Stephen King'in ‘Ceset'i ve hep benimle kalan 12 yaşım!

Sonradan edindiğim arkadaşlar 12 yaşındaki arkadaşlarım gibi olmadı hiç. Hep böyle olmaz mı zaten?
Sonradan edindiğim arkadaşlar 12 yaşındaki arkadaşlarım gibi olmadı hiç. Hep böyle olmaz mı zaten?

Benimle Kal filminde şöyle bir replik geçiyor; "Bazen dostlar bir lokantadaki garsonlar gibi hayatımıza girer ve çıkar..." Benim dostlarım hiç öyle olmadı. Zihnimde hep büyük izler bıraktılar. Tıpkı filmdeki arkadaşların "kendilerini bulma serüveni" gibi biz de aslında bir şeylerle yüzleşiyorduk o göl ve ormanda. Korkusuz gibi görünsek de küçük cesaretlerimizin ardına gizlediğimiz büyük korkularımız vardı. Yüzleşiyorduk.

  • "Gece geldiğinde ve toprak karardığında ve ay görebileceğimiz tek ışık olduğunda ben korkmayacağım, hayır korkmayacağım..."
  • (Benjamin Earl King / "Stand by me" şarkısından)

Hangi mevsimin içinde geziyordum, beni hangi havalar mahvetti, bunu tam olarak hatırlamam mümkün değil. Çok soğuk ya da çok sıcak değildi ama. Kış ya da yaza benzemiyordu. Biraz ılık, sonbahara ya da ilkbahara yakın. Hafızam beni yanıltmıyorsa uzun bir yürüyüşün ardından ulaştığımız E. Barajı'nın üzeri yeşile boyanmıştı. Suyun rengiyle birlikte oluşan tablo. Zihnime düşen ilk fotoğraf bu. Aslında dört arkadaş yola çıktığımızda her birimizin o an için uzaklaşmak istediği kendine ait dertleri vardı. Korkusuzca yürüyorduk. 12-15 yaş aralığı, bir insanın hayatındaki cesaret çıtasının en yüksekte seyrettiği yıllar olabilir. Çocuklukla ilk gençlik arasında bu tehlikeli dönem, içten içe gerçeği bilse de her şeyi hâlâ oyun zannetmek isteyen o "büyük çocuğun" yapacaklarını sınırsızlaştırabilirdi. Mahallede yaşanan büyük kargaşadan sonra yol birliği yaptığım eskimeyen dostlarım. Bizim tehlikeli dörtlü, yani o dört büyük çocuk; İbrahim, Muhammet, Fatih ve ben. Her birimizin farklı becerileri, duyguları ve korkuları vardı. Yola düşmeye karar vermiştik.

Mahallede yaşanan kargaşanın içeriğini gerçekten hatırlamıyorum, pek önemi yok zaten. Bizi yola çıkaran neden değil, o yolda başımıza gelenler hafızamızda "yerini" bulur. Normalde E. Barajı'nın çevresi bizim oyun alanımızın sınırları dışındaydı. Bizim kendimize ait adalarımız vardı zaten. En çok Sedef Adası'nı tercih ederdik mesela. Rağbet görmeyen bir yer olduğu için, kendimizi özgür hissettiğimiz dört tarafı denizlerle çevrili küçük "kara parçamız". Yol hikâyemizin ana hatları, çocukluktan çıkış yaptığımız o tehlikeli alana rastlıyor. Bu yolculuğa Rob Renier'in yönetmenliğini yaptığı 1986 yapımı Benimle Kal / Stand By Me filmi eşlik edecek. Bir cesedin varlığından haberdar olan ve o cesedi bulabilmek için ailelerinden habersiz yolculuğa çıkan dört küçük arkadaşın hikâyesine odaklanıyor film. Dört arkadaşın aslında geride bırakmak istediği meseleleri vardır ve böylesi bir yolculuk onlara iyi gelecektir.

Stephen King'in "Ceset" adlı kısa öyküsü merkeze alınarak sinemaya uyarlanan Benimle Kal / Stand By Me filmindeki Gordie Lachance karakteri yazarın çocukluğundan önemli izler taşır. Lachance, ölen sporcu abisinin aksine yazar olmayı hedefleyen "başka" bir çocuktur. Abisinin ölümüyle birlikte ailesinin yaşadığı büyük travma ve bu travmayı bir türlü atlatamamaları, Lachance'nin hayatını bunalımla örülü bir çıkmaz sokağa dönüştürmüştür. Chris Chambers ise serseri abisinin gölgesinde, kendisini ifade etmesine hiç şans tanınmamış, dıştan sert görünmek için mücadele eden duygusal bir çocuktur. Teddy Duchamp, savaş gazisi bir babaya sahiptir. Babasıyla sorunlu bir ilişkisi vardır. Bu sorun, babasının Duchamp'ın kulağını sobaya yapıştırmasıyla oluşan somut izlere bile sahiptir hatta. Grubun son üyesi Vern Tessio'dur, kilosu yüzünden sürekli aşağılanmalara maruz kalan, bu yüzden sürekli geri planda duran bir karakterdir, dördüncüsü olduğu bu arkadaş grubunda kendisini fazlasıyla "var" hissedecektir.

Film boyunca bu "süper 4'lü" cesede ulaşma çalışmalarını sürdürürlerken, içlerinde tuttukları çaresizliklerini dışa vurdukları bir iyileşme yolculuğu da yaparlar aynı zamanda. Her biri kendilerine göre sorunlar yumağının içinde mücadele ediyordur. Bu yolculuk hepsine iyi gelmiştir ama. Tıpkı bize iyi geldiği gibi.

BAZI OYUN'LARIN SINIRLARI: TEHLİKELİ VE YASAK!

"Oyun" alanımızın sınırları dışında, dört arkadaş orman yoluna girdiğimizde, yavru bir kaplumbağayla karşılaştık. Kaplumbağa ölmüştü. Minik yavruyu orada bırakmak istememiştim, alıp cebime koydum. Hatta onu daha sonra eve götürüp tuzlu suya bıraktığımı hatırlıyorum. Bunu neden yaptım gerçekten bilmiyorum. Bilimsel bir karşılığı yok muhtemelen ama çocuk mantığıma göre tuzlu su onun çürümesini engelleyecekti. Yolculuk devam ederken karışımıza bizden yaşça büyük birileri çıktı. İlk başta tedirgin olsak da sordukları sorulara makul cevaplar verip onlardan uzaklaştık. Arkama baktığımda içlerinden birinin farklı bir yöne doğru gittiğini fark ettim. Diğerleri çıkışa doğru yönelirken onun ormanın içine girdiğini gördüm. Çok önemsemedim bunu. Biraz yürüdükten sonra hedeflediğimiz yere, baraj gölüne gelmiştik. Manzara mükemmeldi. Gölün üzeri yemyeşil görünüyordu, dev bir boyacı tarafından boyanmış gibiydi sanki. Aslında yüzmek istemiyorduk. Uyarı tabelasına göre; tehlikeli ve yasaktı. Yaşımıza göre mümkün ve doğru. Yanımızda yemek için getirdiğimiz malzemeleri piknik düzeneğinde hazırladık.

Hem gölü seyrediyor hem bir şeyler atıştırıyorduk. Biraz sonra, kendi arkadaş grubundan ayrılarak tek başına ormana yoluna giren o adamın bulunduğumuz yere doğru geldiğini gördük. Bizden yaklaşık 80-90 metre kadar ilerde gölün kenarında durdu. Üzerindekileri çıkarıp suya girdi. Korkusuzdu. Ondan cesaret alan Fatih de suya girmek istedi. Daha önce göl suyunda yüzmediğimiz için tedirgindik. Muhammed'in de niyeti vardı. Az evvel suya giren adam ilginç bir şekilde gölün ortasına kadar gitmişti bu sırada. Yüzerek karşıya geçmeyi hedefleyen bir hâli vardı sanki, gölün ortasında kendini suya bırakıp dinlenmeye çalışıyordu. Bu esnada Fatih aniden suya daldı, cesaretliydi, hızla ilerlemeye başladı ama kıyıdan 20-30 metre uzaklaştığı anda ayağı balçığa saplanmıştı. Kendini bir türlü suyun üstüne çıkaramayan Fatih'i uzaktan görüp büyük bir korku ve paniğe kapılmıştık hepimiz, onu sürekli dibe çeken çamurun ağırlığıyla "kurtarın" diye bağıran arkadaşımızın çığlıklarıyla sessiz göl kaos ortamına dönüşmüştü. Ne yapacağımızı bilmiyorduk.

Benimle Kal filminde şöyle bir replik geçiyor; "Bazen dostlar bir lokantadaki garsonlar gibi hayatımıza girer ve çıkar..." Benim dostlarım hiç öyle olmadı. Zihnimde hep büyük izler bıraktılar. Tıpkı filmdeki arkadaşların "kendilerini bulma serüveni" gibi biz de aslında bir şeylerle yüzleşiyorduk o göl ve ormanda. Korkusuz gibi görünsek de küçük cesaretlerimizin ardına gizlediğimiz büyük korkularımız vardı. Yüzleşiyorduk. Filmin bir sahnesinde Chris karakteri Lachance'a yaşadığı büyük bir sorunu anlatır, pişman olsa da bir suç işlemiştir çünkü, yaptığı şey okulda bulunan süt parasını çalmaktır. Daha sonra ağlamaklı bir şekilde olayı şu şekilde özetler; "Belki parayı Bayan Simons'a geri götürüp ona her şeyi anlatmıştım ama yine de üç gün uzaklaştırma cezası aldım. Çünkü teslim ettiğim para ortada yoktu. Ertesi hafta Bayan Simons'un üzerinde yeni bir kareli etek vardı. Evet parayı ben çaldım ancak Bayan Simon da benden çaldı. Farz edelim ki bu hikâyeyi anlattım. Bana kimse inanmazdı..."

Bu sahnenin sonunda River Phoenix müthiş bir oyunculuk sergileyerek belki de sinema tarihinin en gerçekçi ağlama sahnelerinden birine imza atar. Onunla birlikte ağlamak isteriz ve ağlarız da... Rivayete göre River Phoenix yasaklı maddelerle ilk olarak bu filmin setinde tanışır. Daha sonra da henüz 23 yaşında Johnny Deep'in barında aşırı dozdan hayatını kaybeder. Hatta kardeşi Joaquin Phoenix, Joker filmindeki performansıyla Oscar ödülü aldığında River'in 17 yaşındayken şöyle yazdığını söyleyecektir: "Sevgiyle yardıma koş, huzur peşinden gelecektir." Filmin finalinde arkadaşlar amaçlarına ulaşır. Ancak yaşayacakları uzun bir macera daha vardır. Chris karakteri hariç, Chris aynı gerçek hayattaki gibi genç yaşta bir kavga sırasında hayatını kaybeder. Diğerlerinin akıbetleri ise izleyecek olanlara kalsın. Göle geri dönersek; bizim hikâyemizin finali oldukça ilginç bitti. Fatih'i kurtaran, gölü yüzerek geçmeye çalışan o gizemli yabancı oldu. Ancak hepimiz çamura batmıştık. Göle girmiş en azından arkadaşımız için kurtarıcı hamleler yapmıştık.

O gün birbirimize söz vermiştik. Bu olayı kimseye anlatmayacaktık, anlatmadık da. O günler geride kaldı, büyüdük, hepimiz farklı hayatlar yaşıyoruz artık. Dostluğumuz devam ediyor mu? Soru işareti olarak kalsın isterim. Filmin finalinde tüm meseleyi/macerayı özetleyen bir cümle vardır. Mahalle kültürüyle büyümüş herkesin çok iyi anlayacağı üzere; "Sonradan edindiğim arkadaşlar 12 yaşındaki arkadaşlarım gibi olmadı hiç. Hep böyle olmaz mı zaten?"

  • NOT: Filmin finalinde çalan, sözlerini epigraf yaptığım Stand By Me (Benjamin Earl King) adlı muhteşem şarkının sesini açabilirsiniz şimdi. Tercihen Seal ya da John Lennon'ın sesinden de olur.