Salkım küpeli

Ne ay yüzlü, ne salkım küpeli beyaz yemenili Reyhan yok.

“Reyhan mı yoksa” dedi. Hayatımda ilk kez duyduğum bir isimdi ama çok güzel gelmişti. “Evet” diyebildim sadece. Buna nedense ben de inandım. İsminin Reyhan olduğuna dair bir malumat bile yoktu oysa.

“Onu görünce suratım, biraz, biliyorum, tuhaflaştı.”

Orhan Pamuk

Kıştan bahara kadar ninem bizde kalır, baharın gelişiyle Konya’ya dönerdi. Evimizde fazladan oda olmayınca da beraber uyurduk o zamanlar. O zamanlar dediysem, altı yaşındayım. Yine ninemle uyuyorum ve yine çok daralmışım. Üşütürüm korkusuyla kat kat giydirilip kıyıkla diktikleri yün yorganın içinden kolumu bile çıkarmama müsaade edilmiyor. Musandırayı görmek bile daraltıyor beni. Daralıyorum ama korkumdan hık bile diyemiyorum. Aslında her şey bu ilk paragraf kadar kötü değildi. Her gün tekrar ettirdiği Subhaneke’yi ezberlemiştim; gerçi surenin sonunda “ve ilahe gayruk”a dilim dönmüyor, hep “garyuk” olarak diyebiliyordum. Öte yandan Ahmet Kaya’dan “üç gün dedin beş gün dedin aylar oldu gelmedin” türküsünü ezberlemiş, her gece uyumadan evvel söylüyordum. Ne olduysa bu şarkıyı dinlerken oldu zati. Gel zaman git zaman konu oraya nasıl geldi bilmiyorum.

Gerçi nasıl anlatacağımı da bilmiyorum. Yaz tatiliydi. Konya’da komşumuza misafirliğe gitmiştik. Misafirlik dediysem kadınların toplaşması işte. Haşhaşlı, mercimek köfte, çay… Orada bana tabak içinde gofret getiren bir ay yüzlü vardı. O kış akşamlarından birinde onu hatırladım. O kış akşamlarında ona âşık oldum. Yüzünü tam hatırlamıyordum ama bembeyazdı elleri ve tertemizdi. Ama kimdi, neydi, neciydi hiç bilmiyorum. Nineme konuyu açtım, dilim dönmüyordu, kekeliyordum. “Âşık oldum” diyebildim sadece. “O gün bana gofret veren kız var ya, âşık oldum nine”. Uzunca düşünse de hatırlayamadı ama “Reyhan mı yoksa” dedi. Hayatımda ilk kez duyduğum bir isimdi ama çok güzel gelmişti. “Evet” diyebildim sadece. Buna nedense ben de inandım. İsminin Reyhan olduğuna dair bir malumat bile yoktu oysa. Sonra gecelerce ikna edilmeye çalıştım.

Ciddi ciddi ikna edilmeye çalışıldım. Olamazdı, evlenemezdik. Aramızda yirmi yaş vardı, ben büyüyene kadar iyice yaşlanmış olacaktı. Hem esmerdi, ayrıca güzel sayılmazdı. Hiç anlamadım. Salkım küpeli, beyaz yemenili o süt beyaz kıza neden esmer denirdi? Esmer benim gibi kavruk oğlanlara denmez miydi? İkna edilemedim. Büyüdüm. Bu yaşa erdim. Aradan yirmi iki sene geçti. Ninem hala yaşıyor, Allah uzun ömür versin. Geçen annem telefonda konuşurken duydum. Kokillerin Reyhanlar İstanbul’a taşınmış. Bize geleceklermiş. Reyhan, muhtemelen ben sekiz yaşındayken evlenmiş, bir yıl evli kalıp boşanmış. İstanbul’da bir tuhafiye işletiyorlarmış bacılarıyla.

Geçimleri, hali vakti yerindeymiş maşallah. Telefonda duyabildiklerim bu kadar. Tabi hiç renk vermedim ama heyecanlandım. “Kim geliyormuş ana?”. Cevap verdi ama ne dedi tam bilmiyorum. Zaten cevabı biliyordum. Biraz da utandım. Annem belki hatırlar meftunluğumu diye düşündüm ama hatırlamadığı besbelliydi. O sabah un, kabartma tozu, vanilya kokularıyla uyandım. Uyanır uyanmaz üstümü başımı giyindim. Heyecanlıydım. Ufak bir kahvaltı yaptıktan sonra annem “hadi artık kadınlar gelecek, git” der gibi gözlerime bakıyordu. Gitmedim. Bir ihtiyaç var mı diyerek konuyu geçiştirmeye başladım. “Yardıma ihtiyacın var mı ana?”. Böyle yapıyordum ki evden gitmemi istemesin, ben de Reyhan’ı göreyim. İstiyorum ki en son beş yaşında üç saniye gördüğüm Reyhan da beni görsün. Desin; ne kadar da büyümüşsün ne kadar yakışıklı olmuşsun. İsterim ki Reyhan’ı bir kere yandan görmüştüm, şimdi ay yüzünden de göreyim. Zil çaldı, patır kütür çıktılar yukarıya. Salona oturdular.

Herkes iyice bi selamlaşsın, en son gideyim ki ilgi dağılmasın üzerimden. Hatta montumu giyip gideyim de hani sizin çok önemsemedim tam gidiyordum bir selam vereyim olsun. Sonra onlar illa kal der, ben de kıramayıp kalırım. Ama sırf sizi kırmayayım diye he. İçeri giremedim, çağırmalarını bekledim. Çağıran eden yok. Holde gürültü yaptım biraz. Ayakkabılıktan ayakkabı alır gibi yaptım. Öksürür gibi yaptım. Annemin neden olsa aklına geldim de içeri davet etti. “Oğlum bak kimler geldi” dedi. İçeri girdim. Ay yüzlü, salkım küpeli bir Reyhan arıyorum. İçerideki herkesi ilk defa görüyorum.

Ne ay yüzlü, ne salkım küpeli beyaz yemenili Reyhan yok. “Hoş geldiniz” diyebildim kısık bir sesle. “Reyhan abla gelmedi mi” de dedim ama abla kısmını yutarak söyledim. Gülüştüler. Hepsi çok komik bir şeyi ilk defa duyuyor gibi gülüştüler. Zaten kadınlar bir araya geldi mi şamataya bayılır. Reyhan; karşımda oturan siyah mintanlı, ispinoz, aşırı esmer abla. Ne iş yaptığımı, okulumu, ne zaman evleneceğimi sordu. Onlar sordukça sordu ama ben bir cevap bulamadım.

Benim gördüğüm, âşık olduğum, tutulduğum Reyhan bu Reyhan değildi. Ya kimdi?