Suretin aynada tekinsiz silinişi

Görünürlüğün reddi, görünmez olanda yitmek demektir.
Görünürlüğün reddi, görünmez olanda yitmek demektir.

Kalbinin çirkin ve kötü aynasıyla dünyaya bakanlar Ebu Cehil'in gözüyle, kalbinden yansıyan her ne ise, o nispette dünyaya bakarlar. Kalbinin aynası temiz olanlar, onda iyilikler bulunduranlar ise dünyaya güzel bakarlar. Her şeyi güzel görürler.

Ayna varsa, aynada görülecek olan da var demektir. Suret varsa, suretin yansıyacağı ayna da var demektir. Kendinde hiçbir zaman bir suret gözükmeyecek bir ayna neyi gösterir?

Ne kadar da mahzun bir hâl bu. Kendinde hiçbir zaman bir suret gözükmeyecek bir ayna da muhakkak bir şeyleri gösterir. Boşluk da bir surettir çünkü. Hiç'ten Hep'e, Hep'ten Hiç'e bir yol var, bu bilinir. Rab'da fena olmakla (fenafillah) Rab'da beka olmak (bekabillah) arasında fark nedir? Rab'da eriyip yok olmak, bir anlamda O olmakla koşut değil midir? Kendini okyanus içinde eriten bir damla, okyanus değil midir artık? Büsbütün o olmamış mıdır? Rab'da beka bulmak fani bedeni baki bedene eklemekle gerçekleşeceğinden yine özünde fenayı içermez midir? Rabb'in layetezelzel aynası "Ol" emri ile kendinde görünecek suretleri dilemiştir. Rab bir ayineyse, bilinmek istemiştir. Bilinmek istemek, ayinesinde suretlerin cevelanı demektir. İnsanoğlunun varlığı, o zaman Gayb ayinesinde temaşadır. Makrokozmosa, ezel ebede gerili bir ayna içinde tüm ecsamı, hayvanları, nebatı, canlıları temaşa edebilmek, her şeyden çok da kendini temaşa edebilmek.

Aynalardan, mahlûkatlardan iç içe aynalar sudur eder.
Aynalardan, mahlûkatlardan iç içe aynalar sudur eder.

Kendini bilmekle, Rabbi bilmek arasında bir illiyet vardır. Kendi ayinesine bakmakla Rabbin ayinesine bakmak arasında bir illiyet vardır. Gayb, "Ol" emri ile sayısız aynalar açar. Aynalardan, mahlûkatlardan iç içe aynalar sudur eder. Her mahlûkatın aslında bir ayna olduğu düşünülecek olursa, kendisine bakılıp kadim aynaya bir yol bulunsun diye, bütün mahlûkatın ayna oluşluğuyla aslında bir mil taşı oldukları da düşünülebilir.

Dünyaya gelen, dünyada yaşayan, dünyadaki algıları ile dünyayı temaşa eden hangi mahlûkat varsa ister gözü, ister kulağı ile ister tat melekesi ile muhakkak bir şeylerin aynasına bakar. Görmek, görülenin aynasına gözle dokunmak demektir. Tatmak, tadılanın aynasına dille dokunmak. Ten ve dokunuş, dokunulması gereken şeyin aynasına teması müjdeler.

Kalbinin çirkin ve kötü aynasıyla dünyaya bakanlar Ebu Cehil'in gözüyle, kalbinden yansıyan her ne ise, o nispette dünyaya bakarlar.


İnsanın, insanın aynası olduğu daha doğrusu "Müminin, müminin aynası olduğu" bu anlamda daha anlaşılır olur. İnsan kendi ayinesinden dünyaya nasıl bakarsa başkalarının ayinesinde kendini öyle görür.

Masallarda da öyle değil midir? Temiz kalpli bir kızcağız uzun bir yola çıkar. Ağaç "Beni silkele" der. Kalbi temiz olduğundan o işi memnuniyetle yapar. Hemen akabinde yaşlı bir kadın ondan yardım diler. Ona hemencecik yardım eder. Yolculuğun sonunda kalbi temiz olduğundan masalın aynası ona lütuf yani altın bahşeder. Üvey anne zoruyla bu güzel kalpli kızcağız kıskanıldığından kendi kötü kalpli kızları da yolculuğa çıkarılır. Üvey kız kardeşlerin kalbi kötü olduğundan aynı yolda kalbi güzel kızın tavırları sergilenmediğinden diledikleri hiçbir şey yerine getirilmez. Yolculuğun sonunda da çamurla ödüllendirilirler. Çünkü kötü kalbin dengi odur. Ravi zinciri bakımından emin olduğumuz Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz ashabı ile otururken içinin karanlığıyla Ebu Cehil mekâna girer.

Peygamberimize "Ne kadar çirkinsin ey Muhammed!" diye hakaret eder. Tevazuda da ölçü olan Peygamberimiz ona; "Doğru söylüyorsun!" der. Çok zaman geçmez ve Hz. Ebubekir içeri girer, "Yâ Resulallah, ne kadar güzelsin" der O'na. Peygamberimiz, Hz. Ebubekir'e de "Doğru söylüyorsun!" der. Ashab'ın "Her ikisine de, doğru, dediniz. Nedir bunun hikmeti?"- ni dillendiren şaşkın tavırları karşısında; Peygamberimiz; "Ben aynayım. Bana bakan kendini görür. İkisi de kendilerini görüp, gördüklerini söylediler" demiştir. "Mümin, müminin aynasıdır" (Ramuz el-hadis, sayfa: 230/sıra: 7) ilkesi bu anlamda bir hakikat olarak önümüzde beliriverir. Kalbinin çirkin ve kötü aynasıyla dünyaya bakanlar Ebu Cehil'in gözüyle, kalbinden yansıyan her ne ise, o nispette dünyaya bakarlar. Kalbinin aynası temiz olanlar, onda iyilikler bulunduranlar ise dünyaya güzel bakarlar.

Lekelerle dolu bir kalp, kalbin dünyayı güzel temaşasını da engellediğinden kendi karanlığında kalakalır.
Lekelerle dolu bir kalp, kalbin dünyayı güzel temaşasını da engellediğinden kendi karanlığında kalakalır.

Her şeyi güzel görürler. Kalbin aynasının berrak tutulmasının da, lekesiz oluşunun da yine iyi amellerle doğrudan bağlantı içinde olduğu unutulmamalıdır. İnsan kötü amelleriyle kendi kalbinin ayinesini lekelerle doldurur. Lekelerle dolu bir kalp, kalbin dünyayı güzel temaşasını da engellediğinden kendi karanlığında kalakalır. Karanlığın içinden konuşur. Ebu Cehil örneği budur. Kalbi berrak bir su tadında olanlar ise o nazar ile dünyaya bakarlar. Hz. Ebubekir'in nazarı da budur. Neşati'nin,"Ettik o kadar ref ü taayyün ki Neşati / Ayine-i pür tab-ı mücellada nihanız" beyitinin bir hakikati de Rü'yetullah bahsidir. Kul bir suretle dünyaya gelir. Beka âleminden tard edilmiştir. Fena libasını giymiştir. Görünmezliği ile değil de görünürlüğü ile artık vardır. Bir can bulmak, bir varlık kazanmak daha doğrusu cisimleşerek bir suret elde etmek artık kaderi olmuştur. Görünürlüğünü nasıl görünmez kılacak, fenayı bekaya nasıl kalbedecektir? İnsan sahip olduğu cismi nasıl silecektir? Kafka'nın metinlerinde şahıslar Elias Canetti'nin Öbür Dava'da dillendirdiği gibi insan oluşluktan-hayvan oluşluğa, hayvan oluşluktan da cisim oluşluğa dönüşürler.

Nihai aşamada tanrının göksel nuruyla da illiyet kurarak ona kavuşurlar. Onda bir olurlar. Fenanın bekaya dönüşümü maddeyi mana âlemine evirmek midir? Görünürken, görünürlüğü nasıl reddedebiliriz? Yaşantımızla asketik bir yaşama çekilmek, mağaralara kapanmak; carpe diem'in felsefe olduğu yerlerde memento mori'yi yaşam tarzı olarak seçmek; Ashabı Kehf gibi haz diyarlarından elini eteğini çekmek… Görünürlüğün reddi "Görünmez" olanda yitmek demektir. Zahir olanın Batın'a, Görünenin nihan olana dönüşümü Kadim Yunan'daki "hen kai pan" ile ya da Orta Çağ Alman mistiklerinde de görülen "Unio Mystica" ile bizim tasavvufumuzda da görüldüğü gibi fenafillahla anlatılabilir.

  • Görünürlüğü reddetmek "Görünmez"le bir olmak demektir. Görünürlüğü o denli reddetmek, tazyikatlı bir arzuyla reddetmek ve artık Görünmezlik kisvesine kavuşmak demektir. Masivayı reddetmek Allah'ın suretini, rü'yetini talep etmek demektir.

Yunus Emre'nin yedi kat dünyevi göğü, masivayı reddi; çoğu zahidin dilediği sekiz kat cenneti reddi -onu da masiva kılmakta Yunus- bizatihi Rabb'in yüzünü talebi, Görünürlüğü tazyikatlı red ve "Görünmez"de kararın temel felsefesidir. Allah'ta erimektir. Dünyada hiçbir zaman göremeyeceği Allah'ın rü'yetine öte dünyanın varlık alanının sunduğu avantajlarla bakabilmektir. Aynadaki görüntümüz, biz ayna önüne geçtiğimizde gerçi onda anında beliriverir.

Kendinde ötekini gösterme susuzluğudur bu. Günün gece aynasına ya da gecenin gün aynasına uzun süre baktıktan sonra çekilişi nasıl ağır ağırsa; suretimiz aynadan aynen o ağırlıkta çekiliverir. Biz ayna önünde olmasak da ve oradan çoktan uzaklaşıp gitmişsek de. Buna "suretin aynada tekinsiz silinişi" denilebilir.