Yalnız yiyenin ölü olduğudur

Mersault

Baudrillard’ın ilk New York gezisinde, gözlemlediği insanlar için dillendirdiği: “He who eats alone is dead” cümlesi yani “yalnız yiyen insanın ölü olduğu” perspektifiyle tanımlanabilir mi Mersault’nun durumu? Kendini güçlü kılacak tüm bağlardan kendini koparan insanın acziyeti. Kadim yalnızlığı.

Albert Camus’nun “Yabancı” adlı romanının, Mersault adlı karakterin “Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum” cümlesi ile başladığını ve bu roman başlangıcının bugüne dek roman türünde yazılmış en çarpıcı başlangıç cümlelerinden biri olduğunu kabul ediyoruz. Ana, sımsıcak bir yurtsa, bir ağuş, bir dulda, korunaklı bir mekansa; “ana gibi yar..” olmazsa… İnsan kendisini dünyaya getiren, kendisine bakan, büyüten; yemeyip yediren, içmeyip içiren birinin öldüğü günü nasıl bilmez? Yabancılık sisli bir gökse, ağır ağır ve gerine gerine, nefesini en yakınlarımıza dek hissettire hissettire ulaştığı bir yer de evimiz, ailemiz, mahrem alanımız mı olacaktır? “Yabancı” yı okuduğumda Mersault adlı karakterin işine bağlı ama bir o kadar da aldırmaz; çoğu insan için hayati olan şeylerin onun için öyle pek de önemli olmayan, “olsa da olur, olmasa da” bir durum olduğunu gördüğümde nasıl da vurdumduymaz olduğuna şaşırmıştım. Kendisine alışkanlık peyda etmesin diye son iki yıl yaşlılar yurdunda annesini ziyareti kesen; annesinin cenazesine kısa süre önce cenazesi olan bir arkadaşından ödünç aldığı bir kravatla giden; annesinin öldüğünden bir gün sonra kız arkadaşı Marie ile sinemaya gidip hem de güldürü filmi izleyen; yas havası içinde olduğu durumlarda bu havaya girmiş insanları rahat tavırlarıyla eleştiren; ağlayanların ağlamasını istemeyen, yaşanması gerekiyorsa belki de annenin öldüğü, ölümün olduğu o günün diğer günlerden pek farkının olmadığını düşünen; perspektifi ölüme değil de bir anlamda yaşama, anlık epifanik durumlara çeken; fiziksel ihtiyaçların ruhsal ihtiyaçları setrettiği bir duygu duruma sahip bir karakter. Ne demek bu? Fiziksel durumlar, ruhsal ve manevi durumların önüne geçti mi nasıl bir insan profili öne çıkar? Uykusuzsa, aşırı yorgunsa annesinin tabutu yanında bile uyuyabilen; sütlü kahve ihtiyacı hâsıl olduğunda tabutun başında olsa bile o sütlü kahveyi orada içebilen; annesine bakacak maddi durumu el vermiyorsa annesini iki sene, üç sene yaşlılar yurduna bırakan ve orada yeni bir hayat kurmasını sağlayan; bu aşamada onu hiç rahatsız etmeden, kendisini gösterip, annesinin kendine yeniden bir alışkanlık peyda etmesini de engelleyen; cinsel arzusu varsa bunu annesinin defnedildiği gün veya o günden sonra bile gerçekleştirebilen bir kişi. Baudrillard’ın ilk New York gezisinde, gözlemlediği insanlar için dillendirdiği: “He who eats alone is dead” cümlesi yani “yalnız yiyen insanın ölü olduğu” perspektifiyle tanımlanabilir mi Mersault’nun durumu? Kendini güçlü kılacak tüm bağlardan kendini koparan insanın acziyeti. Kadim yalnızlığı. Çaresizliği. Belki bu durumdan dolayı da yabancı. Hayat şayet kendisine gardınızı alacağınız, kendisiyle mücadele edeceğiniz bir savaş alanı ve kıtal yeriyse, orada güçlü bir aileyle bu mücadeleye katılmak… Bremen mızıkacılarının çoğunun yaşlı olduğu ve bulundukları yerden (yuva) tardedildikleri, artık birey olarak görülmedikleri yerde bir araya gelerek, toplu halde bir maceraya atıldıkları; haydutlar teker teker karşılansa onlara mağlup olunacağı ama bir üst kimlik inşasında, birbirlerinin üzerine binerek oluşturdukları bir majör kimlikle haydutları def ettikleri ve mücadeleyi onlara karşı kazandıkları bir durum. Kaç sırtlan, başlarını biriktirerek, yüzlerini birbirlerine eklemleyerek bir aslanı korkutabilir? Peteğinize musallat olmuş bir yaban ya da eşek arısına kaç yüz bal arısı gücünü denkleştirerek saldırır ve kanatlarını çırpıp bir ısı oluşturarak düşmanı kavurup soluksuz bırakır? Aile efradının oluşturduğu böylesi bir kimlikle ancak hayata karşı durabilmek, onunla kaim mücadeleye girebilmek, parçalanmamak, dağılmamak, safları sık tutmak, güçlü olmak; her bir ferdin, evin her tarafında dağınık ve ufalanmış halde yer aldığı bir yemek adabı içinde olmamak. Mersault’ya baktığımda bunu gördüm. Cezayir güneşinin, belki de mevsimlerin insana yaptığı fenalıkların baş döndürücülüğü ile kaderin de garip bir cilvesiyle “felaketin kapısını dört kere çalıp” bir Arap’ı kurşunlayarak öldürdüğünde mahkemede yargılanır, yargılanırken de hücresinde yatağında, ot şilteyle kerevetin arasında kumaşa hemen hemen yapışmış, sararıp şeffaf hale gelmiş eski bir gazete parçası bulur Mersault. Gazetede, başı olmayan bir üçüncü sayfa vakası anlatılır. Olay Çekoslovakya’da geçer. Bir adam, para kazanmak için bir Çek köyünden kalkıp yola çıkar. Yirmi beş yıl sonra zengin olur, karısı ve çocuğuyla beraber memleketine döner. Doğduğu köyde annesi, kız kardeşiyle beraber bir otel işletir. Adam onlara sürpriz olsun diye karısıyla çocuğunu başka bir otele bırakıp annesinin işlettiği otele gider, fakat içeriye girdiğinde annesi onu tanımaz. Adam şaka olsun diye bir oda tutar. Sonra da cebindeki parayı gösterir. Geceleyin, annesiyle kız kardeşi kafasına çekiçle vura vura adamcağızı öldürür ve parasını çalar. Ölüsünü bir ırmağa atarlar. Sabah karısı çıkagelir otele. İşin iç yüzünü bilmeden, yolcunun kim olduğunu onlara anlatır. Bunun üzerine anne kendini asar, kız kardeş bir kuyuda intihar eder. Mersault bu hikâyeyi binlerce defa okur. Bir yanıyla bu hikâyenin ne kadar da doğal olduğunu dillendirir bizlere, bir yanıyla da ne kadar dehşet verici bir öyküdür. Hatta yolcunun ölümü biraz da hak ettiğini düşünür. “İnsan hiçbir zaman böyle şakalar yapmamalı” der Mersault romanda bize ama bir yanıyla da bu hikâyeyi binlerce defa okumasının bir nedeni vardır. Yüreğine su serper bu öykü. Merhem olur. Çünkü romanda onca hikâye arasından Camus bilerek seçip romana koymuştur bu öyküyü. Aslında annesinin ölüm gününü bilmeyen, onu iki yıl yaşlılar yurduna koyan Mersault’nun hikâyesidir bu. İnsan, Çekoslovakya’da geçen öyküde olduğu gibi annesini 25 sene görmemezlik etmemelidir. İki sene yaşlılar yurdunda bırakıp onu, sırf pazar günü uçup gidiyor diye görmemezlik etmemelidir. Böylesi bir hikâyeye, böylesi bir şakaya, böylesi bir oyuna, böylesi bir yabancılık durumuna da girmemelidir. Kim ki yalnız yer, ölüdür çünkü.