Türk sinemasının kurucu yönetmenleri

Sinema ilk defa Türkiye'de toplumun yaşam kültürünün bir parçası olmaya başladı.
Sinema ilk defa Türkiye'de toplumun yaşam kültürünün bir parçası olmaya başladı.

Kamera bu dönemde sokağa taşınır, sinemacılar yüzlerini halka döner, dolayısıyla da film üretimi artar. Akademik anlamda sinema eğitimi almamış bu dönemin sinemacıları resimden anlarlar, fakat ressam değildirler. Şiirden anlar fakat şair değildirler. Toplumu bilirler fakat sosyolog değildirler. Ancak Türk sinemasının kimlik arayışı onların bu çok yönlü merakları ve çabalarıyla şekillenecektir.

Türk sinemasının tarihi her ne kadar Osmanlı toprağı Makedonya'dan çıkan Manaki Kardeşler vasıtasıyla 1800'lere kadar dayansa da sinemamızda özgün bir dilin oluşumu tiyatrocular dönemini sonlandıran "sinemacılar dönemi" ile başlar. Kamera bu dönemde sokağa taşınır, sinemacılar yüzlerini halka döner, dolayısıyla da film üretimi artar. Sinema ilk defa Türkiye'de toplumun yaşam kültürünün bir parçası olmaya başlar. Sinemacılar da bazen el yordamıyla bazen öykünerek sinema yapmanın peşine düşerler. Akademik anlamda sinema eğitimi almamış bu dönemin sinemacıları resimden anlarlar, fakat ressam değildirler. Şiirden anlar fakat şair değildirler. Toplumu bilirler fakat sosyolog değildirler. Ancak Türk sinemasının kimlik arayışı onların bu çok yönlü merakları ve çabalarıyla şekillenecektir.

  • USTASIZ USTA: LÜTFİ ÖMER AKAD
  • Yönetmenlik serüveni Vurun Kahpeye ile başladı fakat 1952'de Kanun Namına filmi ile Türk sinemasına tiyatrodan müstakil bir sanat olma yolunu açan oydu. Tiyatrocuların tersine hareketli, canlı ve sinematografik özellikler içeren sinema anlayışının hâkim olacağı yepyeni bir "sinemacılar dönemi" başlıyordu artık. Piyasanın kendisinden istekleri farklı olsa da ortaya koyduğu her filmle sinemanın kendine özgü dili ve olanakları üzerine kafa patlatmaktan asla vazgeçmedi. Nitekim 1966'da çektiği Hudutların Kanunu ile ulusal sinemanın ilk adımını atarak ikinci kez Türk sinemasında bir dönüşümü başlatan kişi olarak tarihe geçti. Vesikalı Yarim ile aşk filmlerinin en unutulmazına imzasını atarken Gelin, Düğün ve Diyet filmlerinden oluşan "Göç" üçlemesinde kamerasını Türkiye'nin dünü, bugünü ve yarınına çevirdi. Çünkü iki derdi vardı: memleket ve sinema.

YENİ ARAYIŞLAR: ATIF YILMAZ

Atıf Yılmaz, asla mevcut şartların sağladıklarıyla yetinmedi. Onu yarınlara taşıyan da her dönem sanatını yenileyip güçlendirerek ortaya koyması oldu. Kendi yetişirken başkalarını da yetiştirdi. Halit Refiğ, Şerif Gören, Zeki Ökten, Ali Özgentürk, Ertem Göreç gibi usta yönetmenler Atıf Yılmaz ile sinemaya ilk adımlarını attılar. Türk sinemasının evrensel bir dil yakalayabilmesinin ancak bu toprakların hikâyelerini anlatarak mümkün olabileceğini savundu. Keşanlı Ali Destanı'nı, Ah Güzel İstanbul'u hediye etti sinemamıza. Cengiz Aytmatov'dan uyarladığı Selvi Boylum Al Yazmalım'ın hiçbir uyarlaması onunkine yaklaşamadı bile. Yedi Kocalı Hürmüz, minyatürün biçimsel özelliklerini sinema diline nasıl yansıtabileceğine kafa yorduğu bir dönemde çıktı seyircinin karşısına. Evet, film yeterince iyi değildi belki fakat resimlerle hikâye anlatmanın sinemadan çok daha önce gündemimizde olduğunu hatırlattı bize.

  • SİNEFİLOZOF: METİN ERKSAN
  • Türk sinemasının en büyük düşünürlerinden Metin Erksan, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun senaryosundan çektiği Âşık Veysel'in Hayatı-Karanlık Dünya adlı ilk filmiyle Türk sinemasının kurucuları arasına adını yazdırdı. Meselesiyle birlikte ismi de büyüdü. Sadece film yapmadı; "Bir sinemacı hem düşünür, hem yazar, hem de rejisör olmak zorundadır" düsturuyla sinemaya dair eleştiri yazıları, makaleler kaleme aldı. 1960'larda dönemdaşı Kemal Tahir gibi onun da gündeminde Batılılaşma ve mülkiyet sorunları vardı. Gecelerin Ötesi ile kapitalizme entegre olmaya çalışan genç Türkiye'nin sancılarını anlattı. Aynı dönemde Yılanların Öcü, Susuz Yaz ve Kuyu filmlerinden oluşan "Mülkiyet Üçlemesi" ile Türkiye'nin derdini evrensel bir dille beyazperdeye taşıdı, Türk sinemasının varlığını tüm dünyaya ilan etti. Kültleşen filmi Sevmek Zamanı'nda ise Batılı tekniklerle doğulu bir hikâyeyi anlatarak arafta kalmış bir toplumun sınıfsal çelişkilerini ortaya koydu.

ULUSAL SİNEMA KAVGASI: HALİT REFİĞ

Hem teorisyen hem yönetmen... Sinemaya eleştirmen olarak giren Refiğ'in "ulusal sinema kavgası" da Nijat Özön ile birlikte yayımladığı Sinema dergisinde başladı. İlk yönetmenlik deneyimlerinde dönemin popüler konularını işledi. Ancak senaristliğini üstlendiği Ala Geyik, Karacaoğlan'ın Kara Sevdası filmleriyle sinemasının fikrî temelini inşa etmeye başladı: Türkiye'de sinemayı finanse edenin halk olduğunu ve bu sebeple Türk filmlerinde Anadolu'nun sanat anlayışını yansıtan hikâyelerin, meddah, ortaoyunu ve karagöz gibi unsurların temel alınması gerektiğini savundu. Türkiye'de ilk kez uygulamaya konulan sinema eğitiminin de öncülerinden biri oldu. Türk sinemasının kimliğini her daim bağrından çıktığı halkın tarafında araması gerektiğine inanan Halit Refiğ, "Aşkı doğuda tanıdım, batıda ölümü gördüm." diyerek sineması kavgasını da kendinden sonraki kuşaklara miras olarak bıraktı.

  • YEŞİLÇAM'IN KURUCUSU: OSMAN FAHİR SEDEN
  • Kemal Seden'in oğlu olarak sinemanın tam ortasına doğdu. Önce Ömer Lütfi Akad'a Kanun Namına filminin senaryosunu yazarak "sinemacılar dönemi"nin kurucularından oldu. Sonra ilk kez 1955'te Eşref Kolçak ve Sadri Alışık'ın rol aldığı Kanlarıyla Ödediler'de yönetmenlik koltuğuna oturdu ve sonrasında toplam 130'dan fazla film üretti. Yeşilçam'ın en çok gişe yapan avantür filmleri de dokunaklı aşk filmleri de sıcak samimi aile filmleri de onun elinden çıktı. Film dilindeki ustalığıyla en kötü senaryolar bile onun elinde gişe rekorları kıran filmlere dönüştü. Bir bakıma Yeşilçam'ı yaratan yönetmendi. Star sistemini ilk o başlattı. 1960'lı yıllarda Türkan Şoray, Ediz Hun, Ayhan Işık, Fatma Girik, Belgin Doruk, İzzet Günay, Sadri Alışık gibi isimleri sinemaya kazandırdı. 1998'de vefat ettiğinde ardında hâlâ televizyonda denk geldiğimizde kanalı değiştirmediğimiz onlarca film bıraktı.

BEYAZ SİNEMA: YÜCEL ÇAKMAKLI

Yeni İstanbul gazetesinde yazdığı eleştirilerle Türk sinemasına ilk adımını attı. Müslümanların sinemaya mesafeli durduğu zamanlarda o, "Bir Müslüman nasıl sinema yapabilir?" sorusunun peşine düştü. Türk sinemasının ancak Müslüman Türk halkının değerlerini yansıtarak gerçekten Türk sineması olabileceğine inanıyordu. Fakat bunun için yazmak yeterli değildi ve derin bir öğrenme arzusuyla Osman F. Seden, Orhan Aksoy gibi yönetmenlerin asistanlığını yaparak ilk filmi Kâbe Yolları'nı çekene kadar sinema sektöründe pişti. 1970'li yıllarda, Birleşen Yollar ile yıllardır sorduğu sorunun cevabını film yaparak aramaya koyuldu. Zehra, Memleketim ve Bir Adam Yaratmak gibi tartışmalara yol açan filmleriyle "Millî Sinema"yı bir süre tek başına domine etti. 1989'da Yeşilçam sonrası Türk sinemasının en çok izlenen filmlerinden Minyeli Abdullah ile Müslümanların gür sesi oldu. "Gâvur icadı" sinemanın Müslüman bir toplumda nasıl yapılacağının ilk tarifiydi o.

  • SESSİZLİĞİN SESİ: MESUT UÇAKAN
  • Millî Türk Talebe Birliği'nin sinema kulübünde ilk film çalışmalarına başladı. Yücel Çakmaklı Birleşen Yollar ile sinemada mütedeyyin Anadolu çocuklarına bir kapı açmıştı. Artık bu çabayı devam ettirmek gerekiyordu. Önce çeşitli dergilerde sinema yazıları kaleme aldı ve en başından itibaren sinemada İslam'ın sesi olmaya çalıştığını hiç çekinmeden ifade etti. Ve nihayet 1979 yılında senaryosunu yazdığı Lanet filmi ile yönetmenliğe başladı. Devamı da geldi nitekim, 1988'de Necip Fazıl Kısakürek'ten uyarladığı Reis Bey, 1990'da başörtülü üniversiteli kızları konu edinen Yalnız Değilsiniz, 1993'te İskilipli Atıf Hoca'yı anlatan Kelebekler Sonsuza Uçar ile "millî sinema" fikrinin düşüncelerine ket vurmayan parlak yönetmenlerinden oldu. Devam ettirdiği "millî sinema" fikri ile sinemaların kapısından bile tedirginlikle geçen insanların hikâyelerini beyazperdeye taşıdı ve onları sinemayla tanıştırdı.

YEŞİLÇAM SOKAĞININ BABASI: NATUK BAYTAN

Natuk Baytan, asistanlık yapmadan yönetmenliğe başlayan sayılı isimlerdendi. İlk filmi Karanlıkta Yaşayanlar'ı 1961'de çekti. Daha sonra Kemal Sunal'lı komedi filmleri; Battalgazi, Kara Murat gibi tarihi kahramanlık filmleri; Huzurum Kalmadı, Kalbimdeki Acı gibi Ferdi Tayfur'lu arabesk filmleri çekti. Sektörde herkesin yardımına koştu, bu yüzden Yeşilçam sokağında herkes ona "baba" diye hitap ediyordu. Tüm imkânsızlıklara rağmen sürekli üretim içindeydi. Öyle ki imkânsızlıklar onu mucit yapmıştı. Hazırladığı tahta bir düzenek ile şaryo tekniğini geliştirmişti, dekupaj tekniğiyle her senaryosunu sahne sahne çizdi. Zaten filmlerini bütün detaylarıyla masa başında planlayıp bitiriyordu. Tarihi filmler furyasında da önemli bir yönetmendi. Onun Battalgazi, Malkoçoğlu gibi tarihi kahramanları tüm Yeşilçam'ı etkisi altına almıştı. Defalarca taklit edildi. Fakat sadece Kara Murat değişmez bir Natuk Baytan serisi oldu. Zira bütün Kara Muratları o çekmiştir.

  • MELODRAMDAN BAĞIMSIZLIĞA: MEMDUH ÜN
  • Memduh Ün, hayata futbolcu olarak atıldı fakat nasibi sinemadaydı. Yönetmen, yapımcı, senarist oldu; oyunculuk yaptı. 1959'da çektiği Üç Arkadaş filmine kadar ağır melodram filmleri yapmaya devam etti. Üç Arkadaş, onun başyapıtı olarak Türk sinemasının en iyi filmleri arasında yerini aldı ve yönetmene sinemanın ağır toplarının buluştuğu Film Dostları Derneği'nin kapılarını açtı. Türk sineması "sinemacılar dönemi"nin getirdiği yeniliklerle canlanırken Ayşecik filmleriyle sinema tarihinde ilk kez "çocuk yıldızlar dönemini" de o başlattı. Yeşilçam yönetmeniydi Memduh Ün, ancak kendine has sinema dili oluşturma bakımından esas çıkışını Bütün Kapılar Kapalıydı, Gün Ortasında Karanlık, Zıkkımın Kökü filmleriyle Yeşilçam sonrasında yaptı. Son filmi Sinema Bir Mucizedir'i kendisi tamamlayamadı fakat yapımcı olarak 124, yönetmen olarak 72, oyuncu olarak ise 48 filme imza atarak sinemanın gerçekten bir mucize olduğunu hayatı ve eserleriyle ispat etti.

YEŞİLÇAM'IN TA KENDİSİ: ERTEM EĞİLMEZ

Ertem Eğilmez'in sinema serüveni sokakta yürürken Memduh Ün'ün film setine denk gelmesiyle başladı. Kendi kurduğu Arzu Film, zamanla Yeşilçam Sineması'nda bir ekol hâline geldi. Hababam Sınıfı serisi, Gülen Gözler, Neşeli Günler gibi eskimeyen filmler onun tezgâhından çıktı. Türkiye'nin zor zamanlardan geçtiği bir dönemde Ertem Eğilmez; filmlerinde arkadaşlığın, mahalle kültürünün, ailenin önemini anlattı. Ancak filmleri fazlaca iyimser olduğu gerekçesiyle eleştirildi. Neden ödül alacak filmler çekmediğini sorgulayanlara ise en güzel cevabı 1973'te Canım Kardeşim'i çekerek verdi. Film bütün ödülleri topladı fakat Ertem Eğilmez, isterse ödüllü yönetmenler arasına girebileceğini fakat mevcut sinemasının zorunluluk değil tercih olduğunu göstermek istercesine bir daha aynı tarzda film çekmedi. Ve 1988'de ölmeden hemen önce hasta yatağından çekimlerini yönettiği Arabesk, Yeşilçam'ın kendi kendini eleştirdiği ve bitişini ilan ettiği film olarak tarihe geçti.

  • YENİDEN BAŞLARKEN: YAVUZ TURGUL
  • 1970'lerde senarist olarak Yeşilçam'a girmişdi Yavuz Turgul. Sultan, Çiçek Abbas, Züğürt Ağa gibi Arzu Film yapımlarının senaryolarıyla Türk sinemasında yerini sağlamlaştırdı. Değişen dünya, Türkiye'yi de değişimine ayak uydurmaya zorlarken Türk sineması da içerik ve yeni ekonomik düzen sorunlarıyla bu zorlu süreçten etkilenecekti. Yavuz Turgul da bu dönemde ilk kez 1984'te çektiği Fahriye Abla filminde yönetmenlik koltuğuna oturdu. Sonrasında ise Yeşilçam'ın bitişini haber veren Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni ve eski günlerin geride kaldığını söyleyen Muhsin Bey filmleri ile devam edecekti. Turgul, 12 Eylül sonrası çöküş sürecine giren Yeşilçam'dan yepyeni bir soluk olarak çıkacaktı aslında. 1996'da çektiği Eşkıya Türk sinemasında yepyeni bir dönemin öncüsüydü. Uzun zaman sonra seyircinin ilk kez sinemaya bir Türk filmi izlemek için gitmesine neden olan yapım, "Yeni Türk Sineması"nın da başlangıcı olmuştu.