Yanılmışım ey kalbim

Şimdi kırk beşime günler kaldı. İmkân olsa kaymakta olan bir aracın önüne taş koyar gibi ömrümün su gibi akmasına mâni olurdum. Heyhat! Ne mümkün?

Zannederdim ki hiç büyümeyeceğim, hep çocuk kalacağım. Irmak kıyısında tozun toprağın içinde bir ömür oyunlar kuracağım. Sıcak havalardan bunalınca az ötemde kendi halinde akan suyun önüne set yapıp biriken suya serinlemek için uzanacağım. Acıkınca yukarıya çıkmaya bile erinip anneme sesleneceğim ve onun uzattığı salçalı ekmekle karnımı doyuracağım. Bütün bir ömür babam kazanacak ve biz hep onun etrafında olacağız zannederdim. Okullar hiç bitmeyecek, koca bir ömür hayal kuracağım geleceğe dair.

Her yıl kış gelecek, soğuğu iliklerimize kadar hissedeceğiz. Kar yağacak ve günlerce yerden kalkmayacak. Okulların tatil edildiğini ancak okula gidince öğreneceğiz ve sonrasında çığlık çığlığa eve gelip çantalarımızı badalların başına atacağız. Ellerimiz donana, burunlarımız soğuktan kızarana ve akmaya başlayana dek oynayacağız. Kardan usandığımızdan güneş yüzünü gösterecek ve o karlar pıt pıt damlayarak çatılardan çekilecek. Ve toprak “Bakın size küsmedim.” deyip yeniden yeşilin bin bir tonuyla bize gülecek, dallarda tomurcuklar patlayacak zannederdim. Mevsimler hiç şaşmayacak; yazı yaz gibi, kışı kış gibi yaşayacağım diye biliyordum.

Nineme hediye edilen o duvar saati hep tıkırtılarla işleyecek, ninem divanın sobaya yakın yerinde yüzüne örttüğü namaz örtüsünün altında zikrini çekecek. Hep orada kalacak. Dedem eve gelince ona yer verecek ve sıcak çayını hemencecik önüne koyacak zannederdim. Çünkü hep böyle olmuştu.

Hayat bizim için bir yanılgıymış, bunu öğrendim şu günlerde. Yahut bir kez daha fark ettim, hayatın bir yanılgıdan ibaret olduğunu biz insanlar için. Sahi insan yanılmak ve bu yanılgısını fark etmek için mi gelir dünyaya?

Mesela bir zaman sonra ninemin önüne çay koyacak kimsesi kalmadı. Ve sonra kendisi çekildi dünyadan. Güneş onun için ebediyen söndü. Dedemden geriye serkisof saati ve bir de parlak, kahverengi taşları olan namaz tespihi kaldı. Ninemdense nasıl ifade edeceğimi bilmediğim derya deniz bir sevgi, merhamet... Ninemin bir sır gibi sakladığı sandığı ortadan kayboldu. Ona hediye saat yerinden indirildi. Yani tıpkı insanlar gibi eşyanın da gözden düşebildiğini anladım.

Tabii bu arada büyüdüm. Okullar birbiri ardına bitti. Mesleğe başladım, evlendim. Çoluk çocuğa karıştım. Sevdim, sevildim. Öfkelendiğim oldu, öfkeme yenildiğim günler gördüm. Çocuklar gibi kahkaha attığım günlerim gibi yine onlar gibi gözyaşı döktüğüm anlarım oldu. Dostlarım oldu zamanımı, kalbimi verdiğim. Sevinciyle sevindiğim ve üzüntüsüne onun kadar üzüldüğümü zannettiğim.

Şimdi kırk beşime günler kaldı. İmkân olsa kaymakta olan bir aracın önüne taş koyar gibi ömrümün su gibi akmasına mâni olurdum. Heyhat! Ne mümkün? Bunu söylerken elbette ömrümü boşa geçirdiğimi kastetmiyorum. Büyük ihtiraslarım hiç olmadı. Hırsa kapıldığım zamanlarım olmuş mudur, belki. Daha çok kendi küçücük evrenimi doldurmaya, onu anlamlı kılmaya çalıştım. Meşgaleler edindim kendime, avuntularım oldu. Ve zaman hiç durmadı. Ancak şu bir gerçek: Hayat güzel, yaşamak güzel! Nefes alıp vermek çok kıymetli. Gülümseyebilmek, paylaşabilmek, bir eli tutabilmek, bir kalbe dokunabilmek, kenetlenmek, özgür olduğunu hissedebilmek çok değerli. Ben bunları daha fazla yaşamak için ömrümün hızla akıp gitmesini engellemek isterdim.

Nineme hediye duvar saatinin tıkırtısını bir müzik gibi dinlemek, bahçemizdeki zambakların ipeksi yapısına parmağımı sürmek, kokusunu içime çekmek, hanımelinin beni çıldırtan kokusuyla epey bir zaman mest olmak için yaşamak istiyorum. Türkülerin içimi kıpır kıpır eden havasını duymak yahut asırlardır kabuk bağlayamayan yarayı deşen halini yüreğimde bir de ben yaşamak için ömrüm uzun olsun derim. Ya okuyamadığım onca kitabı nereye koymalı? Onlar için sağlam göz, uzun zamanlar istesem çok mu şey istemiş olurum Allah’ım?

Ben zannederdim ki hayat hep böyle gidecek. Yani hiç büyümeyeceğim. Yanılgıymış bu, büyüdüm. Hayat hiç de zannettiğimiz gibi olmayacakmış. Ben zannettim ki… Hayır, hayır. Bu sadece bir yanılgıymış ey kalbim! Geçen gün ömürdenmiş, anladım. Gözlerimi açabildimse mutlu olmalıyım. Şükretmeliyim nasibime düşen için. Ve kıymetini bilmeliyim verilen her nefesin. Çünkü hikâyenin devamını hiçbirimiz bilmiyoruz. Hayat her daim sürprizlere gebe. Ve biz bunu ancak hikâye başladıktan sonra fark edebiliyoruz.

İşte bu yıl aylardır kar yağsın diye bekledik. Aralık geçti, ocak geçti, yağmadı. Şubatta yağdı. Oh be diyecekken yer sarstı hayatı, şehirleri, hayatları. İnsanlar nefessiz kaldı, şehirler insansız, çocuklar babasız-annesiz; anne ve babalar çocuksuz. Ocaklar dağıldı, haneler viran oldu. Yeryüzünde karın boynu bükük kaldı. Sonra sessiz sedasız terk etti dünyayı. Karın sevincini unuttuk, gözümüz ekranda, kalbimiz uzaklarda kaldı. Saatlerce ekran başında bir canın kurtarılmasını bekledik ve bazen o güzel ana şahitlik ettik. Günler böyle geçti. İnsan hayatının ne kadar ucuz olduğunu bir daha yaşayarak gördük güzel ülkemde.

Bakın, bahar geldiğinde ağaçlar çiçek açmaya başlıyor. Erikler beyaz, mini minnacık içekler açıyor. Sonra şeftaliler gülümsüyor bize. Dönüp bakın ne olur? Şeftalinin çiçeğine yıllardır aşığım. Bunu kimse bilmiyor yalnız. Belki şeftali hissetmiş olabilir bakışlarımdan. Çınarların tomurcuklanması ayrı heyecan. O minik yapraklar birdenbire avuç içi kadar büyüyor, nasıl da kendi rengini hissettiriyor zamanla. Bazen oluyor ki bunların hiçbirini fark etmiyoruz bile. Hangi ara kış bitti, bahar sessiz sedasız dünyamıza sokuldu ve yerini nazlı nazlı gelen yaza ne zaman terk etti, anlamıyoruz bile. Hani şair “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” diye yakınıyor ya, öyleyiz vesselam. Sonra ne zaman tükettik koca ömrü diye hayıflanıyoruz.

Yazıya noktayı koyduktan sonra bilgisayarımı kapatıp yatağa hemen uzanmayacağım. Öncesinde şafak vaktinin sessizliğini dinleyerek, güneşin doğuşuna bir kez daha şahit olacağım ve yataklarında uyuyan çocuklarımın uykudaki o en masum hallerini doya doya seyrettikten sonra başımı yastığa koyacağım. Derin bir uykuya dalacağım, bir daha uyanmayı dileyerek.