Yapay dünyada sahicilik vaazı. 01.

Kabuğundan başka bir şeydir insan.
Kabuğundan başka bir şeydir insan.

Tanınma çabası, intiharın en yaygın biçimidir. Maliyetiyüksek bir yok oluş. Sana ait olanın topluma ait kılınmasıgibi de değil, ‘sen’in olandan ‘sen’i çıkarmak gibi. Çünkütanınmak da sanıldığının aksine anlaşılmanın kesin olaraksona erdiği yerdir. Şöhret, bir daha asla gerçektenanlaşılamayacağının ispatıdır. Tanınmak, kaybolmaktır.İnsanın kendi yaydığı ışıkları, mecburen titizlikle takipetmesidir bu. Bir imaja hapsolmanın sonucu. ‘Sen’in birkez gerçekleşip bir daha asla var olamaması gibi…

O ferah ve delişmen birçok alınlarda,Betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır.

İsmet Özel

1.

Olduğu gibi olmamak, giderek ‘olmamakla’ sonuçlanır. Acı yazgısı tarihin. Üzücü mü? Değil. Çünkü insan, kendisini reddedebilen yegâne canlıdır. Canlı mıdır gerçekten? Giderek bu da tartışmalıdır. İnsan canlıdır. Onlar değil. Onlar: Mağaradaki gölgelere inanmayı tercih edenler. Bir şey ne ise odur ya. İnsan, ne ise o değilmiş gibi yapabilen tek canlıdır işte. İnsan mıdır o? Tartışabiliriz ama hayır.

2.

Tercih, özgürlüğün başlangıcıdır, kendisi değil. Soylu ya da değil, bakılır. Seçmek, insan olmanın işaretidir, göstergesi değil. Evet, sorumluluğu üstlenmektir seçmek. Yoğun ve kendiliğinden bir katılımdır. Buradan başlanır. Burada bitmez ama. Sadece gerçek insanlar seçer, diğerleri değil. ‘Bağlamında’ yaşanan bir hayat, gerçekten yaşanmış mıdır? Politik bagajlar, babaların bavulları ve çevreden yükselen sesin duyurmadığı neyse, ona yönel(e)memek seçmek midir?

3.

Kabuğundan başka bir şeydir insan. Onu ‘gerçek’leştiren şeyler kavramlardır daha çok… Göğüs kafesi değil içindeki yani. Fedakârlığı mesela; ölçüsü yöneldiği ‘şey’ce belirlenebilir sadece. Ahlakı, edebi, samimiyeti, cesareti mesela… Öfke duyması bile hatta. Hepsi o’na dâhil, hepsi gerçek… Hatasızlık iddiasındaki büyük yanılgımız ‘kurumsallık.’ Bu sanıldığının aksine ‘kurum’sal değil, ‘kişi’sel bir sapma. Biz öyle olduğumuz için yorumumuz da öyle. Biz, plastik olduğumuz için çiçekler de plastik. Biz, çirkin olduğumuz için binalarımız da çirkin.

4.

İnsanın vazifesidir ‘gerçek.’ İnsan için inanmanın güzelliği, kendisini ilgilendirmeyen şeyden yüz çevirmesidir. İnsanın asıl sorusu olarak, insanı ilgilendiren şey nedir? İnsanı ilgilendirmeyen ‘gerçek’ var mıdır dünyada? Gerçekten yüz çevirebilir mi insan? Hayır. Ama onu kırabilir. Bunlar sorular. Maliyeti kendinden menkul yüksek bir risk taşımaktadır gerçek. Herkes için ve her zaman için böyledir. ‘Gerçek ol’mak, girişebileceğimiz en zorlu uğraştır.

5.

Anlamı yok etmenin ilk şartı gerçeği sıradanlaştırmaktır. Giderek gerçeğin değil de ‘gerçeğe yakın olan’ın bizi etkilemesi bundan. Sıradanlaştırmak, ‘özel’ olanın ‘genel’e tebdil edilmesinin yıkımı. Ama önem, sıradanlaştırılma değil, kırılan anlamın yerine inşa edilenin hâkimiyetidir. Gerçeğin yerine artık imajın duyulduğu bir çağ. Kuşlar değil kuş fotoğrafları. Anneler değil anne imajı. Yoksullar değil, hikayeleştirilebilir yoksullardır özne yalnız. Diğer türlüsü çirkin… ilgilendiren şey nedir? İnsanı ilgilendirmeyen ‘gerçek’ var mıdır dünyada? Gerçekten yüz çevirebilir mi insan? Hayır. Ama onu kırabilir. Bunlar sorular. Maliyeti kendinden menkul yüksek bir risk taşımaktadır gerçek. Herkes için ve her zaman için böyledir. ‘Gerçek ol’mak, girişebileceğimiz en zorlu uğraştır.

6.

Medya, icadından beri yalnızca kendi haberinin övgüsüdür. ‘Göstererek gizlemek’ der felsefeciler buna. Yoksa dedikodu bu kadar alkışlanamazdı. Gizleyerek göstermek başka veçhesi… Kişisel medya da bundan başkası değil. Neden haberdar etmek ve neden haberdar olmak ister insan? Neyin haberini veriyoruz dostlarımıza ve diğerlerine? Kendimizin mi, yaptıklarımızın mı? Bedenimizin mi, gördüklerimizin mi? Ne(y)den haberdar olmak istiyoruz? Çünkü “başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız” değil mi? “Başkalarının düşünceleriyle değil.”

7.

Tanınma çabası, intiharın en yaygın biçimidir. Maliyeti yüksek bir yok oluş. Sana ait olanın topluma ait kılınması gibi de değil, ‘sen’in olandan ‘sen’i çıkarmak gibi. Çünkü tanınmak da sanıldığının aksine anlaşılmanın kesin olarak sona erdiği yerdir. Şöhret, bir daha asla gerçekten anlaşılamayacağının ispatıdır. Tanınmak, kaybolmaktır. İnsanın kendi yaydığı ışıkları, mecburen titizlikle takip etmesidir bu. Bir imaja hapsolmanın sonucu. ‘Sen’in bir kez gerçekleşip bir daha asla var olamaması gibi… Bilinmek kıymetli ama. Çünkü bilinmek başka.

8.

Sahicilik! Yalnız bu çağın sorunu değil. Tarihin başlangıcından beri asıl sorunumuzdur sahici olamamak. Tarih boyunca maskeler kullandı insanoğlu, taştan ve tahtadan. Irktan ve kabileden… Gösterişten ve görünmekten… Bugün artık dijital maskeler kullanıyoruz. Parlak ve renkli… Kendimiz ve biz. İki kişi olarak savaşarak geçiyoruz dünyadan. Ürettiğimiz sahte gerçekliği önce kendimize inandırmaya çalışıyoruz. Şizofreni, hiç bu kadar yaygın olmamıştı. Bugün artık yalnızken bile o maskeleri takıyoruz. Değişen sadece bu; yalnızken bile…

9.

İlk roller, Âdem ve çocukları arasında pay edildi zaten. Hepimiz tekrar ediyoruz ilk kez olanı her seferinde. Kabil, anlamı kırdı önce. ‘Kötü’ olduğu apaçık olanı ‘iyi’ymiş gibi sundu. Gerçeği kırmak istedi, gerekçelerini kendince açıklayarak. Düştüğü çukuru derinleştirmekten başka bir şeye yaramadı bu ama. Fakat kazandı, kendi icat ettiği gerçeklik düzeninde. Ama gerçekte Habil kazandı biliyoruz. Fakat hayatını kaybetti. Gerçekliği talep, göze alınmayı bekleyen bir risktir! Neyi göze alacağına karar verecek sadece insan.

10.

Yalan, hakikatin bilerek kırılmasıdır. Bu yüzden günah. Olanı, olmadığı gibi; olmayanı olmuş gibi sunmak insanın ‘kendi’ cehennemidir aslında. Bu da bir maskedir. Kısa süreli amaçlar uğruna takılan ve insanın ‘gerçek’ yüzünü gerçekten yaralayan bir maske. Reklam yazarı mazur değildir ve bu kirin tam içindedir. Thomas Knoll icat etmeseydi de modern insan photoshop’u yine icat edecekti. Çünkü düşünce, kendini dayatır. Her iki anlamıyla da ‘düşünce…’ Çünkü dizleri kanatır.

11.

Varlığına sevindiğimiz şeylerdir çoğunlukla varlığımızı tehdit eden şeyler. Ortada bir ‘insanoğlu’ kalmadıktan sonra, adına ‘insanoğlu’ dediğini şeyin aya gitmesinin sana faydası ne? Uçuruma yaklaşan çocuğun korkusuzluğundaki şey neyse odur tüketim toplumunun ‘çocukları’na cesaret aşılayan. Parolamız hız, cehennemimiz aynı zamanda. Bir çocuk, uçurumdan ne kadar anlıyorsa yetişkinlerin bu çağdan anladığı da o. Korkusuzluğumuz cesaretimizden değil, cehaletimizden ne yazık ki

12.

‘Herkesleşmek’ten kaçan herkes. Kulağa çılgınca geldiğini biliyorum. Uzaktan bakınca kesin ahmaklığına hükmedilmesi gereken bir cangıl burası. ‘Gerçek olmak’la aramızı açan büyük yarıklardan biri de bu: sahte bir vaaz kürsüsünden işitip coşkuyla katıldığımız modern klişeler. Kötü tarafı, ‘herkes’in inanması. Bir diğerinden farklı olmak isteyen herkes. Belli kalıplarla satın alınabilen kişisel ‘farklı’lıklar. O da fabrik. O da sahici değil. Çünkü gerçekten farklı olan, parmak uçlarındaki iz gibi, insanın bizzat ‘kendi’sidir.

13.

Anlam değişince, göstergeler de değişir. Tozu halının altına süpürmenin sağladığı temizlik hissi ne kadarsa o kadardır bu da. Acı, belgelenmediği takdirde yoktur. Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara ve büyük puntolara ihtiyaç vardır sadece. ‘Acı’nın anlam dünyamıza eklenebilmesi için ait olduğumuz yapaylığın içinde gösterilmesi gerekir. Başka türlüsü mümkün değil. Seyahat etmek fotoğraflanmadığı takdirde ‘gerçek’leşmemiştir.

14.

Savaşların durmasını isteyen ‘herkes’e rağmen asla durmayacak savaşlar, dünyanın güzelleşmesini isteyen ‘herkes’e karşı bir türlü güzelleşmeyen dünya… Çünkü itiraz ettiğimiz şey, asıl itiraz etmemiz gereken şey değil; çünkü baktığımız gereken yer, asıl bakmamız gereken yer değil. Sorumlusu kim bunun? Baştan sona yapaylığın için de yaşamayı kabul eden ‘herkes.’ Reklam kuşaklarına ve haber bültenlerine, gazete kupürlerine ve hatta kitap sayfalarına bakan ama bir türlü kendisine bakmayan ‘herkes.’

15.

Gerçek olmanın tek yolu; anlamaktan geçiyor. İnsan, kendisinden hareket ederek tanır çevresini… Önce ‘kendi’sini anlamak zorunda insan. Bütün anlamlarıyla ‘kendi’sini… Sonra temas ettiği kadarıyla dünyayı. Samimiyet, buradan sonraki asıl kavram. Olmayınca olmayacak. Rol yapmadığında ‘farklı’ bir şey yapar insan. Eylemin kendisini aziz eylemek, hem gerekçesini hem de sonucunu düşünmektir mesele. Resulullah, bir hadisin Türkçesinde demiştir ki; “Eylemin erdemi, yalnız Allah için sevmek ve yalnız Allah için buğzetmektir.” Budur.