Şam ve İstanbul arasında yeniden bir dil ve kültür köprüsü kurulabilir mi?

Kan ve iman. Türkçe ve Arapça. Hani öldükten sonra cennet hayali kurarken, dünyaya dair bazı gerçekleri en net hâliyle görmek isteriz ya. Mesela göremediğimiz bazı tarihi meseleleri, bazı meselelerin hakiki taraflarını…
Dünyayı da hâlâ yanımızda götürmek isteriz. Sanırım cennette öğrenmeyi düşlediğimiz bazı konular; savaşlarla, yaşanan siyasi ve insani meselelerle azalmaya başladı. Suriye’de Nureddin Zengi ne yapmıştı? Selahaddin Eyyubi, Şam’ı nasıl yönetmişti? Moğollar, Şam’ı nasıl yıkmıştı? Türkler ve Araplar, Talas Savaşı’nda nasıl tanışmıştı? Türkçeye Arapça kelimeler nasıl geçmişti? Türkler, Arapları düşmanlardan nasıl korumuştu? Arapların ve Türklerin kültürleri birbirine nasıl benzemişti? Bazı fragmanlara ihtiyacımız yok artık. Hepsini on senede öğrendik. Çok şükür. Bazı fragmanlar ise sırasını Anadolu’da bekliyor hâlâ. Orası ayrı.
Şükür, diyorum; çünkü şükür hem kalbimizi genişletiyor hem de haritalarımızı. Siyasi bir meseleden bahsetmiyorum. Söylemeye çalıştığım şey şu: Şükrettiğimiz her şeyi arttırıyor kadir Tanrı. Suriye savaşından önce Şam, İslamcılık geleneğinden gelen ailelerin Arapça öğrenmek için gittikleri bir beldeydi. İdeolojik bir kampın içinde yer almayan sade bir Türk’ün ise tarih derslerinde veya atasözlerinde duyduğu bir beldeydi. Şimdiyse hepimiz biliyoruz. Şam ne tarih ne de bir ideolojik mekân. Şam artık hepimizin gidebileceği bir şehir. Şehirlerin en eskilerinden. En güzellerinden.
Bu kadar savaş, bu kadar strateji, ölen çocuklar, şehitler, düşmanlar, zalimler… Ne oldu peki? Herkes siyasi meseleleri, isimleri, stratejik Ortadoğu planını, büyük Osmanlı’yı, gizli tanrıcık İsrail’i konuşuyor. Tarihteki büyük savaşlardan geriye komutanların, zenginlerin, hatta bazı devletlerin bile isimlerini hatırlamıyoruz. Talas Savaşı’ndan neleri hatırlıyoruz? Hatırladığımız şeylerden kaçı bugün yaşıyor? İkisi: Kan ve iman. Türkçe ve Arapça. Türkler, Arapçayla genişledi, Araplar Türkçeyle kendilerini emin hissettiler. Savaşın sebep ve sonuçlarının hepsini bir kenara bırakın. Allah, İstanbul’a Şam’ı ve Halep’i yeniden hatırlattı. Halep ve Şam’da da yeniden Türkçe konuşulmasını emretti. Ve hepsi oldu. Diller, Allah’ın ayetleridir. Bazı şehirler bazı ayetlerle sabitlenmiş gibidir. İstanbul; Türkçe ve Arapçayla, Şam ve Halep ise Arapça ve Türkçeyle sözlenmiştir. Ulus devletin önerdiği dil devriminin bir Türk ve bir Suriyeli’nin konuşmasında paramparça oluşu gibi. Yeni bir dil gibi. Özellikle Türkçe konuşurken araya Arapça kelimeleri katarak konuşan Suriyeliler yahut Suriyelilerle konuşurken Arapçaya Türkçe kelimeleri ümmi bir şekilde karıştıran Türkler, büyük bir hatayı ümmi bir doğruyla değiş tokuş ediyorlar sanki.
Şam ve İstanbul arasında bir kültür ve seyahat alışkanlığı inşa edebilirsek, dillerimiz birbirlerine iyice benzemeye başlarsa… Tarih sürprizlerle dolu. Allah’ın muradını Twitter aracılığıyla olsa da izleyeceğiz. Yüzlerce Suriyeli dostum Şam’a dönecek. Muğla’ya gittiğimde otel parası vermek zorundayım, ama Şam’da otel parası vermek zorunda değilim. İlginç geliyor insana. Siyasi haritalar, İsrail, Ortadoğu projesi vs. bunların hepsini biliyoruz. Bunun dışında bir şey var artık. Her şey Amerika’nın bir projesi olsa bile milyonlar Türkçe öğrendiler. Milyonlar milyonlarla tanıştı. İsrail’e yakınlaştık mı? Elbette. İsmet Özel’in “Küfre yaklaştıkça imanım artıyor.” dediği yerdir belki de burası.
Kendimizi düşmanlardan korumak için o kadar içeri kapandık ki hepimiz bir tür vatan hâline gelmiş bir agorafobiyle evimizden çıkmak istemiyoruz. Evimizden çıkmadığımızda düşmanla karşılaşma endişesini büyütüyoruz. Obsesyon, tüm Türkiye’yi devlet kurumlarından ailelere kadar kuşatmış durumda. Evde kalsak da kalmasak da düşman gelecek.
Suriyeliler ve Türkler dünya milletleri içerisinde birbirini sevme oranı bakımından nitelikli iki milleti temsil ediyor artık. “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız.” hadisini düşününce… İnsanlar ne zaman birbirlerine güvenmek veya sevmek zorunda kalırlar? Savaş veya kıtlık dönemlerinde. Birbirimizi sevmezsek ve hâlâ buna rağmen inancımız varsa, Allah birbirimizi sevdirecek zorluklarla sınayacak bizi. Ama biz hayır ve kolaylık isteyelim, en yakınımızdan başlayarak o büyük sevmeyi kadir Tanrı’dan dileyelim.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.