Umudun ve kavganın sesi

​Umudun ve kavganın sesi.
​Umudun ve kavganın sesi.

“Dünya, hatta tüm evren kanayan bir yerdir; insan binlerce yıldır hep acılarla kuşatılmıştır.”

  • Şaire dair

Birinci mısra

Pablo Neruda.
Pablo Neruda.

Büyük acılarla, şiddet, kayıp ve ölümlerle, yoksulluk, sömürü, baskı ve askeri darbelerle dolu bir coğrafya olan Latin Amerika’da doğup büyüyen, orada ve dünyada yaşanan toplumsal dramların insanlarda bıraktığı etki ve sarsıntılara tanıklık eden, o acıları yüreğinin derinliklerinde duyumsayarak şiirlerinde etkili dizeler haline getiren büyük şair: Pablo Neruda. Şili’de demiryolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kendini şöyle anlatıyor; “Adımı 14 yaşımdayken, daha Santiago’ya gitmeden değiştirdim. Babam yüzünden. Genellikle şairlere, özellikle bana karşı idi. Hatta işi kitaplarımı ve not defterlerimi yakmaya kadar götürdü. Onun görüşüne göre, mühendis, doktor, mimar olmalıydım, çünkü diyordu, ‘insanların bu gibi kimselere ihtiyacı var.’ Oğullarının toplum içinde sivrilmesini görmek isteyen, orta sınıfın köylülükten gelme bütün insanları gibiydi. Bir dergiyi karıştırdım ve orada Jan Neruda imzalı bir hikâye gördüm. Tam o sıralarda bir şiirimle bir yarışmaya katılmak durumundaydım. O zaman Neruda soyadını seçtim ve ad olarak da Pablo adını aldım. Bu adın birkaç ay sonra geçip gideceğini sanıyordum…”

İkinci mısra

Asıl adı Neftali Ricardo Reyes Basolato olan şair, 1920’de Selva Austral isimli bir edebiyat dergisinde ‘Pablo Neruda’ adını kullanarak edebi metinler, şiirler kaleme almaya başladı. Bu ad, birkaç ay sonra geçip gitmemişti. Derin duygularla yazdığı şiirlerinde, insana özgü evrensel bir duygu olan aşkı bütün hüznüyle, ayrılık acılarıyla ve şaşırtan mutluluk kıvılcımlarıyla işliyordu. “Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim / Duymak yitirdiğimi, ah, daha neler neler” Neruda, daha yirmisinde kendi yürek çırpıntılarını açıklamaya çalışırken, farkına varmadan, her çağdaki, her toplumdaki ilk gençlik çırpıntılarını da anlatmıştı. Ve kendi büyük şarkısının temellerini atıyordu bu şarkılarla. Zamanla kendi şarkıları olmaktan çıktı bu şarkılar, herkesin gönlü, özlemleri ve tutkularıyla söylenecekti. O, yaşadıklarına, gördüklerine ve içinde yaşadığı zamana şiirleriyle tanıklık etmeyi, bir aydın sorumluluğu olarak görürdü. “Şiirlerimi milletimin insanlarına kucak kucak dağıttım” der Neruda. Şairin halkla kucaklaşmasının çok etkileyici anlatımıdır bu.

Üçüncü mısra

Bilmenin acı çekmek olduğunu çok iyi biliyordu. “Bilmek acı çekmektir ve bildik: karanlıktan çıkıp gelen her haber / Gereken acıyı verdi bize.” Yaşamı boyunca güçlü siyasal duruşuyla ve yazdığı şiirler üzerinden direnişiyle bütün dünya tarafından takdir edilen Pablo Neruda, İspanya’da olduğu kadar Şili’de de faşizme var gücüyle direndi; demokrasi, adalet ve özgürlük için mücadele etti. Mağdur olan, ezilen halkın yanında yer aldı daima. O hem çağının tanığı hem de şiiriyle vicdanın sesiydi. Yaşadıkları, tanık oldukları, protestoları ve şiirleri bir bütünlük oluşturuyordu. “Şairin hayatı şiirlerine dâhildi” kısaca.

  • Filme dair

Birinci sahne

Biz de 2016 yılında Pablo Neruda’nın yaşamına dâhil oluyoruz. Bir şair olarak Pablo Neruda’yı anlamak için onun penceresinden bakıyoruz hayata. Onun çetrefilli ve davasına adanmış hayatını merkeze alarak kurgusal bir düzlemde izleyiciye aktarılan bu film, biyografi yapısından oldukça uzak fakat çokça gerçekçi. Pablo Neruda’nın 1940’ların sonunda Komünist Parti’deki varlığı sebebiyle polis tarafından aranması üzerine geliştirilen ve bir kaçış merkezinde ilerleyen bu film, aslında şairin peşine düşerken kendini arayan ve benliğini sorgulayan polisin yaşamına da ışık tutuyor. Şairin o dönem içine düştüğü polisten kaçma ve yazdıklarıyla halkı etkilemeye devam etme anlayışını da izleyicisine sunmayı ihmal etmiyor. ‘Kurmaca içinde kurmaca’ yapısıyla oluşturulan hikâye bir dedektif filmi esintisi de yaşatıyor seyircisine.

İkinci sahne

Pablo Neruda’yı yakalamakla görevlendirilmiş dedektif Oscar Peluchonneau, kendi düş dünyasında ünlü şaire karşı hayranlık ile nefret duyguları arasında salınıyor ve böylelikle hikâyenin anlatıcısı hatta bir nevi yazarı olarak karşımıza çıkıyor. Ama üstleri tarafından yönlendirilen, onların sözleriyle konuşan polisimiz bu noktada kendiyle de bir yüzleşme içerisine giriyor. Kurgunun ana eksene oturduğu, genel yapı itibariyle bir kovalamaca olmasına rağmen oldukça sakin ve yavaş ilerleyen filmimiz esas karakteri idealize etmenin dışında tam da alışılagelmiş bir formda olmayan bir gerçeklik ile anlatısını kuruyor. Salon şairi centilmen Neruda, kadın düşkünü Neruda, alt sınıflarla meyhanelerde gizli gizli takılıp şiirlerini okuyan romantik Neruda, eşiyle anlaşamayan romantik olmayan Neruda, komünist olmaktan çok komünist görünmeye hevesli gösterişçi Neruda, halkın kurtuluşu için savaşan devrimci Neruda. Peki, bunların hangisi gerçek Neruda? Bu benlikler arasında kaybolurken bir de araya polis ve politik gerilimlerin girmesi nedeniyle hiçbiri olamayan Neruda, gerçek Neruda.

Üçüncü sahne

Biz bu Neruda’ların arasında kaybolurken şiirlerin de aralara güzel bir şekilde serpiştirilmesi izleyiciyi her zaman diri ve tetikte tutuyor. Yazdığı şiirleri küçük topluluklar içinde ezberden okuyarak ait olduğu topluma umudu ve direnişi aşılamaya çalışan Neruda, çoğu zaman bu eyleminde başarılı oluyor. Neruda’nın şiirlerinin işçiler tarafından hep bir ağızdan okunduğu sahnelerde içerdiği yüksek dozda gerçeklik sayesinde filmin vermek istediği mesajda seyirci de yerini buluyor. Karakterlerin kişiliklerinden çok onların his dünyasına odaklanan film, bizleri de derin bir iç muhasebe içerisinde bırakıyor.Adeta kendisi için bir kişilik inşa eden Neruda, bizlere bambaşka bir av-avcı deneyimi yaşatıyor. 1973 yılında vefat eden Neruda’nın cenazesinde çoğu işçi olmak üzere on binlerce kişi yürüyor. “Pablo Neruda yaşıyor!” diye haykırıyor insanlar. Bir şairin aşk, yurt sevgisi ve serüvenle dolu yaşamı da böylelikle sona eriyor. Geride adalet, özgürlük ve güzellik arayışının izlerini; sevgi, dostluk, aşk, hüzün ve ölüme adanmış sayısız dizeyi bırakarak çıkıyor sonsuz yolculuğuna. Geriye bize bıraktığı şiirleri ve onun hayatına az da olsa dâhil olabileceğimiz bu film kalıyor.