün sonunda seçimlerimiz yanlış da olsa, temelde Allah’ın murad ettiği iyi olma halinin bizi götüreceği yer yalnızca Allah’ın yardımıdır.

“Şahane Hayat” bize işte tam da bunu iyi olmakta ayak dirediğimizde duanın ve Allah’ın yardımının bize incelikle ulaşacağının mesajını harika görüntüler ve diyaloglarla veriyor.

Başa dönersek, göğsümüzde “makine gibi bir yürek” taşımak istemiyorsak ve kaybetmek istemiyorsak masumiyetimizi ya da ondan geride kalan her ne varsa, bir parça gayret, bir el uzatma, hakiki ve içten bir gülümseme, bir temenna, biraz merhamet, biraz şefkat ve bir iyiliğin peşine düşmek, kirlenen ruhumuzu arındırmak ve asıl gayeye yüzümüzü çevirmek için hepimizin yapabileceği ama önce istememiz ve talep etmemiz gereken hesapsız, basit ve bereketli adımlar olacak. Sonrası mı, Allah bütün yaptıklarımızdan haberdardır ve hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmaz diye hatırlatmam yeter sanırım. Birbirimize bunu hatırlatmamız ve siyasetin gözleri kör eden sisinden sıyrılıp her gün bir küçük iyiliğin peşinen gitmemiz yeter.

Buna o kadar kalpten inanıyorum ki...

James Stewart, George Bailey, Donna Reed ise Mary Hatch rollerinde olağanüstü bir oyunculuk sergilediği ve her yıl tekrar seyrettiğim bu filmi size de şefkatle öneriyorum.

Not: Bu filmi izleyip beğenenler, Frank Capra’nın “Mr. Deeds Goes to Town” (1936), “You Can’t Take It with You” (1938), “Mr. Smith Goes to Washington” (1939) filmlerini de izlemelerini öneririm. Belki “sanatsal” bulunmayabilir ama insanlık sanatını öğreten şahane filmler hepsi ve hepsi internette altyazılı olarak mevcut.