Yankı

Yankı.
Yankı.

Yaşlı Bilge, sabırla -ki tüm Bilge’lerin sabırlı olması öncelikli gerekliliktir- Genç adamı dinler. Ardından “Biz, içimizde en derinlerde arzu ettiğimiz şeylerin bizi kandırabilmesi mi yoksa gerçeği mi istemeliyiz?” diye sorar.

Genç adam, geldiği uzun ve zorlu yolculuğun ardından sorusuna cevap alabilmek için Yaşlı Bilge’nin karşısında oturuyordu. Hala nefesini toparlayamamış, tırmandığı dik yamaç nedeniyle kalbi hala olmasından gerekenden hızlı atıyordu. Yaşlı Bilge, ateşin önünce elinde tuttuğu büyükçe bir cezve ile oyalanıyordu. Genç adam biraz sabırsız olsa da geldiği uzun yol nedeniyle Bilge’nin işini bitirmesini bekliyordu. Bu sırada geldiği yolu ve tırmanmak zorunda olduğu bu dağı düşündü. Kendi kendine “Demek ki bilge insanlar hakkında anlatılan hikâyeler doğru. Anlamıyorum böyle bilgili insanlar neden kendilerine dağ başlarında bir yer tutar ki? Gelmesi gitmesi çok zor.” söylendi. Sevgili okuyucu Yaşlı Bilge ise bu sırada cezvesine birkaç tutam safran koydu. Yaşlı adam Bilge olduğu için elbette herkesin ulaşamayacağı şeyler demlemeliydi. Genç adam cezveden yayılan kokuyu duyduğu an onun safran olduğunu anladı. Yaşlı bilge, birer bardak safran suyu doldurup birini Genç adama uzattı ve karşısına oturdu. Yaşlı Bilge, bildiğimiz, sevdiğimiz, güler yüzlü, güngörmüş dedelerimizden farklı değildi. Hani sokakta görecek olsanız “bu çok bilge biri” demez, elindeki pazar poşetine sarılırdınız muhtemelen. İşte Genç adamda böyle düşündü ve kendi kendine “Yanlış kişiye mi geldim?” derken Yaşlı Bilge “Ne arıyorsun?” diye sordu.

Sizi detaylara boğmayacağım; Genç adam buralarda uzun uzun Bilge’ye bugüne kadar ona gösterilen birçok şeyi ne kadar hızlı öğrendiğinden, okuyup yazabildiğinden, matematik hesabı yapabildiğinden, ona sorulan sorulara çok hızlı, akılcı cevaplar verebildiğinden, aslında ne kadar yetenekli olduğundan fakat tüm bunlara rağmen insanların kendisini daha genç gördüklerinden, bu nedenle hak ettiği gibi muamele ve takdir görmediğinden bahseder. Genç adam takdir edilmek istediğini açıkça söyler.

Yaşlı Bilge, sabırla -ki tüm Bilge’lerin sabırlı olması öncelikli gerekliliktir- Genç adamı dinler. Ardından “Biz, içimizde en derinlerde arzu ettiğimiz şeylerin bizi kandırabilmesi mi yoksa gerçeği mi istemeliyiz?” diye sorar. Genç adam, Yaşlı Bilge’nin bu sorusu karşısında içinden “ahaaa şaşırtma sorusu” diye geçirir. Daha sonra kendinden emin bir şekilde “Övülmeye teslim olacak kadar zayıf değilim. Ancak buna özenecek kadar da insanım.” der.

Yaşlı Bilge, bir şey söylemeden safran suyundan bir yudum alır. Genç adam, Bilge’yi söyledikleriyle etkilediğini düşünür. Ve devam eder “İnsanlar sizden övgü ile bahsediyor. Siz insanların takdirini kazanmışsınız. Bana nasıl insanların takdirini kazanacağımı söyleyin.” der. Bilge: “Sana bunu söyleyemem… Ancak öğretebilirim.” Dedikten sonra eli ile hayli uzakta başka bir dağı işaret eder. “Bu dağı görüyor musun?” Genç adam evet der gibi başını sallar. Bilge: “O dağa git.” Genç adam hoşnutsuz bir tavır içerisinde girer. Yine mi dağ? Daha yeni dağ tırmanmış, şimdi tekrar inecek, gidecek gidecek de yeni bir dağa tırmanacak. Bilge devam eder:” Ama bu tarafından değil diğer yüzünden yukarı tırman. Yukarıda bir mağara göreceksin. Sorunun cevabı o mağara da” der. Genç adam için artık bu arayıştan vazgeçmek için çok geçtir. İçinden “Belki o da orada Bilge oldu” diye geçirir. Genç adam “tamam” diyip Bilge ile vedalaşır ve diğer dağa gitmek için yola çıkar.

Genç adam, yol boyu bu gibi hikayelerde bildiğimiz tüm aksilikleri yaşar. Derelerden, tepelerden, bazen ovalardan geçer. Hatta bir kere de kuyuya düşer ama yaşadığı tüm o yolcuğu sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Ama siz yine de karakterimizi çok fazla yıpratmayın. Fakat şunu söyleyebilirim, ikinci yolculuk ilk yolculuktan gerçekten çok daha zor geçer.

Genç adam saatlerdir dağa tırmanmaktadır. Sonunda biraz ilerde mağarayı görür. Durun burayı biraz daha zorlaştırayım. Genç adam sağanak yağmurun altında, dağdan inen çamurlara bata çıka mağaraya doğru yaklaşmaktadır. Ama attığı her adımda ayağı geriye doğru kaymaktadır. Bu nedenle zar zor ayakta kalarak mağaranın önüne gelmeyi başarır. Hızla yağan ve kendisine bin bir eziyet eden yağmuru dışarda bırakarak, mağaraya sığınır. İçinde başarmış olmanın haklı gururu vardır. Sonunda mağaraya ulaşmış ve artık sorusunun cevabını bulacaktır. Hızla mağaranın duvarlarını kontrol etmeye başlar. Öyle ya Bilge burada kaldıysa öğretisini ya duvarlara yazmıştır ya da buralarda bir yerlere saklamıştır. Bir süre aranır ancak Genç adam hiçbir şey bulamaz. Burası bom boş bir mağara başka bir şey yok. Sonra kızgınlıkla bağırır “Burada hiçbir şey yok!” birkaç saniye sonra mağaranın içerisinden “Burada hiçbir şey yok!” diyen kendi sesini, kendi sesinin yankısını duyar. Sonra kendi kendine “Şaka mı bu?” der ve saniyeler içerisinde aynı şeyi duyar. Genç adam, Yaşlı bilgeye çok sinirlenir. Mağarada bir süre dinlenir bu sürede Bilge adama söyleyeceği şeyleri düşünmeye başlar. Önceden laflar hazırlanmayı çoktan hak etmişti Bilge. “Saygıyı da övgüyü de hak etmiyor.”, “Bilge yol gösterici olur, insanları böyle yormaz” dedi kendi kendine. Ancak her konuştuğu cümle kendisine yankı olarak geri geldi. Bu sayede Bilge ile konuşması öncesi kendi sesinin yankısı ile pratik yapma imkânı buldu. Cümlelerini geliştirdi, daha sert ve daha zekice hale getirdi. Dışarda yağmur dinmişti, Genç adam bunu fırsat bilerek yola koyuldu.

Yine tamamen sizin hayal gücünüzün ürünü zorlu, meşakkatli, kasvetli ve çok kötü bir yolculuk sonrası Genç adam tekrar Yaşlı Bilge’nin yanına geldi. Çok kızgındı ve içindeki her şeyi dökmek için hazırdı. Tam konuşacakken Yaşlı Bilge:” Sorunun cevabını buldun mu?” der. Genç sinirle “Boş bir mağara da mı cevap bulacaktım? Kendi sesimin yankısından başka bir şey yoktu. Ayna karşısında kendi kendine konuşmak gibiydi.” diye sorar. Bilge “Evet… Senin duymak istediğin her şeyi duyabileceğin tek yer orası.” der. Genç birden büyük bir aydınlanma yaşar. Bilge’nin söylediği gibi isteklerinin onu nasıl kandırdığını fark eder. Zaten bu hikayede temel amaç karakterin bunu yaşamasıydı.

Gerçekle yüzleşmek insanlık için her zaman zor olmuştur. Hele de övülmenin verdiği o tatlı hissiyatın insanı kandıran gücü karşısında… Bugün artık övülme şekil değiştirip beğeni butonlarına, görüntülemelere, trendlere, keşfetlere, yorumlara dönüştü. İşte bu gerçek mi yoksa sürekli içimizin bizi kandırdığı bir yankılanmadan ibaret mi?