Yalnızlığı sömüren insan

Artık kendisine yabancılaşan insanın sığınağı, kendisi gibi, “kendisine yabancılaşan kimseler”dir.
Artık kendisine yabancılaşan insanın sığınağı, kendisi gibi, “kendisine yabancılaşan kimseler”dir.

Yalnızlık bir başkası olmaya hazırlık hâlidir. İnsan kalmanın itibarını iade etmektir. Fakat yalnızlığımızı istemeyen “bir görünmez el” tarafından sürekli iteklendiğimiz o kalabalık, o gürültülü ortam bizi yontarak silikleştiriyor.

Modern insanın bu gün, kendi çıkmazını kendisinin oluşturduğu bir zamandayız. Bu çıkmazlarda kendi hesabına, aklında biriktirdiklerini, heves ettiklerini ya yaşar ya da yaşamaya müsait bir hâle getirir. Geçici bir heves, bir arzu, şehvetle, tutkuyla bağlandığı amaçları vardır modern insanın. Kariyer planları, günlük programları ve kürleri rutin olarak takip ettiği ödevleridir. Öğlene ne yiyelim, akşama ne yapalım kaygıları vardır. Gelecek ile ilgili yoğun yatırımlar yapar. Tertipli ve programlı olmak modern insanın olmazsa olmazıdır. Yarın için hep bir felaket senaryosu vardır, bu durum onda anksiyete, stres gibi sorunlara yol açar. Bir yanda zamanın ona sağlamış olduğu “bireyselleşme” ile kendi benliğini, “ene”yi öne çıkartırken, diğer yandan ise kalabalıklar içerisine katılma isteği vardır, “vitrinde olma, vitrinde yaşama” konusunda ısrarcıdır. Bu yüzden markalara fetişizme varan bir bağ ile bağlıdır.

Bugün “tatil” kavramına bu kadar fazla ilgi duyulmasının ardında, bu “içte eksik olan yolculuk” hissini giderme amacı vardır; çünkü bu his insanoğlunun ontolojik meselesidir.

Markasız her şey onun için kötüdür, sahtedir, yapaydır. Bireyi, klişeleşmiş kavramları kullanmaya iten modern dünya, bireyi resmi bir dil kullanmaya da iterek onu zamana uygun bir anlam boyutuna sürükler, moda onun için vazgeçilmezdir. Hazır veriler, hazır yemekler, hızlı hayatlarla yaşamaya hazırdır birey artık. Anlam dünyasını şekillendiren bu hazır veriler, onun düşünmesini ve kendisi olarak hayatını ikâme etmesini engeller. Bir tür monotonluk içerisinde dönenip durur. Bu dil onun gündelik ilişkilerini düzenlerken diğer yandan hayatının da git gide bir soğukluğa bürünmesine neden olur. Resmi dilin bürüdüğü soğuk bir dünyada içsel macerasını yaşayamayan birey, dıştan bir yolculuk yapmaya kendini mecbur hisseder. Bugün “tatil” kavramına bu kadar fazla ilgi duyulmasının ardında, bu “içte eksik olan yolculuk” hissini giderme amacı vardır; çünkü bu his insanoğlunun ontolojik meselesidir. Varolma savaşı veren insanın hiç dinmeyecek mücadelesidir.

Modern insanın ruhunu dinlendirme arayışı

İnsan öz itibarıyla hangi çağda olursa olsun aynıdır.
İnsan öz itibarıyla hangi çağda olursa olsun aynıdır.

Ruhunu dinlendiremeyen modern insan, tatillerle, gezi turları ile zihnini dinlendirmeye, yıl boyunca biriktirdiği kirlerinden arınmaya çalışır. Bu bir çeşit “toksitlerden arınma” seansıdır. Farklı kürlerle, farklı biçimlerle insanların ilgisine sunulan tatil paketleri “her malın bir kör alıcısı vardır” mantığıyla hareket etmekte, akla hayale sığmayan biçimlerde süslenerek sunulmaktadır. Çünkü tebdili mekânda ferahlık vardır ve modern insan her ne kadar köhnemiş görünse de arada sırada o kapalı kapılar ardındaki geleneksel unsurlara yaslanarak kendine yeni sömürü alanları arar. İnsan öz itibarıyla hangi çağda olursa olsun aynıdır. Aynı istek ve ihtiyaçlara yönelim sağlar; aynı korku ve tedirginliği yaşar; aynı konularda imtihana çekilir. Bu onun fizyolojisinin ve fıtratının sonucudur.

Bugün oldukça önemli bir sektör hâline gelen turizmin insanları kendine çekerken dayanak bulduğu nokta da bu yüzden insan fıtratıdır; turizm, fıtratı gereği ihtiyaç duyduğu o yalnızlık, huzur ve mutluluğu pazarlar aslında insana… Bugün Paris’in, Venedik’in birer aşk şehri ve Amerika’nın bir rüyalar ülkesi olarak işaret edilmesi; Afrika’nın ise safari ile özdeşleşmiş biçimde yansıtılması tam da bu zihniyetin ürünüdür. Fakat bu kabuller de git gide eskimekte, modern insanı tatmin edemez hâle gelmektedir. Yakın zamanda “zenginler için fakirlik turları” adı altında “konsept tatil” imkânı sunan kapitalist zihniyet midesi hiç boş kalmamış obez insanları aç kalmaya, susuz ve elektriksiz yaşamaya özellikle de internetsiz bir hayata davet ediyor. Bu konseptler tutar mı tutmaz mı bilemeyiz; fakat bu gibi uygulamalar insanoğlunun nefsî doyumsuzluğunun ne boyutlara geldiğini oldukça net bir şekilde gösteriyor.

Yalnızlığın insandan sökülüp uzaklaştırılması

Gatsby aslında tam da modern insana bir örnektir.
Gatsby aslında tam da modern insana bir örnektir.

Bu dünyaya “bir yalnız” olarak gelen insanoğlu, “bir yalnız” olarak ömrünü tamamlar. Bu yalnızlıklar içerisinde kalabalıklaşması pek mümkün değildir. Fakat modern hayatın dikta ettiği o görüngüsel kalabalık, kişileri kitlelere eklemleme amacı gütmektedir. Bu bir illüzyon gibidir. Bu illüzyonun en iyi ele alındığı metinlerden birisi de Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby adlı romanıdır. Yazar romanında bu illüzyonu irdeler başkahramanı üzerinden. Romanda Amerikan toplumu içerisinde yaşayan Gatsby’nin şaşaalı, debdebeli yaşantısı anlatılırken, bir yandan da bu şaşaalı, “Amerikan rüyası” eleştirilmektedir. Gatsby aslında tam da modern insana bir örnektir, yani o artık kendisini tanımadığı ve bilmediği için kendisiyle yalnız kalmak istemeyen bir insandır.

Artık kendisine yabancılaşan insanın sığınağı, kendisi gibi, “kendisine yabancılaşan kimseler”dir. İçimizdeki muhteşem yalnızlıklar içerisinde dönenip duruyoruz, bunun yansımalarını okuyoruz her yazılan eserde. İçimizde dönenip duran o yalnızlık, o yalnızlıklar, o kendiyle baş başa kalma dersleri bize önemli bir mevzuyu fısıldar: insan kalmak. Yalnızlık bir başkası olmaya hazırlık hâlidir. İnsan kalmanın itibarını iade etmektir. Fakat yalnızlığımızı istemeyen “bir görünmez el” tarafından sürekli iteklendiğimiz o kalabalık, o gürültülü ortam bizi yontarak silikleştiriyor. Özgünlüğümüzü yitirerek kendimiz olamadığımız gibi başkası da olamıyoruz. Ne “empati” oluyor bunun adı ne de “diğerkamlık”. Arafta kalmış gibi bir sürü psikolojisine bürünüyoruz. Oysa insan yalnız kaldığı ölçüde özgündür; fakat bu gün artık insanın yaşayabileceği içsel bir yalnızlığı kalmamıştır.

  • İnsanoğlunun sahip olduğu belki de en önemli unsurlardan biri olan “yalnızlık” bu gün başka birilerinin iş fikrinin temelini oluşturmuş ve yeni bir kazanç kapısı olarak dünya çapında yayılma alanı bulmuştur. Polonya doğumlu sosyolog Zygmunt Bauman, Facebook üzerinden Şubat 2004’te Harvard’da başlayan hareketle, Marck Zuckerberg’in bir altın madeninin içine düştüğünü ifade eder. Facebook ile başlayan sosyal medya serüveni aktif kullanıcıların artması ve teknolojinin daha da gelişmesiyle birlikte insanın yalnızlığının elinden alınmasıyla sonuçlanarak bir simülasyon dünyasının kurulmasına neden olmuştur. İnsanlar sosyal medya ile artık yalnızlık duygusundan kurtulup sürekli olarak fark edilmeye ihtiyaç duyar hâle gelmiştir.

Bu bir nevi psikolojik bir semptom hâline gelmiştir. Sosyal medya bağımlılığı bu gün bir tür hastalık olarak adlandırılmaktadır. Bauman’a göre genel olarak internet, özel olarak ise sosyal medya ağları, yaşadığımız zamanda insanların “görülme” ve “gözetlenmeyi” bir tehdit olmaktan çıkartıp popüler olmak adına insanlarda cezb edici bir unsura dönüştürmüştür. İnsanlar sosyal medyadaki paylaşım ve beğenileriyle tanınmakta, konuşulmakta ve bundan bir tatmin duymaktadır. Bu durum günümüzde, varlığını düşünmekle ispata kalkışan Descartes düşüncesini “görünüyorum o hâlde varım” felsefesine çevirmiştir artık.

İnsanlar kentlerde, bentlerin engeli olmadan, “özgürce” yaşamanın vermiş olduğu rahatlıkla hareket ederler.
İnsanlar kentlerde, bentlerin engeli olmadan, “özgürce” yaşamanın vermiş olduğu rahatlıkla hareket ederler.

Kentin insanları körleştirmesi

Modernizmin kurgusal yerleşim yerleri olan kentler, içerisinde barındırdığı farklı unsurlarla bir aradalığı yansıtmaktadır. İnsanlar kentlerde, bentlerin engeli olmadan, “özgürce” yaşamanın vermiş olduğu rahatlıkla hareket ederler. Geniş bulvarlar ve çok şeritli yollarda süratin getirdiği adrenalini damarlarında hissederler. “Hızlı yaşa genç öl” felsefesince hızlı yaşayıp hızlı tüketim hastalığına yakalanan modern insan, içsel yalnızlığına kentlerde erişemeyecek biçimde kurgulanmıştır. Çünkü kentler insan fıtratına aykırı, betondan alanlardır artık. Toprakla ilgiyi kesmesi, kapitalist bir düşüncenin egemen olması, ilişkilerin yapay bir biçimde kurulması insanı kabuğuna çekmektedir.

Bu yüzden insanlar bireysel doyumlar peşinde koşmaya başlar. Farklı bir okuma denemesi olarak modernizm; bireyi aynileştirme projesi olarak da okunabilir. Tektipleştirici bütün unsurların insan fıtratına aykırı olduğunu bilmeliyiz. Özgünlüğümüzü muhafaza ederek kendimize bir yaşam alanı seçebiliriz. Bu da kendimizle hesaplaşmayla mümkün olabilmektedir. Kendisiyle hesaplaşabilenler ancak özünü keşfedip kendini bulabilir. Kendini bulmanın en iyi yolu da kalabalıktan ayrılmak, yalnızlıkla buluşmaktır. Yalnızlık, inziva hâli… İnsanın kendisiyle yüzleşme anıdır. İnziva, bir terbiye metodudur. Aklın ve ruhun birlikteliğidir, bir nevi aklı ve ruhu savaştan kurtarıp uzlaştırma hareketidir.