Türk edebiyatında imzalı kitap tutkusu yıllar içinde nasıl gelişti?

Türk edebiyatının en önemli kalemlerinin kütüphanesinde hangi kitapların olduğunu, o isimlerin neler okuduğunu merak ediyorsanız, sizler için, o isimler ile kendi kütüphaneleri hakkında konuşmaya, sohbet etmeye “Biblioteka” bölümünde devam ediyoruz...
Kütüphanenizi ne zaman oluşturmaya başladınız?
Aslında ben okuma yazma öğrendiğimden beri okuduğum kitapları mümkün olduğu kadar biriktirmeye çalıştım. Kemalettin Tuğcu okuduğum yıllara kadar dayanır bu. Ancak benim babam astsubaydı. Doğal olarak biz taşındıkça o kitapların hemen hemen hepsi kayboldu. Üniversite öğrencisiyken de biraz kitap biriktirdim. Fakat esas kütüphanemi oluşturmaya 1990’lı yıllarda başladım. Yurt dışında doktora yapıyordum. Geldikten sonra devamlı kitap aldım. Sahaflardan ya da kitapçılardan. Yani 90'lardan beri kütüphane oluşturuyorum diyebilirim.
Kütüphaneniz hâlâ büyüyor mu? Hangi tür kitaplar alıyorsunuz, bir ayrımınız var mı?
Son 15 yıldır daha ziyade kitap yazıyorum. Dolayısıyla aldığım kitapların yüzde 90'ı yazmaya çalıştığım kitaplarla ilgili kaynak eserler. Bir de biliyorsun benim imzalı kitap koleksiyonum var. Onun için kitap bende olsa da olmasa da imzalı diye aldığım kitaplar da oluyor. Ama onun dışında aldığım kitapların hemen hemen hepsi yazmakta olduğum kitaplara kaynaklık edebilecek kitaplar…
O melun soruyu da sormamız gerekiyor: Hepsini okudunuz mu? (Bir kütüphane içindeki kitapların okunması için mi oluşturulur?)
Bu meşhur sorudur. Ancak cevabı; tabii ki hayır. Bir kütüphane sadece içindeki kitapların okunması için mi oluşturulur? Hayır. Bu soruyu soran insanların şunu düşünmesi lazım. Kütüphanelerinde hiç mi sözlük yok? Kütüphanelerinde hiç mi ansiklopedi yok? Kaç kişi oturup bir ansiklopediyi baştan sona okur -ki ben okuyan insanların olduğunu biliyorum. Bunlardan biri de Orhan Veli mesela- ama her kitap baştan sona okunmak üzere değildir. Değil mi? Elinin altında bulunması gerektiğini hissettiğin kitaplar da vardı. Benim kütüphanemde böyle pek çok kitap var. Yazacağım kitaplara yardımcı olacak kitapları elime aldığımda, o kitapların genellikle baştan sona hepsini okumam. İlgili sayfalarına çok dikkatle bakarım. Notlar alırım vesaire. Onun için kütüphanemdeki her kitabı okumadım ve “Bir gün okurum ümidiyle yaşıyorum.” gibi saçma sapan bir laf da etmeyeceğim.
Kitabın sadece ilgili yerlerini okumak bugünkü modern dünyada, hız dünyasında yeni bir okuma alışkanlığı galiba hocam…
Tam olarak öyle değil. Ama yeterince ilgilendiğin bir konu varsa hayatta, tabii ki bazı şeylerden vazgeçip, başka şeylere yoğunlaşman gerekiyor. Yani aldığım her kitabı okuyacağım dediğinde bu sefer de kitap almaktan geri durman gerekiyor. Bitmesini bekliyoruz. Öyle olmaz ki. Yeni kitaplar almaya devam edeceğiz.
Kütüphanenizin iskeleti olan eserler var mı?
Ben iki kütüphanem olduğunu düşünüyorum. Rafların önünde kaynak kitaplarım, arkada imzalı kitaplarım duruyor. Dolayısıyla ikisinin de iskeletleri ayrı ayrı var diyelim. Mesela kaynak kitaplarımın iskeleti o anda ilgilendiğim konuyla ilgili değişiyor. Türk Edebiyatı'nın en önemli şair ve yazarlarının imzalı kitapları da diğer kısmın iskeletini teşkil eder diye düşünüyorum. Ora için çok da isim vermeye gerek yok. Herkesin kafasında önemli şair ve yazarlar deyince aşağı yukarı aynı isimler belirir.
Hocam peki şiir hikâyeleriyle ya da imzalı kitaplarla ilgili metin oluşturma, eser oluşturma süreci nasıl başladı?
Aslında benim yazar olmak gibi bir amacım yoktu. Biliyorsunuz ben matematikçiyim. Fakat edebiyat dünyasından tanıdığım insanlar vardı. Doğan Hızlan ve Hürriyet gazetesinde yazan İhsan Yılmaz gibi. Onlarla sohbetlerde anlatırdım, şöyle imzalı bir kitap var, şuna şöyle imzalamış, bu tarihte imzalamış falan. Doğan Bey ve İhsan Yılmaz bunları bizim dergiye yani Hürriyet Gösteri’ye yazsana dediler ben de hadi bir yazı yazayım dedim. Ondan sonra bir yazı, iki yazı, üç yazı oldu. Benim de hoşuma gitti bu tarz şeyler yazmak. İnsanların da ilgisini çekti. Yani böyle kendi kendine doğal akışında oldu aslında. Benim aklımda, şu imzaları toplayayım da bunlardan bir kitap yapayım gibi bir fikir hiç yoktu. Tabii sonra aldığım imzalı kitaplara, mektuplara veya anı kitaplarındaki anekdotlara falan bu gözle bakmaya başladım. Böyle yavaş yavaş gelişti. Yirmi beş senedir böyle şeylerle uğraşır oldum.
Evinize bir hırsız girdi ve tüm kütüphanenizi çaldı. Ancak arkasında üç kitap bırakmış. O arkada bıraktığı kitapların hangileri olmasını ümit ederdiniz?
Nazım Hikmet'in kitaplarına dokunmasın. Orhan Veli'nin kitaplarına dokunmasın. Onların sayısı zaten üçü geçiyor. Ama Türkiye'de bu kadar kaliteli hırsız olduğunu düşünmüyorum. Mesela Yahya Kemal'in şiirleri, müsveddeleri falan var. Onlara dokunmazsa memnun olurum. Ama hırsız bu işten anlıyorsa onlara dokunur zaten…
Kütüphanenizin sizden sonra da yaşamasını istiyor musunuz? Yoksa dağılabilir, parçalanabilir mi?
Benim kızım edebiyata ve bu tür kitaplara meraklı. Dolayısıyla devam ettirmeyi düşünüyor. Ama benim öyle bir vasiyetim yok. Ben şöyle söylüyorum, birkaç yerde de hep aynı şeyi söyledim: Biz hayatımızda sahip olduğumuzu zannettiğimiz hiçbir şeye sahip değiliz. Biz bunları kiralıyoruz aslında. Öldükten sonra da o kitaplar kendi kaderlerini yaşamaya devam ediyorlar. Düşünsene 1800'lü yıllarda yazılmış kitaplar var. Ben doğmadan yıllar evvel vardı bunlar. Ben öldükten sonra da var olmaya devam edecekler inşallah. Benim onlardan aldığım zevki ve tatmin duygusunu başka insanların da yaşamasını istiyorum. Yani benden sonra kitaplarımın bir yere kilitlenip kimsenin elini sürmemesi bana çok saçma geliyor.
Müzelik yani…
Evet, müzelik olmasın. Yani kıymetini bilen insanların elinde olsun. Tek arzum, kıymetini bilen insanlar bunlarla ilgili çalışma yapmayı sürdürsünler. Ben bu kitaplara bakıp bir hikâye çıkartıyorum. Ama aynı imza, aynı kitap başkasının hikâyesinde bambaşka bir boşluğu doldurabilir. O da kendi hikâyesine oradan devam etsin.
Hocam, geçmişten bugüne kütüphane oluşturma alışkanlıkları nasıl değişti sizce?
Ben her zaman kitap konusunda, kelime çok hoş olmasa da, biraz fetişist bir adamım. Yani kitap benim için kâğıttan olur. Eğer yazarı tarafından imzalanmışsa benim için çok daha kıymetlidir. Herkes için böyle olmalı demiyorum tabii. Mesela bir arkadaşım “Benim için mühim olan bilgidir.” der. Okudum geçerim der. Ben de aynı şeyi matematik kitapları için söylüyorum. Matematik kitapları benim için bilgidir, meslektir. O kitabı isteyene veririm. Başkasından da ödünç alırım. Ama imzalı bir kitabı ne ödünç veririm ne de başkasının imzalı kitabını ödünç almaya çalışırım. Kitabın kendisine göre kitabın ifade ettiği anlam benim için çok farklı. Yani kaynak kitabı, aç birine ekmek veriyormuşsun gibi, hiç düşünmeden verirsin. Ama imzalı kitap için öyle düşünmüyorum. Bilgiye sahip olmak istiyorsa o kitabın imzasız da okuyabilir.
Mesela bir şair olarak beni imzalı bir şiir kitabı ile imzalı bir roman aynı derecede heyecanlandırmıyor. Oktay Rifat'ın da Yaşar Kemal'in de imzalı kitabı çok değerlidir ama Oktay Rifat'ın kitabına çok daha mutlu olurum. Sizin işiniz böyle bir şeyi ayrım söz konusu mu?
Kitabın türünden değil de kitabın yazarından veya şairinden diyelim… Okurun mutlaka kendine daha yakın hissettiği yazarlar ve şairler vardır. Benim için de böyle. Orhan Veli, Nazım Hikmet, Yahya Kemal ve Ahmed Arif benim yeniden yeniden okuduğum ve etkilendiğim şairler. Onlar beni daha çok etkiler. Bir Oğuz Atay'ın imzalı kitabı daha fazla etkiler. Ahmet Haşim 33'te ölmüş mesela. 1933'te ölen bir şairin ölmeden 1-2 ay evvel imzaladığı bir kitap, bugün yaşayan bir şairin imzaladığı bir kitapla aynı değil. Başka bir his verir. Bunu, yaşayan şairlerimizin imzalı kitaplarına ulaşmak çok daha kolay olduğu için söylüyorum. Değerlerinden bağımsız yani… Biri tarihin derinliklerinden çıkıp sana geliyor, biri günümüzü yansıtıyor.
Peki, eksikliğini hissettiğiniz bir imza var mı kütüphanenizde?
Keşke şunun da imzalı kitabı olsaydı dediğim bir kitap gelmiyor aklıma. Yıllar önce sorduklarında söylüyordum ama artık çok şükür onları da buldum…
Tabii imza vermeyen yazarlar da var; sizin aksinize…
Tabii niye imzalamayayım? Bir adamın imzalı kitabının bende olmasını niye istiyorum? O insana değer verdiğim için. Bir insan uğraşıp benim kitabımı almış. Ben ona nasıl imzalamıyorum diyeyim. Bir de “yahu arkadaş sen binlerce imzalı kitap toplamışsın buna kıymet veriyorsun. Mademki bu, bu kadar kıymetli bir şey niye kendin bana bir imzayı çok görüyorsun” dese, benim o adama verecek bir cevabım olamaz. Yalnız bazen benden kitabımı isteyen arkadaşlara, kitabı okuduktan sonra imzalayacağım diyorum. Tabii şaka yollu biraz şey bu. Okursa imzalarım. Ama kendisi bir yerden kitabı satın almış. O kişiye o imza verilir.
Hocam bazen birine imzaladığımız imza Twitter’da, Instagram’da paylaşıyor. Sizin bana verdiğiniz imza biraz da mahrem değil midir?
Hayır, değil. Çünkü sen de sosyal medya diye bir şey olduğunu biliyorsun. O arkadaşın o kitabı sosyal medyaya koyabileceğini biliyorsun. O arkadaş koymasa bile yani hayat kısa. O gittikten sonra başka biri koyabilir. Yanlışlıkla elinden çıkarabilir, başka biri koyabilir yine. Yani bu bilinmeyen bir şey değil. Dolayısıyla eğer gerçekten mahrem olduğunu düşündüğün bir şey varsa kitabı imzalarken onu yazmayacaksın. Bu kadar basit. Mahrem yapmayacaksın. Zaten öbür türlü onu sosyal medyada paylaşması yine sana verdiği değeri gösteriyor.
Son sorum da şu olsun hocam. Elinize yıllar içerisinde birçok kitap geçti. Doğal olarak bu kitapların basım süreçlerindeki değişimlere de şahit oldunuz. Peki, bunlardan sizi şaşırtan oldu mu hiç?
Ahmed Arif'in tek bir kitabı var biliyorsun. Benim kütüphanemde o kitabın 70 baskısı falan var. Onları karşılaştırdım ben mesela. Çoğu şiiri zaten ezbere biliyorum. Şunu fark ettim: Mesela 12 Eylül olmuş. Bazı dizeler değiştirilmiş. 12 Eylül'ün etkisi ortadan kalkmış, dizeler tekrar eski haline gelmiş falan. Öyle şeylere bakmıştım. Bu arada yayınevinin yaptığı birtakım yanlışlıklar, mısra atlamalar da var. Bunla ilgili bir deneme yazmıştım. Uzun zamanımı almıştı ama bütün baskıları birbiriyle karşılaştırmıştım. Hatta fiyatlarını bile karşılaştırmıştım. Bu başka kitaplar için de yapılabilir.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.