Puşkin Erzurum yolculuğunu neden kaleme aldı, hangi gözlemler öne çıktı

Asya kentlerinde yalnız Erzurum‘da bir saat kulesi gördüğünü, onun da saatinin işlemediğini yazar.
Asya kentlerinde yalnız Erzurum‘da bir saat kulesi gördüğünü, onun da saatinin işlemediğini yazar.

Puşkin, 1829'da bir gözlemci olarak Rus ordusuna katılır. Osmanlı topraklarına gelen Puşkin buradaki hatıralarını sonradan kaleme alarak "Erzurum Yolculuğu" adlı eseri çıkarır. Moskova dönüşü "Don Juan", "Dubrovski"," Maça Kızı" gibi önemli eserlerini kaleme alır ve Gogol ile arkadaş olur.

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, 1799'da soylu bir ailenin çocuğu olarak Moskova'da doğar. Yazdığı özgün şiirleriyle adından söz ettirmeye başlayan Puşkin'in özgürlükçü şiirleri hayranlık uyandırır. Dışişleri Bakanlığında çalışmaya başlar. Çar I. Aleksandr tarafından Kafkasya'ya atanır. Kafkasya dönüşü Rusya'daki askeri yönetime açıkça sövdüğü için dört yıl başkente girmesi yasaklanır. Yirmi dört yaşındaki Puşkin, bu sürgün döneminde "Yevgeniy Onegin" romanını yazmaya başlar. Puşkin, bir baloda yüksek rütbeli bir memurun kızı olan Natalya Gonçarova ile karşılaşır ve evlenme teklif eder. Sorusu cevapsız kalan Puşkin, 1829'da bir gözlemci olarak Rus ordusuna katılır. Osmanlı topraklarına gelen Puşkin buradaki hatıralarını sonradan kaleme alarak "Erzurum Yolculuğu" adlı eseri çıkarır. Moskova dönüşü "Don Juan", "Dubrovski"," Maça Kızı" gibi önemli eserlerini kaleme alır ve Gogol ile arkadaş olur. Nişanlısına ilgi duyan birisiyle girdiği düello sonrası yaralanarak, 10 Şubat 1837 tarihinde 38 yaşında hayata gözlerini yumar.

Puşkin "Erzurum Yolcuğu"nu neden kaleme aldığını kendine has tavrıyla şöyle anlatır: İlham aranmakla bulunmaz; şairin onu kendisi bulması gerekir. Savaşa geleceğin kahramanlıklarını anlatmak için katılmak benim için hem çok kendini beğenmişlik hem çok yakışıksız bir şey olurdu. Ben askeri görüşlere katılmam. Bu benim işim değil. Beni güler yüzle çadırının gölgesine kabul eden, büyük kaygıları arasında bana iltifat etmeye zaman bulan ünlü bir başbuğa taşlamalar yazmaya sıkılırdım. Güçlülerin kayırmasına ihtiyacı olmayan bir insan, onların güler yüzlülüğüne, konukseverliliğine değer verir. Çünkü onlardan başka şey isteyemez. Nankörlükle suçlama, önemsiz bir eleştiri veya edebi bir sövgü gibi, yanıtsız bırakılmamalıdır. İşte bunun için bu yol notlarını, 1829 yılında yazdığım her şey gibi, ortaya koymaya karar verdim.

Şairin yeri: Esir düşen seraskerle üç paşa orada bulunuyordu. Beni şair diye tanıttılar. Paşa ellerini göğsüne koyarak beni selamladı, tercüman aracılığıyla şunları söyledi: Bir şairle karşılaşmakta hayır vardır. Şair dervişin kardeşidir. Onun ne vatanı vardır ne dünya nimetlerinde gözü. Oysa ki biz zavallılar şanı, şöhreti, iktidarı ve hazineleri düşünürken onlar yeryüzünün hakimleriyle bir sırada durur.

Puşkin'in gezgin gözü ve sivri diliyle Erzurum: Erzurum'un iklimi sert. Çeşmeler her yerde bol. Hepsinde zincirle bağlı madeni taslar var; iyi yürekli Müslümanlar içip dua ederler. Camiler alçak ve karanlık. Kentin dışında bir mezarlık var. Anıtlar, genel olarak sarıklı mezar taşlarından ibaret. İki veya üç paşanın türbesi üstün bir işçilikle öbürlerinden ayrılıyor, ama onlarda da bir incelik yok. Hiç zevk yok, bir anlam yok... Bir gezgin bütün Asya kentlerinde yalnız Erzurum‘da bir saat kulesi gördüğünü, onun da saatinin işlemediğini yazar.

Puşkin'i etkileyen ayet: Osman Paşanın evine geldik; bizi çok iyi hatta zevkle döşenmiş açık bir odaya aldılar. Renkli pencerelerde Kur'an'dan alınmış yazılar vardı. Bunlardan birinin anlamı bana çok derin geldi: Bağlamak ve çözmek sana yakışır.

Dağlarımızın tasasından Puşkin de nasibini alır: 26 Haziranda dağda bulunuyorduk. Bu dağa Akdağ deniyor; kireçli bir dağ. Beyaz, ince bir toz gözlerimizi yakıyordu; dağların hüzünlü görünüşü insana tasa veriyordu. Erzurum'un yakınlığı, yürüyüşün sona ereceği inancı bizi teselli ediyordu.

Türklerin dil çıkarma sebebi: Kentte dolaşırken Türkler beni yanlarına çağırıyor, dillerini çıkarıp gösteriyorlardı. Bütün Frenkleri onlar hekim sanıyorlardı. Usandırdı beni bu; nerdeyse ben de onlara aynı şekilde karşılık verecektim.

Bir Rus'a Avrupalı hissi veren o korku: Hekimle birlikte vebalıların bulunduğu ordugâha gittim. Attan inmedim, rüzgârda durmak ihtiyat tedbirini aldım. Çadırdan bir hastayı çıkarıp bize getirdiler; yüzü çok solgundu, bir sarhoş gibi sallanıyordu. Vebalıyı muayene edip zavallıya çabuk iyi olacağı umudunu verirken, kollarına girerek onu getiren, soyan ve veba sanki bir nezleymiş gibi davranan iki Türk'e dikkat ettim. İtiraf edeyim, bu aldırmazlık karşısında kendi Avrupalı korkaklığımdan utandım, hemen kente döndüm.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.