Yapılacak ne çok şey var

Erken başlayıp akşam saatlerine kadar süren “ilim” öğrenme gayretinden hiçbir zaman taviz vermeme azmi her geçen gün daha da çoğalıyor.
Erken başlayıp akşam saatlerine kadar süren “ilim” öğrenme gayretinden hiçbir zaman taviz vermeme azmi her geçen gün daha da çoğalıyor.

Kış ortasında dahi üşümeksizin dolaşan, az yemek yiyen, araba yerine yürümeyi tercih eden Mehmet Amcamız bize hâlâ taş çıkartmaya devam ediyor. O, bugünlerde de öncelerdeki gibi gençlere ışık olmaya devam ediyor. Kâh bir beyitle, kâh bir dörtlükle yahut da bir kelime ile meramını anlatma telaşından vazgeçmiyor.

Tarihi bir köşkün restore edilmiş hâlini herkesin fark etmediği, şehir denecek kadar büyük ilçenin nerdeyse tam orta yerinde bir bina... Önünden defalarca geçilen, şöyle yan gözle de olsa bir bakılan ama fark edilemeyen, herkesin gördüğü ama sadece arayanın bulduğu bir mekân... Eskiyi, geleneği ve klasiği çağrıştıran taş görüntüsü, şirin duruşu ile tarih meraklılarının “Ay ne güzel bir yer!” diye yanından geçtiği, lakin çok azının içeriye girdiği farklı bir dünya burası...

Edebiyat Derneği... Bu farklı dünyanın müdavimleri de farklı... Çoğunlukla okuyan, yazan, gözlemleyen biraz daha “farklılık” arayanlar...


İşte böylesine farklılıkların bulunduğu mekânın adı da alışılagelmişin dışında: Edebiyat Derneği... Bu farklı dünyanın müdavimleri de farklı... Çoğunlukla okuyan, yazan, gözlemleyen biraz daha “farklılık” arayanlar... Mekânı, ziyaretçisi farklı olur da oranın daimi ve gönüllü hizmet erbabı Mehmet Amcamız geri kalır mı? Beyaz saçları, yüzüne “piri fânilik” görüntüsü katan aksakalları, hayranlık verici ses tonu, ağır ama derin bakışları ile epeyce “üst”lerin adamı desek yanlış olmaz. Bin sayfayı aşan kelimelerin tahlilini, kökenini, gelmişini ve geçmişini araştırmış ve ortaya devasa bir sözlük çıkarıvermiş bir yazar kendisi...

Tarihi bir köşkün restore edilmiş hâlini herkesin fark etmediği, şehir denecek kadar büyük ilçenin nerdeyse tam orta yerinde bir bina...
Tarihi bir köşkün restore edilmiş hâlini herkesin fark etmediği, şehir denecek kadar büyük ilçenin nerdeyse tam orta yerinde bir bina...

Mehmet Amcamız -kimilerine göre Mehmet Hocamız- derneğin her şeyi... Müdürü, yöneticisi, hocası, hizmetlisi... O, sabahın erken saatlerinden başlayıp akşamın geç saatlerine dek süren gönüllü bir mesainin vazgeçilmez işçisi... Öğrencilerin, gençlerin, edebiyat âşığı herkesin bir şekilde yolunu düşürdüğü bu mekânda en değerli olan şey ise “söz”... Sahte değil hakiki, laçka değil asil, boş değil, dibine kadar dolu söz...

  • Kelimelerin ustası olunca Mehmet Amcaya da “bilge” sıfatını yüklemek hiç de yanlış olmuyor doğrusu. Bu topraklarda yaşayan herkesin bir “bilge” bir “âlim” ya da bir “hoca” takıntısı malumdur.

İşte Mehmet Amcamız bir takıntı ya da özentinin sonucu değildir. Bizatihi hakiki “bir bilen”dir o. Bilir bilmesine ama kimseye “bilmişlik” taslamaz, kendisinden talep etmeyene muallim olmadığı gibi kimsenin iltifatının peşine de düşmez. Yakın Türkiye’nin nadir şahitlerindendir Mehmet Hocamız. Nadirliği ise hakikate, kaliteye, insanlık ve iyiliğe taraftar oluşuyla ilgilidir. O, derneğin her günü kendisiyle muhabbet için gelen gençlere Yunus’tur, Mevlana’dır yahut Âkif’tir.

Kendi geçmişinden örnekleri tüm benliğinde hissederek anlatır. Bütün derdi, amacı gençlere yeni bir ufuk çizmek ve onların da aynı hatalar üzerinden yürümesini engellemektir. Bundan ötürü de sık sık kendisinden, kendi geçmişinden, tecrübelerinden alıntılarla girer konuya. Kendinden bir şeyler öğrenme hevesinde olan gençlere ilk anlattığı mesele ise hep aynıdır:

  • “Yetmişli yıllar… Ülke müthiş bir bölünmenin eşiğinde… Kirli bir el ‘iki taraflı’ bir oyunun kurucusu… Bizler muhafazakâr cenahın kanı hızlı akan delikanlılarındanız o dönem. Her yanda bir mücadele söylemi, bir kahramanlık türküsü… Neredeyse tüm gençler herhangi bir tarafın en vazgeçilmez Don Kişot’u…

Durup da ‘Siz aynı ülkenin, aynı toprağın, aynı lokmanın ortağısınız!’ diyen yok! Yüzlerce, binlerce genç nedenini bilmediği bir savaşın kurbanı anlayacağınız. Sevgili gençler, işte böylesine yüreğimizdeki ateşin etkisiyle dünyaya baktığımız günlerde biz bir grup arkadaşla birlikte dünyayı kurtarmak için yola çıktık. Sonra günler geçtikçe ve onca kırılma yaşandıkça dedik ki ‘Biz Türkiye’yi kurtaralım, boş verelim dünyayı!’ Bugün sizin karşınızda duran bu ak saçlı adam şimdilerde ne diyor biliyor musunuz gençler: ‘Acaba kendimi kurtarabilecek miyim?’ O yüzden sizlere diyorum ki ‘Değişime önce kendinizden başlayın.’ Siz değişirseniz bir şeyler de değişebilir. Hiçbir sabit fikirli dünyayı değiştiremez.”

Sonra günler geçtikçe ve onca kırılma yaşandıkça dedik ki ‘Biz Türkiye’yi kurtaralım, boş verelim dünyayı!’
Sonra günler geçtikçe ve onca kırılma yaşandıkça dedik ki ‘Biz Türkiye’yi kurtaralım, boş verelim dünyayı!’

Mehmet Amcamız, bazen bir balyoza dönüşen sözlerinin sertliğini bilir ama lüzumunu hissederse devam etmekten de çekinmez. Gençleri hayal dünyasında değil, hakikat dünyasında dolaştırır, onları hayatın gerçekleri ile yüzleştirir. Bununla da kalmaz yanı başından ayırmadığı kedilerini en güzel biçimde bakıp besleyerek gençlere merhameti öğretirken dernek bahçesinin köşelerinde filizlendirdiği fidanlarla da çevre bilincini bizatihi yaşatır. Kış ortasında dahi üşümeksizin dolaşan, az yemek yiyen, araba yerine yürümeyi tercih eden Mehmet Amcamız bize hâlâ taş çıkartmaya devam ediyor. O, bugünlerde de öncelerdeki gibi gençlere ışık olmaya devam ediyor.

Kâh bir beyitle kâh bir dörtlükle yahut da bir kelime ile meramını anlatma telaşından vazgeçmiyor. Erken başlayıp akşam saatlerine kadar süren “ilim” öğrenme gayretinden hiçbir zaman taviz vermeme azmi her geçen gün daha da çoğalıyor. Bizler onu gördükçe: “Daha nice yazılacak yazı, okunacak kitap, gidilecek yol, varılacak hedef var! Aman Allah’ım yapılacak ne çok şey var!” demekten alamıyoruz kendimizi.

Hocamız, bu hâlimize şahit oldukça ve bizdeki yalpalamayı gördükçe buruk bir tebessüm eşliğinde bize dönüyor. Sonra da lafı gediğine koyuyor:

  • “Ey, bedenleri genç, ruhları yaşlılar! Karakoç sizin için söylüyor. Hadi, bu şiir size gelsin:
  • Çekilmez bir şelek vurdun arkama;
  • Şaşırdım yollarda kaldım, akşama.
  • Umudum her zaman bâkidir amma,
  • Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.”