Şeyhimin ellerinde...

şeyh
şeyh

İçimde garip bir yanma hissiyle olduğum yere diz çöktüm. Başı öne eğik, talebelerin tilavetini dinleyen Şeyh sanki bin dört yüz yıl öncesinden kopup gelmiş bir ermişe benziyordu. Asırlardır bu camide, yerinden hiç kıpırdamamış, zaman ve eşyanın değişiminden hiç etkilenmemiş gibi oturuyordu yerinde. Bir insan, bir mekana ancak bu kadar yakışabilirdi.

Asırlardır bu camide, yerinden hiç kıpırdamamış, zaman ve eşyanın değişiminden hiç etkilenmemiş gibi oturuyordu yerinde. Bir insan, bir mekâna ancak bu kadar yakışabilirdi. Başından omuzlarına kadar inen beyaz örtüsü, bembeyaz cellabiyesi ve hepsinden daha aydınlık yüzü. İnsanı olduğu yere çivileyen bir hüznü vardı Şeyh’in. İlk gördüğüm an, ben bu yüze inanmıştım.

Bir insanın yüzüne bakarak onun safiyetine inanmak, bir insanın kalbine girmek için ilk adımı atmak gibiydi. O kalbin bizi içeri alabileceğini kim bilebilir? O kalbe erebilmek için tekkeye kırk yaptığımdan habersiz sadece dizlerimi kırıp, karşısına oturmuştum.

O an içime dolan manevi huzuru anlatamam. Sırası gelen talebelerin Kur’an’dan bir sayfa okuduktan sonra selamını verip gittiğini fark edince Şeyh’le yüz yüze gelmek için heyecanla sıraya girdim. Orada bulunan son öğrenci de dersini verdikten sonra edebiyle izin isteyerek bölmeden çıktı. Önüne geldiğimde Şeyh yüzüme bakmıyordu. Kısa bir sessizlikten sonra elini dizine vurarak başlamamı işaret etti. Nereden başlayacaktım ki? Ağzımdan belli belirsiz, ‘’ben yeniyim’’ cümlesi çıktı.

Şeyh, gözlerini yerden kaldırıp yüzüme dikti. Hafif bir tebessümün ardından Fatiha Suresi’ni okumaya başladı. Ben de ardından onu tekrar ediyordum. Elhamdulillahi Rabbil Âlemin. Hamd, yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah’aydı…

Fatiha Suresi’ni Şeyh’le birlikte tekrar ettikten sonra izin isteyerek huzurundan ayrıldım. Gece boyunca Şeyh’in dudaklarından ayetlerin aşkla dökülüşünü düşündüm. Hamd, ancak alemlerin Rabbi olan Allah’aydı…

Sabah ezanı okunmadan yatağımdan fırlayıp evime bir hayli uzak olan Tevbe Camii’ne gittim. Yine sıraya girdim. Yine aynı duygulara kapıldım. Bu günlerce sürdü. Yalnız ben bir türlü Fatiha Suresi’nden öteye geçemiyordum. Hamd, ancak ve ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’aydı.

Bir ayın sonunda artık Fatiha Suresini geçemeyeceğimi düşünmeye başlamıştım. Anlaşılan Şeyh beni sevmemişti. Ona gitmeyi bırakmam için beni zorladığını düşünüyordum. Yüzüme bakmıyor, okuduklarımı sanki dinlemiyordu bile.

Her geçen gün benim için büyük bir ıstıraba dönüşmüştü. Şeyh, her sabah sıraya giren gençleri dinliyor, yanlışlarını düzeltiyor ve benden sadece Fatiha Suresi’ni dinleyip huzurundan gönderiyordu.

Camide hiç kimse benimle ilgilenmiyor, Şeyh bana bir kez olsun gülümsemiyordu. İkinci ayın sonunda artık dudaklarımın şekli bozulmuştu. Ağzımdan çıkan her cümle Fatiha Suresi makamında çıkıyordu. Şeyh’in gösterdiği gibi “lam” harfini telaffuz edebilmek için elimle dilimi tutup damağıma dokundurmaya çalışıyor, aynanın karşısında mimiklerimi, harflerin çıkış şeklini inceliyorum. Hamd, sadece âlemlerin Rabbine mahsustu...

  • Tam yüz gün boyunca, her sabah Şeyh’in önünde diz kırdım. Yüzüne bakarak inanmıştım ona. Artık bir ömür önünde diz kırıp Kur’an okuyabilirdim. Bir ömür Fatiha Suresi’ni okuyabilirdim. Şeyh’e inanmıştım bir kere. O yüzde adaletsizliğin eserini görmüyordum. Artık Fatiha’yı her okuduğumda ayrı bir mana, ayrı bir tat almaya başlamıştım. Şeyh başka sureye geçirmese de, Fatiha Suresi benim için bir zikir olmuştu.

Üçüncü ayda artık tükenmiştim. Caminin kapısına kadar gidiyor ama içeri girmeye cesaret edemiyordum. Her yeni gün mutlak bir yenilginin başlangıcıydı benim için. Ruhum paramparça olmuştu. Fatiha Suresi’nin tüm damarlarıma işlediğini, benliğimi kontrol etmeye başladığını hissediyordum. Şeyh’le konuşmayı, bu durumu artık sürdüremeyeceğimi kaç kez ifade etmeyi denesem de cesaret edemiyor, geri dönüyordum.

Neredeyse Arapça öğrenmek için bin bir meşakkatle kayıt yaptırdığım okulu bırakmış, her sabah ezanında Tevbe Cami’nde hazır bulunuyordum. Sakallarım uzamış, gözlerimin altında morluklar belirmişti. Yeni bir dünyaya mı adım atmıştım? Dışarda akıp giden bir dünya vardı ve umurumda bile değildi. Gençliğimin en taze döneminde bir camiye hapsolmuştum. Neden pes edemiyordum? Diğer öğrencilerden benim ne farkım vardı? Onlar her gün birer sayfa okuyor, okuduklarını da Şeyh huşu içinde dinliyordu. Çok az yerde düzeltme yapıyordu.

Bu benim ilk zaferimdi. İlk gerçek eğitimim, sabrımdı. Heyecanlı dudaklarımdan yine o cümle döküldü; Hamd, sadece âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur… El Fatiha…