Şair neye yarar hatırlamazsa Ayhan Kırdar

Ayhan Kırdar
Ayhan Kırdar

Ayhan Kırdar, ilk şiirlerini Yelken, Hisar, Dost, Otağ ve Varlık gibi dönemin önemli dergilerinde yayımlar. 1961- 1977 yılları arası Lo, Bağırıyorum, Ole, Gece Bir Kelepçe Bileklerimde, Soyarken Bıçak Karanlığı ve Geceye Çizilen Güneş İsimleriyle altı şiir kitabı yayımlar. Muzaffer Uyguner'den Mehmet Kaplan'a, Cemal Süreya'dan Ahmet Kutsi Tecer'e kadar birçok şair, eleştirmen ve akademisyen "büyük umutlar besler" Kırdar hakkında. 1960'lı yıllar İkinci Yeni şairlerinin "bile" hem Türkiye hem de dünyadaki toplumsal meselelere eğildiği bir dönemdir. Bu yıllarda Küba'dan Vietnam'a, Filistin'den İspanya'ya kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılan bir toplumsal/sosyal duyarlılık söz konusu. Ama Kırdar, 60'lı yıllarda, sanki Türk şiiri bu yönde ilerlemiyormuş gibidir. O da şiirinde İspanya der örneğin, o da savaştan bahseder. Ama İspanya deyince aklına -Yahya Kemal gibi- kadeh gelir, hoyrat sevdalar gelir, kadınların kirpikleri gelir. Bu dönemde savaştan bahsettiği tek bir şiir vardır. Numunelik. Başka yazmaması, onun siyasi şiire bile isteye yüz vermediği gösterir. En azından 60'lı yıllar için...

Attila İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Ahmet Haşim arasında gidip gidip gelir Bağırıyorum kitabında Kırdar. Dize kurulumu ve eda bakımından Attila İlhan, metafizik anlamda Çocuk ve Allah dönemi Dağlarca ve dış dünyayı alımlama noktasında Haşim. Bu özelliklerin hepsi kitabın tamamına yayılmışken, tek tek şiirlerde de görebiliyoruz. Kitaba adını veren "Bağırıyorum" şiirinde olduğu gibi. Örneğin şu dizeleri okuduğumuzda birden Attila İlhan geliveriyor aklımıza: "Korkularımızı tanısan üşürsün/ Üşürsün yorulursun mevsimlerimizde gezinsen"

Ayhan Kırdar'ın en meşhur şiiri "Cehennemde Kurulan Kamp" bir arayışın ürünüdür. Mehmet Kaplan'ın dediği gibi, bu arayışı daha önce yalnız Cahit Sıtkı'da görmüştük. Cahit Sıtkı'nın yanına bir de Ziya Osman'ı koyabiliriz belki. Çünkü Cahit Sıtkı ve Ziya Osman da tıpkı Kırdar gibi, Allah karşısında kendilerini aciz, güçsüz ve günahkâr hissederler. Tasavvufla ilgisi olmamakla birlikte, Kırdar bu günahkârlıktan, kendisini ateşle temizleyerek kurtarır. Kurtarmaya çalışır. Çünkü, "Tanrı yok" deyip kenara çekilmez birçok akranı gibi. Neden yok? Bunun acısını hisseder. "Cehennemde Kurulan Kamp"ı bunca ünlü bir şiir yapan da büyük oranda bu düşüncedir.

"Ben" üzerine kuruludur Ayhan Kırdar şiiri. Ben'in ilkel hâlleri üzerine kurulu. İlkel diyorum çünkü ben'in modern şiir kademesine çıkması için, toplumsal (toplumcu değil) bir karşılığı olması da gerekir. Toplandılar ve Sonrası Kalır gibi. Yahut bütün bir İsmet Özel külliyatı bunun örneğidir mesela. Ben, toplumsal bir karşılık bulamazsa şair kendi etrafında dönenip durur, açılamaz. Cemal Süreya da kimi zaman bu hataya düşmüştür. Ancak bu o kadar azdır ki onda, görmezden gelebiliriz. Yine de Ayhan Kırdar kronolojisinde, ben'in topluma açıldığına, en azından açılmaya çalışıldığına şahit oluyoruz. Ayhan Kırdar'ın, "ben"in etrafında bu kadar çok dolanmasının temel nedeni, sanıyorum ki Ahmet Haşim ve Necip Fazıl etkisidir.

Ben'in topluma vardığı ve olgunlaştığı kitap ise Soyarken Bıçak Karanlığı'dır. Açlık, mavzer, el emeği, alın teri ve yorgun avuçlar gibi kelime ve terkipler bu dönemde karşısına çıkar okurun. Yine bu dönemde en çok dikkati çeken şiir, "Bağır/ Bağırabildiğin kadar/ Ankara sağır" dizeleriyle başlayan "Suç" şiiridir. "Suç", Anadolu'nun, bilhassa Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde anlatılageldiği gibi, neredeyse kusursuz, her güzel şeyin kaynağı veya mutlak güzellik ülkesi olmadığını gösterir. "Suç"taki Anadolu'da yollar çamur içindedir, evler ise balçıktan. Kısacası suyu akmayan, yaslı ve acılı bir yerdir Anadolu. Bu şiir bana Dağlarca'nın "Kızılırmak Kıyıları" şiirini hatırlatır her okuduğumda. Mutlaka o şiirden etkilenmiş Kırdar. Bahsettiğim iki şiir dışında Anadolu'yu bu şekilde ele alan başka şiir var mı, şu an hatırlamıyorum?

"Suç" şiirinin dışında, hemen hemen aynı düşüncenin ürünü olan bir şiiri daha vardır Kırdar'ın: "Karda Askerin Türküsü... "Bu şiir de resmi edebiyat anlayışının ötesinde, askeri ve askerliği hamasi olarak değil; yorgunluk, soğuk mevsim, hasret ve yalnızlıkla ele alır. Bir asker şiirinde bahsedilen "yalnızlık", ben'in dışarı, topluma açılması noktasında güzel ve yerinde bir örnek... Çünkü dönemin şartlarında, toplumcu-gerçekçi şairler kendilerini, bütün bir dünyayı kurtaracak kadar güçlü ve inanmış bir şekilde gösterirken, bu şiirde ağlayan ve karısını özleyen bir askerle karşılaşır okuyucu. Bu "organik" askerin karşısında ise, halkın yazgısını kara yazanlar vardır...

Geceye Çizilen Güneş ise, Kırdar'ın, bireysel trajedi ve toplumsal olanı beraber sürdürme düşüncesinden, yani modern şiirin formülünden, iyice koptuğu kitaptır. Geceye Çizilen Güneş, bu hâliyle 1970'li yılların Sosyalist klişe ifadeleriyle doludur. Yarına ve bir gün mutlaka her şeyin düzeleceğine dair inanç, güneşi yakalamak, fabrikalar, özgürlük-eşitlik ve elbette halkın acılarını dile getirmeyen şairleri ötekileştirmek... Bu tarz bir ötekileştirmeyi, Kemal Özer'in, ilk üç kitabından sonra toplumcu şiire geçtiği Kavganın Yüreği'nde de görmüştük: "Yıllar yılı halkım böyleyken/Gülenlerden utanıyorum"

Toplumdan kaçıştır Ayhan Kırdar şiiri...

Aydınlıktan kaçış, geceye övgüdür Ayhan Kırdar şiiri...

Karmaşık ve korkak bir ruhun eseridir

Ayhan Kırdar şiiri...