Teknolojinin röntgeni ve röntgenleşen teknoloji

Diktatörleşen teknoloji ile hareketlerimiz, düşüncelerimiz kurallara uygun hâle getiriliyor.
Diktatörleşen teknoloji ile hareketlerimiz, düşüncelerimiz kurallara uygun hâle getiriliyor.

Sosyal medya sayesinde insanlar görüşlerini paylaşıyorlar. Fakat kullanıcıların doğru olanı yalan olandan ayırt etme hususunda elleri kolları bağlı. Beğenilerle desteklenen hangi düşünceyse ona doğru yönelim başlıyor. Herhangi biri yanlışı normalleştirmek adına manipülasyon başlatsa, beğeni butonunu yönetebildiği sürece başarılı olacaktır.

Derler ki, "aydın kesim bardağın boş kısmını söylemelidir." Gelişen teknoloji ile insanlık şartları iyileşmiş, olanaklar artmış ve çeşitli kolaylıklar sağlanmıştır. Çocuk ölümleri azalmış, ulaşım ve iletişim imkânları umuma yayılmış, bilgiye ulaşma kolaylaşmış, hastalıkların tedavileri yaygınlaşmıştır. Bunlar gibi temel birçok kolaylığı olan teknoloji, aynı zamanda menfi durumları da beraberinde taşır. Teknolojiyi kötülemeden, işi yavan olumsuzculuğa vardırmadan, hakkını yemeden ama kendimizi de ideal denekler yahut hazır müşteriler olarak üst mercilere sunmadan sistemi eleştirebilmeliyiz. Sorgulamak, sadece felsefenin değil, diğer tüm ilim dallarının temelidir. Birileri ters giden durumlar yahut aşikâr olan bir nesne fark edip sorular çıkarmaya başlar. Bilimler sorularla, sorgulayabilen insanlarla gelişir. Önce matbaa ve gazetenin icadı ile, sonrasında da teknolojinin gelişimiyle bilgi eş zamanlı olarak milletlerarası yayılım gösterdi ve kaba hatlarla düşünmek, aristokrat kesimin tekelinden alınıp halka mâl oldu. Peki gerçekten bilgiye her an ulaşabiliyor muyuz? Yoksa bilgi, birilerinin istediği zamanda ve istedikleri kadarıyla mı önümüze sunuluyor?

Sosyal medya sayesinde insanlar görüşlerini paylaşıyorlar. Fakat kullanıcıların doğru olanı yalan olandan ayırt etme hususunda elleri kolları bağlı. Beğenilerle desteklenen hangi düşünceyse ona doğru yönelim başlıyor. Böylece herhangi biri yanlışı normalleştirmek adına bir manipülasyon başlatsa, beğeni butonunu yönetebildiği sürece amacında başarılı olacaktır. Bunu yaparken önce, kanıksatmaya çalıştıkları fikrin zıttıyla alay ediyorlar. İnsanlara kendilerini sorgulatacak yakıştırmalarda bulunuyorlar, böylece kişinin karşı çıkma dürtüsünü söndürüyorlar. Çünkü kişi eleştirilen olayı yorumlasa ironik ve yaftalayıcı bir cevap alacağından korkuyor. Eskiden az kişinin de olsa orijinal fikirleri vardı ve çeşit çeşit şeyler üretiyorlardı. Şimdiyse yapılacak olan her şey yapılmış gibi yalnızca bir üst model üretiliyor.

İnsanların hayal gücü, öne çıkan birkaç kişinin zihin çerçeveleriyle sınırlı kaldı. İletişim ve aktarım hızlandı, kolaylaştı. Bu durum kültürel kaynaşma açısından faydalı fakat özgünlük adına savunulacak, hayret edilecek şeyler kalmadı. Üst makamlar bir akım, fikir, moda belirliyor ve dünyanın her yerinde insanlar, tek fabrikadan çıkmış gibi aynı hareketleri tekrarlıyor. Fight Club romanı bir sistem eleştirisiydi ve tam da kalıplara sokulan insanlığı eleştiriyordu. Bireyi yalnızlaştırarak, ona adi zevkler bahşederek kontrol sağlıyorlar ve kişi, sisteme uyduğu, toplumla uyumlu olduğu sürece kabul göreceğini düşünmesi sağlanıyordu. Kültürel çeşitlilik, yerellik, yöresel zenginlikler, orijinallik kayboluyor ve insanlar bu moda dayatmalarını kendi seçimleri gibi algılayarak benimsiyorlar. Küreselleşme arzusu insanları taklide yönlendiriyor. Peki bu durum insanları eşitliyor mu? Yoksa "biz" ve "onlar" arasındaki ayrımı vurgulayan bilimsel kast sistemine mi hizmet ediyor?

Bilindiği üzere buluşlar hümanist bir tutumla kullanıldığı gibi, bireysel çıkarlar uğruna da istismar edilebiliyor. İnternet algoritması seçimlerimizi nasıl belirliyor? Kendimiz mi karar veriyoruz, yoksa bize verileni mi benimsiyoruz? Psikolojik ipuçları teknoloji devleri tarafından ürüne alıştırmak, alıştıktan sonra sömürmek, dayatmak için kullanılıyor. Teknolojinin sürdürülebilirliği kasten engelleniyor. Bize tam kalifiye ürün vermek yerine, pazarlama politikası gereği şirketler, her modelde bir özellik geliştiriyor. Teknoloji ve diktatörler, insanlara tek yanlı tutum benimsetirler, böylece kontrol sağlanır. Hükümetlerin öncelikli amacı, yönetimi altındaki milletleri denetimleri altında tutabilmektir. Bunun amacı anarşizmi kırmak, halkın bekasını ve güvenliğini sağlamanın yanı sıra, insan davranışlarını makineler gibi tahmin edilir, hatta tek sistemli kılmak, insanları mekanikleştirmektir.

Cesur Yeni Dünya'da ise hipnoz yoluyla bilinçler kontrol altında tutuluyor. Bu distopyada mutluluk yapay yoldan sağlanır. Bilim, sanat ve edebiyat gibi konular toplumdan soyutlanır.

Huxley'nin tespitince diktatör olsun, olmasın yöneticiler propagandalarını tekrarlama, baskılama ve akılcılaştırma yöntemleriyle yürütürler. İletişim araçları sayesinde bağımsız düşünme azaldı ve teknoloji, büyük kitleleri etkilemede devletlerin gözde askeri oldu. Mekanikleşen toplumlar, emirleri eleştirmeden yerine getiren insanlar yetiştirir. Aynı anda, zıt olgular bile geçerli olabilirken, toplumlar tek insanın doğrularına mahkûm edildi. Tanpınar ayanları, "zorbalık hakkı devletçe tasdik edilmiş" diyerek tanımlar. Teknoloji için de aynı durumu kabul etmek gerekir. Politik amaçlar için teknolojinin alet edildiği aşikârdır. Peki devletler hangi yöntemlerle baskılamayı tercih etmektedir? Toplumlar için iki distopya tehlikesi vardır. İlki, 1984 romanındaki gibi şiddet ve baskılamayla; ikincisi ise Cesur Yeni Dünya romanındaki gibi bilinçsel manipülasyon ve iradesizleştirme iledir. Ân ele alınırsa şiddeti esas alan yönetim korku temelli ve kıyıcıdır. Fakat uzun vadede bakılırsa, kontrol edilen zihinler onlara yapılan kötülüğü göremez ve hâliyle başkaldıramaz. Yalnızca somut şiddet savaşçı doğurur.

Distopik romanlarda öngörüldüğü üzere teknoloji, insanları gözetliyor ve mahremiyet kurallarını ihlâl ediyor. 1984'te insanları gözetleyen tele-ekranlar güvenlik kameralarını anımsatırken, Fahreneit 451'de kitaplar yakılıyor ve insanları eğlendiren, düşünmelerini engelleyen duvar ekranları yani televizyon benzeri bir eğlence aracı kullanılıyor. Cesur Yeni Dünya'da ise hipnoz yoluyla bilinçler kontrol altında tutuluyor. Bu distopyada mutluluk yapay yoldan sağlanır ve bilim, sanat ve edebiyat gibi konular toplumdan soyutlanır. Günümüzde şartlandırma fetüsleri hipnoz ederek yapılmasa da, telefonlar bizim doğum kavanozlarımız hâline geldi. Bize alan biçildi ve telefonlarımızın boyutu neyse biz de o denli büyüğüz. Teknoloji sayesinde güvenlik kameraları, telefon mesajları, aramalar ve alışveriş geçmişi bilgileriyle suç büyük oranda engellenebiliyor, terör eylemleri önleniyor. Fakat "bu gözetlenme olayının sınırı nedir?" diye sorgulanmıyor. Ya tamamen karşı çıkılıyor ya da "Beni kim izleyecek?" denilip olayın bu aşaması hep yabana atılıyor.

Huxley, romanının incelemesinde en iyiyi ararken robotlaşmaktan bahsediyor. Toplumsal sınıfları, genetiği, iş verimini kontrol edebilmek uğruna insanları kuklalaştırmak, Hitler ve Stalin'in denediği üzere sistemli bir terör doğuracaktır. 1984'teki gibi her yerden izlenme distopyasının, özel hayatı daha sert ihlal eden bir versiyonu Anon filminde var: Lens kamera. Bir cinayetle başlayan film, polisin insanlara takılan ve kimlik görevi de olan, görülen her olayı kaydeden lensler sayesinde aydınlatmaya çalışmasıyla başlıyor. Cinayetle suçlanan hacker kızın tek amacı ise biraz mahremiyet. Burada kendini, yaşantısını gizleyen her insanın suça meyletmediğini, yalnızca ona dayatılanı reddettiğini, özel bir alan arzusunda olduğunu görüyoruz. Diktatörleşen teknoloji ile hareketlerimiz, düşüncelerimiz kurallara uygun hâle getiriliyor. Ama kuralların doğruluğunu sorgulayabilen bireylerden yoksun kalıyoruz.

Distopya romanlarında rejimler mutlaka öğrenme yollarını kesmişlerdir. Bilgiye ulaşmamızı engellerlerse aşikâr bir totaliter rejim sergilerler, fakat devletler bize artık yönlendirilmiş bir bilgi dizisi veriyorlar. Biz bilgi kademelerinde kendimiz tırmandığımızı zannederiz, oysa sistemli bir manipülasyonun sıradan kurbanları olmuşuzdur çoktan. Bilgiye ulaşma, doğru bilgiyi ayırt etme, eleştirme yolları yerine, bize kalıp bilgi veriliyorsa orada birilerinin hedef kitlesine girmiş, şartlandırılmış toplum oluşur. Konu ister devlet ideolojisi, ister kadın hakları olsun hiç fark etmez. Eğer biz ortaya atılan olguları ve olayları eleştiremiyorsak bu bizim kısıtlanmamız için ortaya atılmış bir simülasyondan başka bir şey değildir.