Türkiye sevip de kavuşamayanlar memleketi

Türkiye sevip de kavuşamayanlar memleketi​
Türkiye sevip de kavuşamayanlar memleketi​

Birgün dershaneden çıktık Orhan’la. Sene 2004-2005. Konya en sert kışlarından birini yaşıyordu. Dedi ki “Derya’yı görmeye gidelim dershane çıkışına.” Derya’nın Orhan’ın yaşadığından bile haberi yok. Platonik aşkın dibinde Orhan. Bizim ders biter bitmez koşa koşa gittik onun dershanesinin önüne. Çıkmasını bekliyoruz. Zil çaldı, insanlar çıkmaya başladı. Dışarıda tipi var. Biz atkı berelere sarınmışız, sümüğümüz donmuş ama Derya’yı bekliyoruz.

“üç gün arpanı derem

beş gün buğdanı derem

bu yıllık burda kalam

gene seni ben alam”

Alamadı. Kaç kişi alabildi ki?

Dershanedeyiz. O vakitler ÖSS var. Sınavda kazandın kazandın, kazanamadın başka şansın yok. Bir sene çalış 180 dakikada hayatın şekillensin. Abuk sabuk bir iş. Çok bilmiyorum ama şimdi de farklı değil sanırım. Neyse, bizim lise bitmiş, ilk sene kazanamamışız.


O vakitler dershaneler Türkiye’de baharını yaşıyor. Her yer dershane ve hepsi ağzına kadar dolu. Dershaneler pahalı, üniversiteyi ilk sene kazanamamamın mahcubiyeti üzerimizde ama tabii o sıralar Counter oynamak üniversiteyi kazanmaktan daha tatlı geliyordu. Sonradan anladık ki işin rengi öyle değil, o sınavı kazanamazsak organize sanayinin yolu görünecek hepimize. Yaş da geçmiş, 17 yaşından sonra bir yere çırak olsan fena ezerler, e dokunur delikanlı adama. Kafalarımızda binbir düşünce, it gibi çalışıyoruz.

Test kitaplarına Derya yazıyordu. Derya. Dertler Derya olmuştu o da bir sandal, savrulup gitmek üzereydi ki ÖSS müsaade etmiyordu. Ağız tadıyla aşk acısı çekmene bile izin vermiyorlardı.


Ben yine çok çalışmadım ama Orhan çok çalışıyordu. Hem çalışıyordu hem de fena âşıktı. Soru çözerken darlanıp test kitabına da sınav sistemine de ÖSYM başkanına da sövüp fena bir türkü açarak çaktırmadan sigara içiyordu bildiğim kadarıyla. Hiç görmedim o şekilde ama eminim ki aynı böyle yapıyordu. Test kitaplarına Derya yazıyordu. Derya. Dertler Derya olmuştu o da bir sandal, savrulup gitmek üzereydi ki ÖSS müsaade etmiyordu. Ağız tadıyla aşk acısı çekmene bile izin vermiyorlardı. Ne zaman verdiler ki? Tam aşk acısı çekecek olsan deneme sınavı falan oluyor. Üniversitede çekeyim desen ya vizeler başlıyor ya finaller, zor iş! En güzeli vizeye finale sövüp adam gibi çekmek o aşk acısını. Bir daha fırsat olmayacak çünkü.

Birgün dershaneden çıktık Orhan’la. Sene 2004-2005. Konya en sert kışlarından birini yaşıyordu. Dedi ki “Derya’yı görmeye gidelim dershane çıkışına.” Derya’nın Orhan’ın yaşadığından bile haberi yok. Platonik aşkın dibinde Orhan. Bizim ders biter bitmez koşa koşa gittik onun dershanesinin önüne. Çıkmasını bekliyoruz. Zil çaldı, insanlar çıkmaya başladı. Dışarıda tipi var. Biz atkı berelere sarınmışız, sümüğümüz donmuş ama Derya’yı bekliyoruz.

  • Nihayet çıktı, öyle bir çıkışla çıktı ki bizim oğlanın dizinin bağı çözüldü, düşeyazdı yere. Derya yoluna devam etti, biz de arkasından gitmeye başladık. Orhan biraz daha göreyim derdiyle, yüzünü göremese de yürümeye devam ediyordu. Ben de onunla beraber...

Kafamızda bereler, boynumuzda atkılar var ama yine de üşüyoruz. Birini takip etmeninin heyecan ve korkusuyla yolda yürüyüp gidiyoruz. Sanki biri gelecek de “Siz kızı mı takip ediyonuz lan” deyip dalacak bize. Korku da var heyecan da ama bir tek yılmak yok yola devam! O tipi de öylece yürürken bizim oğlan bir anda bereyi çıkarttı attı. “Napıyon lan manyak mısın” dedim. O da; “Derya’nın kafasında bere yok o üşürken ben sıcak mı olayım” dedi. Biz yürümeye devam ettik, evine girdi Derya, biz geri döndük. Sigaramızı yaktık, bir dostun aşkının acısına şahit olmanın kederiyle birer sigara yaktık ve söylemeye başladık: “Dertler deryaa ollmuuuşş ben de biiir sandaaaal, devvriliiip batmışımmm boğulllmuşumm beennn.”

Hikayenin sonunda ne mi oldu? Şaşırtıcı bir son değil; Çobanoğlu’nun dediği çıktı. Zaten şairler hep haklı çıkıyor:

“Bilesin kavuşmak yok İslamlık’ta/ kavuşan kısmısı ancak gâvurdur.” Derya ve nice Deryalar kuşluk çağında bir düş olarak kaldı hep...

Sağa sola bakıyorum, gerek dost sohbetlerinde gerek sosyal medyada neredeyse kimsenin güzel bir sevda türküsü, güzel bir sevda şiiri, iyi bir sevda romanı paylaştığını görmüyorum. Neden yahu? “Sevda sırınan olur” eyvallah ama sanki hiç sevdalanan yokmuş gibi. Nefes aldığından bile haberinin olmadığını bildiği bir kıza âşık olan biri kaldı mı acaba diyorum, illa ki vardır ama birini görürsem mutlu olacağım. Politikaya, siyasi ve askerî meselelere o kadar ram olduk ki bir şeyleri kaçırdık sanki. Çok insani, çok gerçek, çok güzel bir şeyleri kaçırdık hem de.

Bilesin kavuşmak yok İslamlık’ta/ kavuşan kısmısı ancak gâvurdur.
Bilesin kavuşmak yok İslamlık’ta/ kavuşan kısmısı ancak gâvurdur.

Herkes bizden çok şeyler bekliyor. Herkes bizden her şeyi değiştirmemizi bekliyor. Memleket öyle bir hale geldi ki hepimiz tek başımıza bir şeyleri düzeltecek kudrette hissediyoruz kendimizi ama âşık olmuyor sanki kimse. Bazen üniversiteye yeni başlamış arkadaşlarla oturuyoruz, öyle ağır öyle yüce öyle büyük meselelerden bahsediyorlar ki sanki kalplerinde sevdaya yer yokmuş gibi hiç. “Manyak mısınız oğlum gidin âşık olun” diyorum. “Gidin âşık olun, aşk acısı çekin ve insanlığınızı tamamlayın, hiç yoktan seyrü sülûğunuza bir faydası olur âşık olmanın” diyorum. Enteresan bir hissizlik var. Üzülüyorum.

  • Bir insana gerçekten âşık olmayan birinin, birini susar gibi özlemeyen birinin, eline kalem alıp şiir yazmayan şiir yazmasa da, içli içli bir türkü söylemeyen birinin, söylemese de sessizce bir kenarda yahut bağıra bağıra ağlayarak türkü dinlemeyen birinin insanlığını tamamlandığını düşünebilir miyiz?

Geçenlerde YouTube’ta dolanırken bir video denk geldi. Video’nun adı: “X Hoca’dan âşık olan gence...” Hoca’nın adını vermeye lüzum yok. Hoca sohbet ediyor, eline bir kağıt gelmiş, o kağıttaki soruyu cevaplayacak. Soruda şu yazıyor: “Aşk illetine tutulan bir Müslüman genç ne yapmalı?” Buyur buradan yak! Daha baştan olay bitti. Aşk illeti ne demek yahu? Soruyu eğer kendileri sormadıysa -ki bana öyle geliyor- soruyu soran arkadaş derdinden yorulmuş olmalı ki böyle demiş. Bence arkadaş hamd etmeli Allah’a, Allah ona âşık olma halini bahşettiği için. Hoca soruyu okurken salonda müstehzi ve mahcup karışımı bir gülüşmeler, sanki ayıp bir şeyden bahsediliyor gibi. Şöyle diyor Hoca soruyu okuyunca; “Zaten hastalık olarak kabul ediyorsa elhamdülillah devası Kur’an-ı Kerim olacaktır.” x2 hızla videonun tamamını izledim; baştan aşağı fecaatle dolu. Âşık olanlara ölüm rabıtası yapmayı falan öneriyor hoca kurtulmak için. Bir ilahiyatçı ise; “Aşk haramdır, ister ilahi aşk olsun ister platonik olsun, haramdır, obezite gibidir.

Bir şeyin aşırısı haramdır ya, işte aşk da aşırıdır o yüzden haramdır” diyor. “Vay ben öleydim” diyesi geliyor insanın bunları duyunca. Enteresan kafalar. Bu insanların gönlü var mı yoksa neyle yaşıyorlar, varsa bu nasıl gönül diye sormadan edemiyor insan.


Halbuki bir insana gerçekten âşık olmayan birinin, birini susar gibi özlemeyen birinin, eline kalem alıp şiir yazmayan şiir yazmasa da, içli içli bir türkü söylemeyen birinin, söylemese de sessizce bir kenarda yahut bağıra bağıra ağlayarak türkü dinlemeyen birinin insanlığını tamamlandığını düşünebilir miyiz? Geceyi uykusuz geçirmeyen, sabahlara kadar Mecnun gibi Leyla gibi duvara boş boş bakmadan hakikatin ne olduğu anlaşılabilir mi? Bence zor. Âşık olanın kalbi hüzünlüdür, yumuşaktır. Âşık olanın insanlara da tabiata da merhameti artar. Âşık olmak günah değildir. İlla günahtan bahsedeceksek insanı günaha mecbur eden durumlardan bahsedelim. Toplu taşıma araçlarına itiş tıkış istif edilmelerimizden mesela. Yiyip içtiklerimizin içindekilerden bahsedelim aşktan değil. Bırakın gençler âşık olsun, hatta ısrarla âşık olsun. Su akar yatağını bulur demiş atalar. Eğer su akmazsa yatağını bulmaz. Bırakın aksın sular, mutlaka yatağını bulacaktır. Bizim Orhan’ın hikayesi gibi nasılsa Türkiye sevip de kavuşamayanlar memleketi, bari siz üzmeyin çocukları...