Tutkunun dönüştürücü gücü

Tutkuda hata aranmaz, kişi tutkulu olduğunun eksiğini, yanlışını en baştan kabullenmiş, görmemek üzere vaziyet almıştır.
Tutkuda hata aranmaz, kişi tutkulu olduğunun eksiğini, yanlışını en baştan kabullenmiş, görmemek üzere vaziyet almıştır.

Geçici, yavan bir siyasal alan tüm insanları müzmin hevesliler kılıyor. Tutku ezber ifadelerdeki gibi hazza yatkın değildir hep, acı vericidir çoğunlukla, çünkü hayata, insanın kendine, yaşadıklarına, düşündüklerine ihtimam göstermesi zahmetli ve trajik boyutta ıstıraplıdır.

Tutkuyla yapılmayan eylemlerin, içinde tutku barındırmayan fikirlerin, kavgaların, sözlerin, davanın meşruiyeti, sahiciliği ve sahihliği mümkün olmaz. Tutku dünyada bulunmanın, varoluşu kotarmanın, yaşamın anlamlandırılması; manalanmış olanın içselleştirilmesi sürecini içerir.

Savunulan fikirlerin, yaşanılan hayatın, peşinden koşulan kişi ve ideolojilerin içtenlikle, gönül ferahlığı içinde sahiplenilmesi tutkuya bağlıdır. Mecburiyetin getirdiği avukatlık tutkuyu barındırmayacağı için uzun ömürlü de olmaz. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki insanlar sahiplenmeyecekleri, arkasından gitmeyecekleri, uğruna varlıklarını ortaya koymayacakları ideolojilerin, davaların ve şahısların en büyük borazanı olabiliyor; ancak içinde tutkuyu barındırmayan hiçbir oluşumun, fikrin ontolojik içkinlikle ilgisi bulunmaz. Meslek gereği, simgesel düzendeki rol ve statünün sonucu bir aidiyet evreninde bulunuruz, başka'larının belirlediği standartları da benimse- miş görünürüz.

Tutku anlam verir... Varoluşumuzu ve dünyada bulunmamızı anlamlandırır. Yalnızca müspet, onaylanmış, genel kabul görmüş fikirlere, şeylere, yapılara ve karşı cinse tutku duymayız, belki de genel kanaat icabı gayrı meşru sayılan hususlar da tutkunun sahasına girer.

Hâlbuki tutkusuz hiçbir kahkaha gülmek, hiçbir propaganda hakikat, hiçbir yüksek ses söz manasına gelmez. Hâliyle tutkunun bulunmadığı her şeyde bir parça samimiyetsizlik, bir parça meşruiyet sorunu, insana nüfuz edemeyen bir sathilik bulunur. Türkiye'de yaşananlar da tam manasıyla tutkusuz eylem ve söylem fırtınasından ibarettir. Görev icabı savunulan icraatlar, beğenilse bile muhalif olmanın getirdiği reddetme refleksi, içinde insanı, milleti önemsemediği aşikâr tutumlara boyun eğme tutkusuz yaşamanın sonucu. Bağlanılmayan, sahiplenilmeyen, özdeşleşilmeyen faaliyetler, icraatlar, fikirler, ideolojik yönelimler Türkiye gerçekliğini fazlasıyla karşılıyor; o yüzden sürekli bir şeyler olup biterken aslında bir oluş gerçekleşmiyor. Tutkusuz yaşamak girdapta dolanmak gibidir batmadığın gibi çıkamazsın da... Fakat öyle bir Türkiye'de yaşıyoruz ki insanlar erdemli davranmak yerine girdapta dolanmayı, oluşa sevk edecek eylem yerine tutkusuz propagandaya meftuniyetini ispatlama yarışını tercih ediyor.

Anlamı tutku verir

Tutku anlam verir... Varoluşumuzu ve dünyada bulunmamızı anlamlandırır. Yalnızca müspet, onaylanmış, genel kabul görmüş fikirlere, şeylere, yapılara ve karşı cinse tutku duymayız, belki de genel kanaat icabı gayrı meşru sayılan hususlar da tutkunun sahasına girer. Kötüye de, şerre de, haz ve zevkin en uç noktalarına da tutku geliştirebilir kişioğlu. Her neye tutku ile bağlanmışsa aslında bir anlamın peşine düşmüş demektir. Anlamlı bulduğu için değil anlamlı geldiği, anlam taşımasını istediği için o şeye tutku geliştirir. Dünyada hiçbir şeyin mutlak manası olamaz, ona anlamını şartlar, zaman, ihtiyaçlar verir. Tutku varlığın anlama bağlanma gücüdür. Elbette bununla irtibatlı olarak yaşamanın, anlamın, şeyin estetiği öncelikler arasında bulunur. Kişi üzerine titrediğine ilgisinin boyutlarını göstermek için tutku duyar. Ciddiyetini, hayatiyetini, samimiyetini tutkuyla kanıtlamaya çalışır. Çünkü insan faniliği kanıtlanmış bu dünyada kalıcılığı ve değer verdiğine ebedi bağlılığını göstermek ister; tutku insanın anlam yüklediğine sadakatinin ve onurunun nişanesidir.

Tutkuyu yalnız insanlara, karşı cinse gösterilen sevgi, aşk ve cinsellikle özdeşleştirenler çok yönlü tutkunun devrimci, dönüştürücü gücünden korkanlardır.
Tutkuyu yalnız insanlara, karşı cinse gösterilen sevgi, aşk ve cinsellikle özdeşleştirenler çok yönlü tutkunun devrimci, dönüştürücü gücünden korkanlardır.

Tutku, kişinin mesele ettiğini sahiplenmesinin, kendinden görmesinin, hayatıyla eş değer kabul etmesinin göstergesidir. İnsanın tek özü vardır, "ne olursa olsun hayatta kalmak"... tutkuyu yaşamak kadar değerli kılan, geçen ömrü neyin uğruna yaşadığını, anlamlandırmanın, kanıtlamanın neticesidir. Çünkü tutku geliştirilen şeyle kişi özdeşleşir, onu kendi ontolojisine ekler, dışsal bir istekten öte içselleştirir. Bu şiddetli istek onu harici sahiplenmenin ötesinde kendinde yaşatabilecek tözsel kılmayla ilgilidir artık. Töze içkinlik kişinin varoluşunda belirginleştirmesi ile sonuçlanır. Bu yüzden tutku meftuniyetle, müptelalıkla, bağımlılıkla hatta düşkünlükle bir arada anılır. Tutkuyu azıcık dışsallaştırınca düşkünlük sınıfına ekleyebilen zalim bir insanlık bulunur, o yüzden tutkusunu çoğunlukla büyük şahsiyetler, güçlü ruhlar, iddialı özneler dile getirir. Tutkuyu yalnız insanlara, karşı cinse gösterilen sevgi, aşk ve cinsellikle özdeşleştirenler çok yönlü tutkunun devrimci, dönüştürücü gücünden korkanlardır.

Adanma, aidiyet, yılgınlık

Tutkuda hata aranmaz, kişi tutkulu olduğunun eksiğini, yanlışını en baştan kabullenmiş, görmemek üzere vaziyet almıştır. Maddi bir karşılık beklemekten çok bulunmanın ünsiyetini ve anlamını kendine de dikte etmek ister, bu elbette bir amaçlılık ve beklentinin yansımasıdır. Bu açıdan kavramı bilinçdışının tepkisi biçiminde algılamanın ve anlatmanın manası bulunmaz, tutku mantıklı, rasyonel, ilmi her tür faaliyetin katalizörüdür çünkü. Arzuyla beraber tutku cinselliğe açılan bir fantezi âlemini hedefler görünse de üzerine titrenilen her durumun altından tutku çıkar. Hep deneyip hiç vazgeçmeyen bilim adamından, mucitten, sanatçıdan daha tutkulu kim olabilir? Bir aşı, ilaç veya tezi için onlarca kez deney yapan tutkulu ilim adamının, sanatçının hedefinden ve anlamlandırdığı dünyasından vazgeçmeyen tutumu, tutkunun kendisidir. Her yanılgıdan, hatadan, başarısızlıktan sonra yeni bir yol, yöntem aramayı sağlayan tek unsur inançtır, inancı kalgıtan ise tutku. Yılmayan bir varoluş ancak tutkuyla sağlanır. Kabul etmek gerekir ki her şeyin aşırısı kendi karşıtını doğurur.

  • Tutkunun yol verdiği azim belli bir zaman sonra köleliği, tutku düşkünlüğü getirir, bu da güç istencinin bir anda zayıflığa evrilmesine neden olur. Azmi kuvvetlendiren tutkunun özüne adanma, sadakat yerleşir. Adanmayı meşrulaştıran tutku daha çok ideolojilerde ve kült hareketlerde kendini gösterir.

Alman idealizmi, milliyetçilik hareketleri için tanımlanan adanma ve tutku aslında tüm örgütsel faaliyetlerde, cemaat yapılanmalarında, bir kişi ve külte imanda, faşizmde, sosyalizmde de bulunur. Bütün ideolojilere mensup bireyler tuttukları tarafın çelişkilerinin, zaaflarının farkındadırlar aslında fakat tutku yani kendi varoluşlarını bağladıkları aidiyet zemini ve anlam kendilerini dışarı çıkarmaya müsade etmez. İdeolojisini, efendisini, cemaatini terk eden kendini terk etmiş, varlığını inkâr etmiş, mana evrenini çökertmiş gibi olur; bu da yerine yeni tutkuları, aidiyet bağlarını koymanın yeni bir "başlangıç" yapmakla eşdeğer olmasından ileri gelir. Belli bir zamandan sonra kimse "yeniden başlamayı" göze alamaz!

Genellemenin kötülüğü...

Hegel "tutkusuz hiçbir büyük işin yapılmadığı" nı söylerken Büyük İskender'den Sezar'a örnekler verir, asla hiçbir şeyi dizginlememek gerektiğini belirterek... Tutku konusunda Freud'un öneme sahip her şeyin bilinçaltında vuku bulduğu kanaatini nakzeden Husserl bunu bilince yazar. Tüm kararlarımızı akılla aldığımızın altını çizerken Freud şerhini de düşer, aklımızın göremediği kör noktaların insan özgüvenini yok ettiğini de belirtir. Freud'un bilinçdışına ilişkin bu belirleyici vurgularını Lacan biraz dışsallaştırır çünkü simgesel düzen, öteki ve dilsel ağlar yanlış ve yanlı tanımlamaları da doğurur. Simgesel düzen zaten kişiyi "kendi" olmaktan uzaklaştırır, Russel'ın insanı tutkuların, tutkuları yoksunlukların idare ettiği, belirlediği kanaati de aslında uç yorumların bir göstergesidir.

Hegel "tutkusuz hiçbir büyük işin yapılmadığı" nı söylerken Büyük İskender'den Sezar'a örnekler verir, asla hiçbir şeyi dizginlememek gerektiğini belirterek...
Hegel "tutkusuz hiçbir büyük işin yapılmadığı" nı söylerken Büyük İskender'den Sezar'a örnekler verir, asla hiçbir şeyi dizginlememek gerektiğini belirterek...

Nietzsche'nin tutkuyla bilgeliği karşıt kutuplara yerleştirmesi aynı radikal yok saymanın sonucu, çünkü Hume açıkça aslolanın tutkular olduğunu aklı da yönlendirdiğini belirtir. Kabul etmek gerekir ki tutku yüce ruhların, öncü fikirlerin ve şahısların motorudur ama mesuliyeti örtmediği sürece... Kişilerin sorumluluklarını artıran bir tutku yapıcı, onarıcı, dahası inşacıdır. İçtenlik bilginin, ideolojinin, dönüşümcü öncülüğün temel esaslarından biri olduğu kadar kararlılık da içtenliğin sebepleri arasında yer alır. Bir duygu durumu esasında kendinden beklenenin ötesine geçip karşıtını da doğurabilir, tutku en büyük gücümüz olacakken köleleştirici bir zaafı da besleyebilir. Gözleri kör eden bir sevgi, bağımlılık, gönül vermenin hastalıklı aşka dönüşmesi artık özne durumundan pasif nesneleşmeye yol açabilir. Bu açıdan bağlılık ile bağımlılık arasında ince bir sınır vardır.

Aklı, iradeyi, sorgulamayı erteleyen bağımlılığa karşı bağlılık şuurlu sahiplenme iradeli bir etkinliktir.

Tutkuda yapıcı olan bağlılıktır... Kumar oynamak bağlılıktan değil bağımlılıktan ileri gelir. Zeki Demirkubuz'un Kader filminde Bekir'inki bağlılık değil bağımlılıktır, çünkü hiçbir oluşa açılmayan pasif, iradesiz, eylemsiz, şuursuz bir sahiplenme sözkonusu... Bağlılık yol açarken bağımlılık yoldan çıkarır. Tüm kültlerde, karizmatik lider ideolojilerinde, örgütsel hareketlerde bağlılık belli bir zaman sonra bağımlılığa dönüşür, kritik etme, sorgulama, fikir beyanı yerini kör tabiyete bırakır; burada artık tutku sinmiş yerini köleliğe bırakmıştır. Çünkü tutkunun başına gelebilecek temel tehlike genelleşmedir; Camus'nün vurguladığı gibi en büyük zarar genel düşüncelerden gelir.

Tutkuyla açılacak yeni yollar

Başka türlü bir hayatın, başka cins aşkın, başka bir düşüncenin mümkünlüğünün kanıtını tutkuda bulabiliriz. Žižek'in vurgusundaki gibi iki aşırı uç arasında denge fikri rezil bir statükoculuğa, muhafazakârlığa neden oluyor.

  • Bugünlerde Türkiye'de ve dünyada coşkun yılgınlık, iştahlı bezginlik, enerjik çöküş yaşanıyor; insanlar tatminsizlikle tatmin olmaya kendini zorluyor, alıştırıyor. Umutsuzluk, keder, toplumsal melankoli hâkim, hiçbir eylem, hiçbir fikir, hiçbir siyaset tutkuyla yapılmıyor.

Hayalin Antik Çağ'da bilgi kaynağı sayıldığını söyler Agamben; arzu yalnız hazzın sürekliliğine, sahip olmanın doyumsuzluğuna endekslenince oluşu kökünden keser. Geçici, yavan bir siyasal alan tüm insanları müzmin hevesliler kılıyor; yenilenmenin varoluşsal sevincinden mahrum bırakıyor. Tutku ezber ifadelerdeki gibi hazza yatkın değildir hep, acı vericidir çoğunlukla, çünkü hayata, insanın kendine, yaşadıklarına, düşündüklerine ihtimam göstermesi zahmetli ve trajik boyutta ıstıraplıdır.

Yeni bir yol, yeni bir siyasal alan, yeni fikirler, toplumsal dönüşüm ve oluş, Türkiye'nin ve Müslümanların beklediği gibi acıyı, sıkıntıyı, eziyeti göze alacak, yaşadığına ve yaptıklarına ihtimam gösterecek, üretmenin ve yenilenmenin sevincini arayan, varoluşunu anlamlandırmaya çalışan tutkuyla güçlendirilmiş büyük ruhlar tarafından gerçekleştirilir.