Yahudi ulusunun icadı ve diğer bazı yalanlar

​Yahudi ulusunun icadı ve diğer bazı yalanlar.
​Yahudi ulusunun icadı ve diğer bazı yalanlar.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının şiddetle devam ettiği şu günlerde, İsrail’in meşruluğu ve kendini var etme biçimi önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor.

İşgal öncesi planlar

1948 öncesinde var olmayan bu devlet esasında ikinci dünya savaşından 50 yıl önce kurgulandı. Theodor Herzl’in öncülüğünde kurulmuş seküler ve politik Siyonizm hareketi, 1897 yılında gerçekleştirdiği Birinci Siyonist Kongresi’nde “Halkı olmayan bir ülkeyi, ülkesi olmayan bir halka devredin…” sloganıyla kamu hukuku güvencesi altında Yahudi halkı için Filistin’de bir yurt kurulması amacını dünyaya ilan etti. Aradan geçen 50 yılda politik yapılanmasını güçlendirirken Filistin üzerindeki İngiliz mandası, İkinci Dünya Savaşı şartları ve Yahudi soykırımı gibi unsurlar emellerini gerçekleştirmelerine olanak sağladı.

Kendilerine Dünya haritasından yer seçip birçok alternatiften sonra Filistin topraklarını kendilerine uygun bulan Siyonist Komite, işgal için işe kendi kökenlerine dair mitler yaratmakla başladı. Böylece Yahudi soykırımı sonrası yerleşecekleri toprakları kendilerince meşru kılma lüksü elde edeceklerdi.

İsrail, Filistin topraklarında kurulmalıydı çünkü sözüm ona o toprakların asıl sahipleri kendileriydi. Kenan yurdundan göçe zorlanan, daha sonra gittikleri yerlerde zulme ve ayrımcılığa uğrayan bir halk imajı oluşturarak artık kendi topraklarında yani vaat edildiğini iddia ettikleri topraklarda huzurla yaşamalıydılar. Tabiri caizse iki bin yıllık tehcir safsatasından sonra özbeöz Filistinlilerin olan toprakları işgal etmiyor, sanki kendi topraklarına yeni bir devletle geri dönüyorlarmış edasıyla yerleştiler. Masumane değil, tıpkı Amerikalıların yüz yıllar öncesinde kıtada Kızılderili yerli halka yaptıkları gibi ahlaksızca, katlederek.

Tarih hakikatleri ortaya koyuyor

Oysa 1946 Avusturya doğumlu İsrailli tarihçi Shlomo Sand’ın çalışmaları yerleşik Yahudi ulusu mitlerinin asılsızlığını ve Siyonist İsrail devletinin mesnetsizliğini ortaya koyuyor. Siyonistlerin bu toprakları elde etmedeki ilk meşruiyet kaynağının Kitab-ı Mukaddes olduğunu ifade ediyor Shlomo Sand. İsrail’de 4 -5 yaşındaki bir çocuktan dahi “kökenini” göstermesi bekleniyor. İsrail’i kuran tüm doktrinler, Yahudiye diğer adıyla Kenan diyarından çok uzaklara sürgün edilen Yahudilerden bahseder ve temel dayanağı kutsal kitaplarıdır. Yani İsrail’i oluşturan kolektif hafıza bir şekilde sürgünden beslenir. Ancak arkeologların tarihsel olarak tehcirin mümkün olmadığına ve kitapta geçen tehcirlerin aslında gerçekleşmediğine dair güçlü görüşleri var.

1967 ve sonrasında yaşanan işgaller döneminde bölgeye giden arkeologlar Kenan diyarının yerel halkının oradan hiç ayrılmadığını ve bölgenin aslında Yahudiler tarafından fethedilmediğini keşfettiler. Shlomo Sand’in çalışmaları da bazı köylülerin her daim oldukları yerde kaldığını gösteriyor. MÖ. 10. yüzyıldan itibaren nüfusun çoğunluğu yerinde kalmış, değişen tek şey savaşlar sırasında ve sonrasında bölgeye dışarıdan gelenlerin nüfusa karışarak çeşitliliği artırması olmuş. Yine de hikâye iki bin yıl önce gerçekleştiği iddia edilen bir sürgünü yaşayanların, bin yıldan uzun süredir o topraklarda yaşayanlardan hak iddia etmesiyle nihayete eriyor.

“Çok fazla kan değişimi oldu, çok fazla harmanlandık, ama bizler ilk Filistinlilerdik!” yorumuyla önemli noktaya parmak basıyor Shlomo Sand. Binlerce yıldır o topraklarda yaşayanlar veya bir şekilde göç edenler farklı dinlere mensup olsalar da aynı kökene sahipler. Hiçbiri yalnızca Yahudi değil her biri sonradan din değiştirmiş ya da değiştirmemiş Filistinliler. Shlomo Sand daha da ileri giderek, bir Filistinlinin İbranilerin atalarıyla daha fazla genetik benzerlik taşıdığını bile söylüyor. Bu durumda İsrail’de yaşayan Yahudilerin kendilerine biçtikleri üstün ve ayrıcalıklı ırk rolünün bir anlamı kalmıyor.

Ortak Yahudi kültürü mümkün mü?

Yahudiliğin tarih sahnesinde yayılışına göz gezdirdiğimizde şu an Yahudi ulusu olarak tanımlanmaya çalışılan şeyin aslında ne kadar çeşitli toplulukları barındırdığı görülüyor. Dinin ilk yayıldığı yer olan Yahudiye bölgesinde nüfus zorla bu dine mensup olurken ilerleyen dönemlerde, takribi 2. yüzyıldan sonra yabancı halkların da dine dönüşü başladı. Düşünün ki kilometrelerce uzakta yer alan Antik Roma’da aristokrat kadınlar dahi Yahudiliğe mühtedi olarak katıldılar. Tüm bu dine dönüşlerin sonucunda dünyanın farklı farklı yerlerinde 4 Yahudi Krallığı yaşadı. Ki bu krallıkların halkları geniş coğrafyalarda yaşayan genetik benzerlikleri bulunmayan insanlardan oluşuyordu. Tarihi bir mit uydurmak isteyenler için bunun bir anlamı olmadı elbette. Doğu Avrupa’ya giden Yahudilerin çoğunluğu bu dört krallıktan biri olan Hazar Krallığı’ndan gelmekteydi ve 1950’lerde Hazar Yahudilerinin İbrahim soyundan gelen ve Filistin topraklarından göçmüş Yahudiler olduklarını iddia ettiler. Böylece Avrupa’da toplanmış çeyrek milyonluk Yahudi nüfusu kendileriyle İbrahim Aleyhisselam arasındaki organik bağı kurmuş oluyordu.

Dört ayrı krallık, dört farklı coğrafya ve birbirinden kopuk yerleşim yerlerinde bir şekilde hayatlarını yaşayan binlerce Yahudi’nin dünyasından çıkarak yakın yüzyıl sahnesine yüzümüzü dönelim. Gördüğümüz sahne ulus kimliğin modern devletler dönemiyle inşa edildiği o atmosferde din dışında (ki kurucu önderlerinin bir kısmı dindar dahi değildi) birliği ve ortak yönü olmayan bir topluluğa nasıl ortak bir kültür üretildiği oluyor. Minareyi çalanın kılıfını hazırladığı bu süreçte uluslararası kamuoyunun da senfoniye katılarak işgale arka çıktığını en hafif haliyle karşı çıkmadığını hatırlamakta fayda var. Siyonist hareketle aynı dönemlerde ortaya çıkmış Bund Partisi de önemli bir kitlesel parti olarak aksiyon alıyor vaat edilmiş topraklar miti üretmeden yalnızca, Yahudilerin yaşadıkları topraklarda kültürel ve dilsel özerklik elde etmeleri için çalışıyordu. Tıpkı yüzyıllardır yaşamaya devam ettikleri gibi. Ancak galibiyet Siyonist harekete verildi. Filistinlilerin hakları Yahudi ırkçılığı, işgali meşrulaştırma, apartheid ve garbiyatçılık uğruna göz göre göre çiğnendi.

Katmerleşen zulüm

Ufak bir toprak parçasıyla alıştıra alıştıra başlanan sürecin bugün geldiği noktayı gelin Netenyahu’nun şu açıklamasıyla yeniden değerlendirelim. Gazze’ye yönelik başarısız kara harekâtı girişimleri sonrası yaptığı basın açıklamasında Tevrat’tan yaptığı bir alıntıyla önce Filistinlileri, İsrailoğulları’nın 3 bin yıl önce savaştığı Amâlika milletine benzetti. Sonra da sahip oldukları her şeyi, erkekleri, kadınları, bebekleri ve onları emziren kadınları, büyükbaş ve küçükbaş tüm hayvanları göz kırpmadan katledin, merhamet göstermeyin emrini verdi. Bu söylemlere rağmen hâlâ İsrail’i durdurmaya yönelik küresel adımlar atılması gerektiğini düşünmeyen siyaset erbaplarının (!) olduğunu tarih unutmayacak.

Manifesto: İsrail diye bir yer yoktur!

Tüm bunların ne anlamı var diye sorulsa, dikkat çekeceğimiz nokta Siyonist ideolojiyle kurulmuş İsrail devletinin varoluşsal kimliğini yeniden tanımlamak için acilen adım atmamız gerektiği olacaktır. Bir işgal devleti düşünün ki var olmayan bir ulusa iki bin yıl öncesinin hikâyelerinden acı ve misyon üreterek varlığını sürdüren bir topluma musallat olsun. Bu devlet sonrasında kendini tüm dünyaya hakkını arayan, herkesin desteklemesi gerektiği bir demokrasi olarak tanıtsın. Ancak attığı her adım işgal, sömürü ve ırkçılıktan ibaret olsun.

Böyle bir yapılanmayı desteklemek zorunda hissedenlerin uyduruğu, bin bir türlü gerekçesi ve sıralayacağı reel politik değerlendirmeleri olabilir. Bunların hiçbir anlamı olmadığını anlatmak için başlayacağımız nokta neden o topraklarda daha fazla var olmak zorunda hissettiklerini sorgulamak olacaktır. Dünyanın her yerinde ait oldukları toplumlarda yaşamaya devam edebilecek ya da farklı dayanışma ağları inşa edebilecekken neden işgali seçtiklerini, kurdukları ırkçı devlette işledikleri soykırım suçlarının hesabını gür bir sesle sormalıyız. Dünyanın Siyonist Yahudilere bir borcu yok. Fakat onların insanlık adına işledikleri kabarık suç dosyalarıyla verecekleri büyük bir hesapları var. Bu hesabı vermeye niyetli olmadıkları gibi, işledikleri her suçu ört pas etmek için yeni hikayeler üretmeye devam edecekler! Ta ki onlara inananların sayısı azalana kadar.