Umutlar, Tanklar ve Dutlar

Turgut Uyar
Turgut Uyar

“Günler Geçer” koymuş şiirin adını Turgut Uyar.” Temmuz tam bu işe göredir” diye de sonlandırmış. Temmuz sanki tam tersine günlerin geçişini çok iyi anlayamadığımız, bir ay. Bize sonsuzluk vadeden bir ay. Sıcaklar Haziran’da başlamıştır. Havaların ısınmasına çiçekler ve insanlar çoktan alışmıştır. Ve bunun ağustosta da devam edeceğini bilir cümle mahlukat. Temmuz tam merkezdedir. Güneşli günlerin altında, akşamları sokaklarda gezen terlik sesleriyle, sonsuza kadar devam edecek gibidir her şey. Aşk sonsuza kadar, umut sonsuza kadar. Her şey o kadar arada ve bir o kadar da sonsuza kadardır. Umut ve merhamet sonsuza.

Çıraklar henüz yeni alıştılar ustalarına. Çocuklar okula gitmemeye yeni alıştılar. Kuzular yaylalara yeni alıştılar. Kediler artık zemin fark etmeksizin her yerde uyumaya yeni alıştılar. Mayısta, haziranda ne öğrenmeye başladıysak, temmuzda artık o öğrenmek istediğimiz şeye iyice vakıfızdır. Her şey iyidir. Çocuklar, kuzular, arkadaşlar iyidir. Öğle sıcağında yanmak bile. Ve hatta asgari ücretiyle dünyaları ortaya koyan adamlar ve kadınlar, silah teknolojisine kafa tutarlar. Kâh bir çatıda ona bütün hayatını kazandıran tornavidayla, elinin emeğiyle yani zalimlerin uçaklarına füze olurlar, kah giymekten eskimiş gömlekleriyle tankların borularını tıkarlar. Turgut Uyar’ın dediği yerden: “Temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa”

Sokakta yürürken, daha kendisini görmeden izlerinden anlarız onu, dutlar yeni bir şey gibi gelmişlerdir. Yeni bir misafir gibi acelecidir. Önceki gün dut toplayan elleri, dut lekesi olan kadınlar, kollarını sıvamadan zalimlere yürüyecektir. Dut bizi tanır biz de dutu tanırız. 100 sene önce de ellerinde dut lekesi olan kadınlar sırtlarında çocuklarla, umut taşımıştır cephelere.

Cins; Umutların, Tankların, Dutların hafızasıyla, düşmanlarını; yürüyerek, inanarak ve gülerek kahreden insanları selamlıyor. Hem de gülerek. Yoksulundan zenginine ayırt etmeden gelen, adaletli Temmuz güneşi gibi. Hep nöbette unutulanların bildiği, İsmet Özel’in öğrettiği gibi:

“Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor halkın doğurgan dünyasına dalmakla onların güneşe çarpan sesini anlamayan dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri seyir bile edemezken içimizdeki şenliği yılgı yanımıza yanaşamazken bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat yıkılmak elinde mi?”