Türk futbolunun altyapı ile imtihanı

Bu milletin en büyük gücü; insanı.
Bu milletin en büyük gücü; insanı.

Belki Arap sermayesinin satın aldığı ya da uzun yıllardır Avrupa’nın devleri kulüplerle mücadele edebilmemiz kolay değil fakat çok daha küçük bütçelerle, listenin üst sıralarında yer alan ekipler de mevcut.

Futbol… Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insanı peşinden sürükleyen, uğruna nice fedakârlıklar yapılan, milyarlarca dolarlık bir ekonomi… Türk toplumu için de bu spor dalı sosyal hayatın önemli bir parçası. Öyle ki sportif başarı için büyük yatırımlar, kavgalar, tartışmalar ve kıyasıya bir mücadeleye tanık oluyoruz. Peki tüm bu hırs ve arzuya rağmen Türk futbolu neden uluslararası başarı sağlayamıyor? Belki de esas sorulması gereken soru şu: Neyi yanlış yapıyoruz?

İskoçyalı meşhur futbolcu ve teknik direktör Bill Shankly“Futbol ölüm kalım meselesi değildir. Daha da önemlisidir.” dediğinde şüphesiz birçok insan bunun gereksiz derecede abartılı bir yorum olduğunu düşünmüş olabilir. Lakin uzun yıllardır birçok insan için futbol gerçekten büyük anlam ifade ediyor. Çocuklarına sevdiği futbolcuların isimlerini verenler, vücutlarına kulüp sembollerini dövme yaptıranlar veya zamanını, parasını taraftarı oldukları camia için feda edenler… Öyle ki insanlar kulüplerine duydukları aidiyet uğruna savaşa gider gibi rakip taraflarla mücadeleye gidebiliyor. Aidiyet duygusundaki artış, kulüp yöneticileri ve sporcular üzerindeki baskıyı arttırıyor.

Devletin sporun her alanında çok ciddi yatırımları olduğunu görüyoruz. Özellikle son yıllarda altyapı tesisleri, spor okulları ve kulüplere verilen destekler, bütçenin önemli bir harcama kalemi haline geldi futbol. Tüm bu bireysel ve toplumsal fedakarlıklara rağmen özellikle futbolda karşılığını alabildiğimizi söylemek pek mümkün değil. Milli takımlar seviyesinde UEFA sıralamasında 9. sıradayız. Kulüplerimiz nezdinde ise çok daha kötü bir tablo var. Son 5 yılın kulüpler sıralamasında ilk 50 içerisinde tek Türk kulübü yok. Evet belki Arap sermayesinin satın aldığı ya da uzun yıllardır Avrupa’nın devleri niteliğindeki kulüplerle mücadele edebilmemiz kolay değil fakat çok daha küçük bütçelerle, listenin üst sıralarında yer alan ekipler de mevcut. Dolayısıyla tüm bu emeklere rağmen neden Türk futbolunda istikrarlı bir başarı sağlanamadığı sorusunun üzerinde durulması gerekiyor. Finansal ve sportif anlamda başarı yakalayabilmiş ülkelerle kıyasladığımızda bu sorunun cevabının ve çözüm yollarının imkânsız olmadığını görüyoruz.

Ucundan köşesinden futbol ile ilgilenmiş herhangi birisine sorduğunuzda Türk futbolundaki en önemli sorunun altyapılarla alakalı olduğunu size söyleyecektir. Zira milli takımda forma giyen futbolcuların yarıdan fazlasının yabancı ülkelerde özellikle de Almanya’da altyapı eğitimi aldığını görüyoruz. Dünya futbolunda öne çıkan Türk futbolcularına şöyle bir baktığımızda; İlkay Gündoğan, Mesut Özil, Nuri Şahin, Hakan Çalhanoğlu, Cenk Tosun gibi daha birçok isim Almanya’da yaşayan Türk ailelerin çocukları. Peki Türkiye’de yetişen futbolculardan daha mı yetenekliler? Yoksa Türkiye’de kendilerinden çok daha yetenekli isimler olsa da bu isimler daha doğru bir eğitim modeliyle mi öne çıktı? Cevabı aslında hepimiz çok iyi biliyoruz. Günümüzde altyapı sistemindeki eksiklikler, Türk futbolu için görmezden gelinemeyecek büyüklükte. Milyon dolarlık yıldızlar yetiştirmesi beklenen antrenörler asgari ücretle çalıştırılıyor. Üstelik bunu yaparken “yarın işsiz kalma ihtimallerinin yüksek olduğu gerçeği” her daim akıllarının bir köşesinde duruyor. Hatta bazıları bu işi gönüllü olarak icra ediyor. Futbolcuların gelişimi için gereken fiziksel ve mental eğitim konusundaki yetersizlik ya da birçok kulüp yönetiminin futbolun içinden gelmeyen isimlerce yönetilmesi öncelikli olarak düzeltilmesi gereken sorunlar. Ayrıca tüm bu sorunlar maalesef kronikleşmiş durumda. Çözülmesi için de büyük yatırımlar yapıldı fakat karşılığının alınabilmesi için zamana ihtiyaç duyuluyor. Peki başarılı olan ülkeler bunu nasıl sağladı? Bizden farklı olarak neler yapıyorlar? 50 yıl öncesine uzanan dramatik bir örnekle bunu açıklamak isterim.

1970’te işçi bir babanın çocuğu olarak Sivas’tan Almanya’ya giden ve kariyeri Türkiye ile Almanya arasındaki eğitim farkı dolayısıyla heba olan bir ismin hikâyesinden bahsedeceğim, adı: İsmail Güler. Almanlar onu evinin önündeki sokakta top oynarken keşfetti. BTSV 1850 Berlin altyapısında başladığı kariyerinde farklı yaş kategorilerinde 12 ay üst üste ayın futbolcusu seçiliyor ve performansının ödülü olarak Alman Milli Takımı kampında misafir ediliyor. Üstelik sıradan bir jenerasyon değil Sepp Maier, Franz Beckenbauer ve Gerd Müller gibi Dünya futbolunun efsaneleriyle antrenman yapma şansına sahip oluyor. Öyle ki Almanya’yı 1972’de Avrupa, 1974’te de Dünya Şampiyonu yapan efsane teknik direktörü Helmut Schön, İsmail için basına “Alman Milli Takımı’nda oynayacak ilk Türk olabilir” açıklaması yapmıştı. Fakat işler tam olarak istenildiği gibi gitmeyecekti. İsmail’in babası onun için Türkiye’ye dönüş kararı verdiğinde henüz 15 yaşındaki bu genci bambaşka bir futbol atmosferi bekliyordu. Yetersiz altyapı imkânları, liyakatsiz yöneticiler, sahipsiz bir gençlik ve daha bir sürü olumsuzlukla dolu bu ortamda can çekişen birçok yetenek gibi İsmail de bir dünya yıldızı olma hedefinden kopup gidecekti. Sivas Demirspor’da futbol kariyerini sürdürmeye çabalayan bu genç yeteneği önce Türk futbolunun efsane isimlerinden Gündüz Tekin Onay, Trabzonspor’un ardından sezonu ikincilikle tamamlayan Adanaspor’a getirmek istemiş fakat dönemin Sivaslı yetkilileri onu ilerde daha büyük bir takıma satabilecekleri ümidiyle buna izin vermemişti. Aynı cevap ertesi sezon onu izleyen Eskişehirspor’un teknik direktörü Nihat Atacan’a da verilecekti. Her iki teknik adam da onu istemekte haklılardı zira Volkanspor’da 18 maçta attığı 63 gollük rekor Türkiye liglerinde hala kırılabilmiş değil. İsmail, üniversite eğitimi için gittiği şehrin takımı Samsunspor’da futbol hayatına devam etse de Türkiye’deki futbol atmosferine adapte olamamıştı. Antrenman metotlarından tesislere, hakem camiasından finansal yapılara kadar birçok alanda çaresizce çırpınan Türk futbolu, diğer on binlerce genç gibi İsmail’in de hikâyesini yarım bırakacaktı. İsmail Güler hayatına Amasya Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak devam etti. Sistemin yetersizliği yüzünden heba olan on binlerce yetenekten sadece birisinin hikâyesi bu.

 Sistemin yetersizliği yüzünden heba olan on binlerce yetenekten sadece birisinin hikâyesi İsmail Güner.
Sistemin yetersizliği yüzünden heba olan on binlerce yetenekten sadece birisinin hikâyesi İsmail Güner.

Çözümün yolu ne?

Esasında yapılan yatırımların karşılığının alınması için yapısal bir dönüşüm gerekiyor. Buna da aile ve çevresel faktörlerle başlamak en doğrusu çünkü her bireyin en önemli eğitim alanı öncelikle ailesidir. Ebeveynlerin doğru şekilde eğitimine olan ihtiyaç sadece sporcular için değil tüm gençler adına birincil öncelik. Aileyi kreş, anaokulu ve ilköğretimdeki öğretmenlerin takip ediyor. Uyku düzeninden beslenmeye, psikolojik motivasyondan duygusal desteğe kadar çocukların doğru yetiştirilebilmesi için birçok hususta bu aktörler hayati önem taşıyor. Ailesi ve öğretmenleri ile doğru etkileşimi yakalayamayan sporcuların, başarılı olma şansı da ciddi ölçüde azalıyor. Geleceğin sporcularına çalışma disiplinin kazandırılabilmesi ve bunun bir yaşam tarzı haline getirilebilmesi için aile ve yakın çevresel aktörler olmazsa olmaz nitelikte.

Bu noktada sportif alandaki eğiticilerin eğitimine de daha fazla önem verilmesi gerekiyor. Antrenörlük maalesef Anadolu’daki birçok yerde, üniversiteden yeni mezun olmuş gençler için geçici bir meslek olarak görülüyor. Bunun çözüm yolu da antrenörlüğü daha cazip bir meslek alanı haline getirmekten geçiyor. Şüphesiz devletin bunu sağlayacak gücü mevcut. Türkiye Futbol Federasyonu’nun elindeki ekonomik imkânlar da yeterli. Hatta büyük kulüplerin transfer bütçelerinin sadece %5’ini buna ayırması bile büyük kazanımlar doğurur. Şunu da unutmamak lazım ki sporcular için en önemli gereksinimlerden birisi doğru beslenme ve bunun için de sporcu ailelerine ayrıca destek verilmesi şart. Devletin sağladığı desteklerin ve yaptığı yatırımların gerçekten amaç için kullanıldığının da çok sıkı bir şekilde takip edilmesi gerekiyor.

Tüm bu gerçekler ışığında insanın aklına şöyle varsayımlar geliyor; “Barcelona’nın süper starı İlkay Gündoğan, Yozgat’ta doğup büyüseydi bugün belki sıvacılık yapıyordu. Ya da Mesut Özil? Zonguldak’tan hiç çıkmamış olsaydı muhtemelen mesleki kariyerini Özil Erkek Kuaförü olarak sürdürecekti.”. Zira bu topraklarda yetişen ve sportif anlamda çok yetenekli olan birçok insan, eğitim modelindeki eksik ve yanlışlar dolayısıyla böyle bir hayat sürüyor. Geleceğin futbolcuları olabilecek İsmail’leri kaybetmememiz ve onlardan İlkay’lar, Mesut’lar yetiştirebilmemiz için herkesin fedakârlık yapması şart. Zira bu milletin en büyük gücü; insanı. Bunun da hangi alanda olursa olsun en doğru şekilde değerlendirilmesi gerekiyor.