Uzayda dua etmek: yalnızlık, ter ve tuzla dolu bir kurtuluş anı

Uzayda dua etmek: yalnızlık, ter ve tuzla dolu bir kurtuluş anı
Uzayda dua etmek: yalnızlık, ter ve tuzla dolu bir kurtuluş anı

Sırtımdaki cihazla Ay’ın yeryüzüne saplanmış oturuyordum. Kalkmaya çalıştım. Tepindim ve debelendim. Olmadı. Bu kurtuluş çabası sonucu derimden tuzlu sıvılar çıktı. Damla damlaydı bu sıvı. Bu sıvının her damlası aynı ve rahatsız ediciydi. Ay’da terlenebilir mi bilmiyordum ama ben, ilkin tuzu hissettim.

Kaskımın camını, yumruğumda kıvrılıp uyuyan işaret parmağımın bir kenarıyla temizlediğimde, uzun süredir oturur vaziyette olduğumu fark ettim. Ancak kaskımın çapaklarını sildiğimde oturduğumu anlamış olmam yani belimi, gözlerimle başka bir yöne bakarak hissetmem canımı sıktı. Yere bir kapsülle bağlanmıştım ve kalkamıyordum. Yer çekiminin flu olduğu bu gökcisminde nasıl oturabildiğimi veya nasıl uçamadığımı anlamam için bu ışığı görmem mi lazımdı?

Yerimden hiç kalkamama ihtimalimi düşününce bu ışığa kavuşmamın kaç milyon yıl sonra gerçekleşeceğini hesaplamam gerekiyordu. Bunun için sayıları hatırlamakla işe başlayabilirdim. Ama -Ay olduğunu düşündüğüm- uzayın bir ücra köşesinde de olsam -uzay acayip bir gurbet ve gurbetin her yeri ücra- insandım ve üşendim. Bu arada üşengeçliğimi bildiğim için buranın Ay olduğunu var sayıyorum. Sayıları unutan biri olarak var sayıyorum. Allah nasip ederse belki bir gün bazı şeyleri de yok sayacağım. Uzay yolculuğu da olsa uzaklara gitmeye hep erinirdim ben. Bu yüzden sayıları hatırlamaktansa yer ile olan bağımı koparmaya karar verdim. Anılarını hatırlamaktansa köklerini yok saymak, tam bir dünyalı âdetiydi. Evet, ben bu uzay boşluğunda -dünyadaki terminolojiyle- evrenseldim.

Zihnim, bir bebeğin beyni gibi her şeyi öğrenmeye açtı. Hissettiğim elim, yüzüm, saçlarım ve bacaklarımla yaşımın daha 40’a gelmediğini anlıyor ama 30’umu da geçtiğimi var sayıyordum. Hatırladığım ilk sayı: 40. İkincisi: 30. Üçüncüsü: İlk. Dördüncüsü: İkincisi… Evet, zihnim, bir bebeğin beyni gibi her şeyi öğrenmeye açtı. Bir çocuğun merakıyla sakallarıma dokunmak istedim ama astronot kostümüm buna izin vermedi. Bu kostümü giyme sebebim belki de vazgeçtiğim her şeyi unutmamdı. Hayatımda o kadar çok şeyden vazgeçmiştim ki zihnimde çok az bilgi kalmıştı. Bu kıt datayı hatırlamama yardımcı olacak olan tecrübem, benim dünyayı terk edişim gibi, benim dünyamı terk etmişti sanki.

Sırtımdaki cihazla Ay’ın yeryüzüne saplanmış oturuyordum. Kalkmaya çalıştım. Tepindim ve debelendim. Olmadı. Bu kurtuluş çabası sonucu derimden tuzlu sıvılar çıktı. Damla damlaydı bu sıvı. Bu sıvının her damlası aynı ve rahatsız ediciydi. Ay’da terlenebilir mi bilmiyordum ama ben, ilkin tuzu hissettim. Tuzu, tüm akrabalarım yemeğe bolca serperdi. Tuz çok zararlıydı, akrabalarımın izlediği sabah kuşağındaki doktorlara göre. Hastane odasında bile merakla izlenirdi akrabalarım tarafından bu sabah kuşakları. O anlarda hastanenin tüm atmosferini, televizyondaki stüdyonun havasıyla takas edilmesini isterdim. Şu an özledim onları. Akrabalarımı değil. Sabahı ve atmosferi özledim. Çünkü anılarını hatırlamaktansa köklerini yok saymak, tam bir dünyalı âdetiydi. Uzun ömürlü akrabalarımın ölmeye yakınken tuzsuz beslenmek istememesi, çok erken yaşta tuzu azaltmama bir sebepti. İlerde çok yaşarsam her şeyi onun için planladığım çocuğumun canı sıkılmasın diye azaltmıştım tuz kullanımımı.

Her zamanki gibi (Acaba uzayın “her zaman”ı ne türlü bir şey ve bunun için kaç sayıyı hatırlamam lazım?) asıl meseleyi sonra fark ettim: Su. Uzayın bir ucunda, baş başa kaldığım yalnızlıktan kurtulup özgür olmak için çabaladığımda vücudum su çıkarmıştı. Tuz da su denilen bu kapsülün içindeydi. Belki de o tuz, tıpkı benim gibi debelenerek dokundu derime ta en başta. Ama su.

Köyümde bir yaz kuraklık vardı. Ben de suyla abdest almıştım tüm köylüler gibi. Yağmur duasına başlayınca gözlerinden su çıkan, yani ağlayan tek kişinin Deli Yaşar olduğunu görmüştüm. O an gözleri yaşaran Deli Yaşar, içtiği tüm sigaraları dilinde söndürmesiyle tanınırdı. Evet, her delinin delice bir özelliği vardı. Eğlence için çocuklara dil çıkaran bu adamdan yaşlı-çocuk herkes korkardı da belli etmezdi. Evet, her delinin bir eğlence anlayışı da vardı. Bu eğlenceden korkanlarsa korkularını kimseye belli etmezdi çünkü delinin aklı yoktu. Köylü için bir üstünlüktü bu. İstediğiniz kadar korkun, başka birinin bir şeyi sizinkinden eksikse siz ondan üstünsünüzdür. Sırf bunun için de korktuğunuzu belli etmezsiniz. Çocuklar da korktuğunu belli etmezdi çünkü diğer çocuklar sizinle alay ederdi. Alay etme de aslında bu yetişkin davranışı ile aynıydı. Deli Yaşar’ın dili sigara söndürmekten kül haline gelmişti. Dili küle dönmüş birinin yağmur duasında ağlayıp bağırarak göğün suyunu kurak bir ağızla niyaz etmesi, uzayda bile hatırlanacak bir şeydi. Derken ve birden şuna kanaat getirdim: “Kurtulmak için ben de dua etmeliyim. Allah nasip ederse belki bir gün bazı şeyleri de yok sayacağım.”

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.