Yoksulluğun temiz Türkçesi Sadri Alışık

Şiirler yazdı, plaklar doldurdu, İstanbul’u anlamaya çalıştı. İstanbul’u anlarken bir mit olarak ona bakmadı.
Şiirler yazdı, plaklar doldurdu, İstanbul’u anlamaya çalıştı. İstanbul’u anlarken bir mit olarak ona bakmadı.

Yoksulluk, Yeşilçam’da yapıldığı gibi tertemiz bir Türkçe ile anlatılan bir şey değildir. Kirli bir Türkçe gerektirir. Üzülmek buralarda kabadır. Uzun bir monolog ile değil, “böyle gelmiş böyle gider”e çalan bir teslimiyetle dile gelir. Nadiren bir monoloğa dönüşür. Genellikle birkaç cümleyi geçmeyen iç geçirmeler, dert yanmalara varır.

Bir kült hâline gelen Turist Ömer serilerinde kendi şarkısını söyler.

Osman Konuk’un “80’lerin slow şarkılarıdır sebep biraz da / insanları sömürgecilerine benzeten” dizelerini “60’ların Yeşilçam’ıdır biraz da” diye değiştirsek, söylenmek istenen şey istikametini şaşırmaz. Evet, 60’ların Yeşilçam’ıdır biraz da… Dönemin Yeşilçam’ı (istisnalar hariç) bir ticaret ilişkisinin sonucu. Tek taraflı bir ilişki bu. Yani ithal fikirler, ithal senaryolar, ağdalı bir dil. Herkes çok “yapay”, herkes çok “janti”, kimse yoksulmuş gibi davranmıyor, kimse bu toprakların dilini bilmiyor, birkaç kişi hariç. Bu hariçlerin en birincisi Sadri Alışık.

Yavuz Turgul’un, Şener Şen’in omuzlarına yüklediği “iyilik” temsilini onun omuzlarına kimse bırakmadı. O, bu fikri buldu, sırtına aldı ve beyazperdede herkese gösterdi.

Olmayacak bir şeyi, olmayacak bir şekilde “kendi”ne çevirdi. Rol aldığı ilk filmde “kötü” bir karakteri oynamasına rağmen onun hikâyesi “iyi” ve “gerçek” olana doğru evrildi. Evrildi değil, bunu o istedi.

Yoksulluk, Yeşilçam’da yapıldığı gibi tertemiz bir Türkçe ile anlatılan bir şey değildir. Kirli bir Türkçe gerektirir. Üzülmek buralarda kabadır. Uzun bir monolog ile değil, “böyle gelmiş böyle gider”e çalan bir teslimiyetle dile gelir. Nadiren bir monoloğa dönüşür. Genellikle birkaç cümleyi geçmeyen iç geçirmeler, dert yanmalara varır. Mahallede efkârla kahvede oturan adam için de cami avlusunda gününü geçiren amca için de, ustalar, çıraklar ve meyhanede sabahlayanlar için de durum böyledir. Sadri Alışık bunu bilir. Karşısına gelen ithal ürünü, buraların diline dönüştürür. Çok iyi bir oyuncu olmanın iyi bir tercüman olmaktan geçtiğini bilir o; halka tercüme yapar.

Vuslat varsa aşk yoktur, ama kavuşmak için elinden geleni yapar o.
Vuslat varsa aşk yoktur, ama kavuşmak için elinden geleni yapar o.

Sadri Alışık’ın ortaya çıkardığı karakterlerin aşk konusunda düsturu şudur: “Vuslat varsa aşk yoktur.” Vuslat varsa aşk yoktur, ama kavuşmak için elinden geleni yapar o. Kavuşamayacağı bilgisine sahiptir belki de her mahallenin delikanlısı gibi, her bilge gibi. Ama yine de… “Ama yine” nin peşinden gider o. Menekşe Gözleri’nde “Benimki bugün de gelmedi, nasıl da bekledim, on senelik bekledim.” der bu yüzden de. Ah Müjgan Ah filminde Hüsnü karakterini o kadar gerçek oynar ki mahallenin abisini, sevdiği kız evlenenleri, kavuşamayanları bir meydanda buluşturur. “Bir daha mahalleye gelmedi Müjgan, gelemedi. Bizim dar ve eski sokaklara otomobili sığmıyormuş dediler.” repliği de bu meydanda bir miting konuşmasına dönüşür.

  • Şakayla Karışık filminde Ofsayt Osman karakteriyle dışlananların tarafında cepheye gider Sadri Alışık. Serserilerin, varoşların, hayata birkaç sıfır geride başlayanların “ahlâk”a sahip olup olmadığı konusunda cevaplar arar bu film.

Herkesin dışladığı -filme göre haksız da sayılmazlar ki yanlı bir anlatıdır bir yanıyla- kişilerin içinde biriktirdiklerini bir bir sahneler. “Bu da mı gol değil Hâkim Bey” repliğiyle hafızalarımıza kazınan Ofsayt Osman karakteri, bir “Beyaz Türk” eleştirisidir. Ve sosyolojinin tam da ortasından konuşur.

İstanbul’u anlamaya çalıştı. İstanbul’u anlarken bir mit olarak ona bakmadı. Bütünüyle, yoksulluğuyla, geride kalmışlığıyla, hareketli bir şehrin ne söylediğini düşündü. Yaşamak geçti başından.

Sesin insana verdiklerini, getirdiklerini bilir. Bu yüzden de geri durmaz filmlerde şarkılar söylemekten. Karakolda Ayna Var’da Dalgalandım da Duruldum’u okur. Bir kült hâline gelen Turist Ömer serilerinde kendi şarkısını söyler. Tam da yerinde söyler bu şarkıları. Duygunun, hissin pik noktasında girer bu meselelere. Çünkü oralardaki yoğunluk, dalgınlık, gamsızlık ahenkli bir ses beklemektedir.

Hindistan Cevizi filminde Zeki Müren’e şöyle söyler, zengin kız ve fakir halk çocukları hakkında: “Hikâyemiz hiç değişmez oğlum, sende de, bende de, onda da, onda da, onda da… Bu zengin kızlarını seven fakir halk çocuklarının hikâyesidir. Hiç kimsede değişmez. İyice tiye alırlar, matrak geçerler, romantik uyuzlarını kaşırlar bir müddet, sonra baktılar iş ciddiye gidiyor; iki satır mektup cızz. Boşla oltayı al voltayı. Ne demiş James Bond; “Paran varsa dünya sana aşık, züğürtlere yakışır tahta kaşık yes ol rayyt!!”


Sadri Alışık, gerçek adıyla Mehmet Sadrettin Alışık, 1925 yılında Beykoz’da doğdu, 1995 yılında öldü. Şiirler yazdı, plaklar doldurdu, İstanbul’u anlamaya çalıştı. İstanbul’u anlarken bir mit olarak ona bakmadı. Bütünüyle, yoksulluğuyla, geride kalmışlığıyla, hareketli bir şehrin ne söylediğini düşündü. Yaşamak geçti başından.