Sevmek harekete geçmeyi sever diyerek başladı, yolu Marquez’e çıktı

Sevmek harekete geçmeyi sever diyerek başladı, yolu Marquez’e çıktı
Sevmek harekete geçmeyi sever diyerek başladı, yolu Marquez’e çıktı

Sevmek harekete geçmeyi sever diye düşündüm. Seviyorsam gidip konuşayım dedim. Ve gittim konuştum. Sanki bekliyormuş. Güldü. Hem de iyice güldü. “Duramadın değil mi?” dedi. “Ne yapayım, seviyorum.” dedim.

Fakülte okumaya giderken tek duam vardı. “Allah’ım âşık olmadan, başıma bela almadan şu fakülte bitsin. Ben âşık olamam. Babam beni okutmak için sırtından terliyor. Olmaz, yani olmasın.” Ama köpek kısmının duası makbul olsa neler olur değil mi?

Ben de fakültenin ilk haftasında âşık oldum. Makine mühendisliği bölümünde kız olmaz rahat ederim diyordum; ama öyle olmuyormuş. Bölümde elli kişiyiz, kırk yedisi erkek, üç tane kız var. Ben onlardan birine tutuldum. Belki sayıları az olduğu için belki ben zaten âşık olmaya meyilli olduğumdan tutuldum işte. Romantik adamlar ilk gördüğünde üzerinde ne vardı diye anlatırlar. Ben de az biraz romantiğim herhalde. İlk gün mavi bir mont vardı üzerinde. Eskiden insanlar bahar ayında, yaz gününde bile incecik de olsa mont giyerlerdi. Modaydı bir yerde. Bizim kız da mavi bir mont ile geldi fakülteye. Bu arada kızın adı Sezen. Kendisine bu ismi neden verdiklerini sormuştum. “Annem Sezen Aksu’nun kaşlarını pek sever…” dediydi. Bir sanatçı sesi için sevilir de kaşları için sevmeyi ben bu kızda gördüm. Benim kaşlarımı da pek sevmişti. Ben de aynaya bakıp gururlanmıştım. Bir kız hem de adı Sezen olan bir kız kaşlarımı sevmişti. Sonra bir Sezen Aksu fotoğrafı alıp aynanın dibine yapıştırdım.

Sevmek harekete geçmeyi sever diye düşündüm. Seviyorsam gidip konuşayım dedim. Ve gittim konuştum. Sanki bekliyormuş. Güldü. Hem de iyice güldü. “Duramadın değil mi?” dedi. “Ne yapayım, seviyorum.” dedim. “Bana bak güzel kaşlım. Benim işlerimi babam planlar. Bana kalsa ben sana he derim. Hem de sonuna kadar he derim. Evleniriz. Ama babamın planını öğrenmek lazım. Benim babam Man servisinde ustadır. Hani şu bildiğimiz Man kamyonları var ya, onların doktorudur babam. Beni makine mühendisliğine gönderen de odur. Biz iki kız kardeşiz. Erkek olmamızı beklemiş ama kısmet işte olmamış. Babam da planından vazgeçmemiş. Ben de bacım da makine mühendisliği okuyacağız. Sonra ver elini Almanya. Orada akrabalarımız var. Bizi Man firmasında işe sokacak. Almancam zaten iyidir. Yıllarca Almanca kurs aldım ben.

Sezen böyle anlatınca demek ki dedim; bazı insanların planları var. Hayatta öyle salla gitsin yaşamıyorlar. Şu plana bak. Kaşları güzel Sezen’imin Man kamyon için çalışacağı çoktan belliymiş. Babadaki plancılığa bak. Hayır şu plan kız çocuğuna yapılır mı? Erkek çocuk olsa on numara plan. Hem makine mühendisi olacaksın hem Man’da çalışacaksın. Ama Sezen şarkılar kadar güzel Sezen… Nasıl makineci olacak?

Sezen babasını işaret edince ben de neyi beklediğimi bilmeden beklemeye başladım. Beklerken de Sezen’i tanıdım. Tanıdıkça sevdim. Umutsuz halimi daha dikenli ettim. Yürüdüğüm yollar çamur çökelek oldu.

Sezen bir sabah dedi ki seni ailemle tanıştıracağım. Heyecan zirve yaptı. Kaldığım yurtta arkadaşlardan toplayarak bana bir takım elbise yaptık. Birinden ceket birinden gömlek aldık. Kravat uyumsuz oldu ama ne yaparsın. Hediye olarak ben pişmaniye taraftarıyım kendim çok severim ama çiçek yaptırmak lazımmış. Çok acıdım çiçeğe verilen paraya pek acırım. İki gün sonra solacak nasıl olsa…

Sezengile vardım. Yemek yerken ekmeği az yedim. Çatala bıçağa dikkat ettim. Sezen’in babası çok zalim tütüncü. Çok yemedi ama ha bire tütün içti. Kalın puro gibi bir şey. Alman malıymış. Zaten Sezen’in babası -adını bile söylemek istemiyorum- Almanya hayranıydı. Alman mühendisliği ona göre bir zanaat değil sanattı. O sebepten kızlarını da Almanya’da yaşatacaktı. “Delikanlı zaten Sezen bahsetmiştir herhalde. Ben Man servisinde usta başıyım. Bir kere müdürlerim “ıh” dememiştir. Hiçbirini üzmedim. Onlar da beni ezmediler. Ben tam on beş sene Man kamyonun altından çıkmadım. Hep bu serviste çalıştım. Kalfalığım, ustalığım hep burada oldu. Kızlarım su gibi Almanca bilir…” Adam konuşuyordu ama ben adamı hep birine benzetiyorum ama kime. Ben düşünürken Sezen koluma vurdu ve fısıldadı. Babamın kaşları nasıl ama? Ben de baktım gayet gür kaşları var. O sırada babası anladı herhalde. “Bana bak delikanlı bak bak iyi bak kaşlarım uzuyor. Bir erkeğin kaşları uzuyorsa o adamın ölümü yakındır. Ben öleceğim. Bu kızları sağlam bir yere bağlamadan ölmek istemiyorum.”

Kaş sever aileden ayrıldım o akşam. Ne yapayım. Umutsuzca Sezen’e aşık vaziyette devam ettim. Aynada kendi kaşlarımı düzleyerek. Sezen Aksu albümlerinden fotoğraflar toplayarak yaşadım.

Bu arada Sezen’in babası olacak adamı kime benzettiğim hâlâ kafamdaydı. Sonunda buldum. Ben bu adamı bizim edebiyat fakültesindekilerin ders kitabında görmüştüm. Hemen koştum. Arkadaştan ders kitabını aldım. Yazar ve şairlerin fotolarına baktım. Yahu ne kadar da hüzünlü bakmışlar hep. Neyse araştırdık, karıştırdık. Sonunda buldum Sezen’in babası Marquez’e benziyordu. Bu adam yazarmış. Seveni pek çokmuş. Arkadaş anlattı. “Bu adama ‘Gabo’ derler ‘Markez’ derler ama ne derse desinler mühim adamdır. Kitabı var bende vereyim oku.” dedi. “Yok istemem. Bu adamın Man servisinde bir ikizi var. Bana esas romanı o kaşları uzayan herif yani Sezen’in babası okudu…”

Babası Sezen’e bir roman yazmıştı. Okuyana, anlayana, yaşayana aşk olsun. Sezen gözümün önünden Almanya’ya akıp giden yıldız oldu. Geriye Marquez’e benzeyen babası ve kaşları kaldı…

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.


Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım