Yola çıkmaya hazır mısınız?

Şimdi soru şu: Habil ya da Kâbil, siz insanlığın hangi kutbundansınız? Ve son soru: Yola çıkmaya hazır mısınız?
Şimdi soru şu: Habil ya da Kâbil, siz insanlığın hangi kutbundansınız? Ve son soru: Yola çıkmaya hazır mısınız?

Dünyayı kapkara saran kötülük bulutları karşısında, o kara bulutları delip güneşin ışığının yetime, yoksula ulaşması için sarf edilen bir çaba her hâl ve şartta devam ediyor aynı zamanda. Ve bu iyiliği ulaştırma çabasının kurumsal temsilcilerinden birin de İHH olduğunu gıpta ederek söylüyorum.

Kötülük hep vardı; iki dünya savaşı, bitmeyen soykırımlar, işkence, felaketler ve türlü vahşetle dolu bir dünya tarihi serili önümüzde. Tıpkı yüz yıllardır olduğu gibi bugün de bin bir çeşit sıkıntı ve kötülük kol geziyor her yerde ama oturup karalar bağlamak pek mana ifade etmiyor.

Kötülük, önüne çıkan her şeyi kim ve ne olduğuna bakmaksızın ezen bir çığ gibi büyüyerek dünyayı dolaşırken; iyilik, 24 saat ömrü olan narin bir kelebek gibi hafif kanat çırpmalarıyla bu çığın karşısında mukavemet göstermeye çalışıyor.

Her yeni dönem ve her çağ, iyi ve kötünün sürekli birlikte dans ettiği zamanlar demek. Merhum Ali Şeriati, kıyamete dek, insanlığın Habil ve Kâbil diye iki kutbu olacağını ve önemli olanın bizim hangi kutbu seçerek yaşadığımız olduğunu söyler. Bugüne baktığımızda durum hep olageldiği gibi biraz karışık; neredeyse herkes iyiliğin ve iyinin yanında olduğunu iddia ederken, bu iddianın bizi savaştan, tacizden, dedikodudan, yıkıcı tuzaklardan uzaklaştırmadığını görüyoruz. Öyle ki kötülük, önüne çıkan her şeyi kim ve ne olduğuna bakmaksızın ezen bir çığ gibi büyüyerek dünyayı dolaşırken; iyilik, 24 saat ömrü olan narin bir kelebek gibi hafif kanat çırpmalarıyla bu çığın karşısında mukavemet göstermeye çalışıyor.

Yazdıklarımı, şu andaki siyasi konjonktürde, herkesin siyasal iktidarı şu ya da bu sebeple eleştirmesi sürecinin bir parçası olarak alıyorsanız feci hâlde yanılıyorsunuz. Basit bir tabirle, menfaat rüzgârlarının yönüne göre hareket edenler umurumda değil. Onlar hep vardı ve var olacaklar. Yirmi yıl kadar önce “Siz bir avuç korkaksınız” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bugün var olan kalleşlikler, hak yemeler, adaletsizlikler o zaman da vardı; benim de bunu dile getirme mesuliyetim. Ya da, tavsiye ederim İsmail Kılıçarslan’ın 2013’de yazdığı Diyarbakır, Silvan’da parasızlık yüzünden evde iftar yemeği pişmediğini öğrenince intihar eden Hacı Oruç’tan bahsettiği “Harira da mı içmeyek?” yazısını bulup okuyun. 6 yıl önce yazılmasına rağmen ne yazık ki güncelliği kaybolmadı bu yazının da. Şöyle diyordu İsmail bana derinden tesir eden o yazısında: “… Ak Parti iktidarı, bunu isteyip istememesinden bağımsız olarak, kendine mahsus bir zengin üst sınıfın oluşmasını sağladı. Ben bu zengin üst sınıfa uzun süredir ‘’yeni muhafazakâr tosuncuklar’’ diyorum.

  • “…Yok öyle. Bu, ‘sana ne’ diyerek işin içinden çıkılacak bir şey değil. Senin bindiğin 400 bin liralık jiple kaç tane Müslümanın hayatının kurtulmasına vesile olacağının hesabını yapacak kadar matematik biliyorum zira. 80 lira ödediğin iftar menüsünün kaç öğrenci evinde kaç delikanlının boğazından sıcak yemek olarak geçebileceğini tahmin edebiliyorum.

Mısır’da, Suriye’de, Diyarbakır’da, Myanmar’da, Üsküdar’da, dünyanın ve ülkemizin dört bir köşesinde yarı aç yarı tok yaşam mücadelesi veren Müslüman’ın gözlerinin içine bakarak ‘servetimden sana ne’ diyemeyiz. ‘Müslüman her şeyin en iyisine layıktır.’ hadisini sadece ‘ben en iyisine layığım’ olarak anlarsak sıkıntı olur. Müslüman, paylaşmanın, infak etmenin, zekât vermenin en iyisine layıktır yahu. Diyarbakır’da iftar vakti fakirlikten intihar eden Hacı Oruç’un hesabının bizden sorulmayacağını düşünüyorsak İslam’dan, İslam’ın sosyal adalet kavramından hiçbir şey anlamamışız demektir.”

Dünyanın ve ülkemizin dört bir köşesinde yarı aç yarı tok yaşam mücadelesi veren Müslüman’ın gözlerinin içine bakarak ‘servetimden sana ne’ diyemeyiz.
Dünyanın ve ülkemizin dört bir köşesinde yarı aç yarı tok yaşam mücadelesi veren Müslüman’ın gözlerinin içine bakarak ‘servetimden sana ne’ diyemeyiz.

Yani bazılarımız siyasi havadan bağımsız, insan olma ve insan kalma çabasını her hâl ve şartta muhafaza etmeye çalışıyor. Dünyayı kapkara saran kötülük bulutları karşısında, o kara bulutları delip güneşin ışığının yetime, yoksula ulaşması için sarf edilen bir çaba her hâl ve şartta devam ediyor aynı zamanda. Ve bu iyiliği ulaştırma çabasının kurumsal temsilcilerinden birin de İHH olduğunu gıpta ederek söylüyorum. Bir grup arkadaşımla birlikte 23 Nisan’da, Suriye’nin Azez kentinde yetim çocukları sevindirmek üzere İHH’nın yaptığı organizasyona katıldık. Murat Kekilli, konserine başlamadan önce ruhu ve bedeni yaralı çocuklara: “Sizin yanınızdayız, ne olursa olsun iyilik kazanacak” mealindeki konuşmasını yaparken çocukların yüzlerine baktım, yalnız olmadıklarını hissederek ve umutla alkışlıyorlardı değerli sanatçıyı. İHH himayesindeki kamplarda, eşini, çocuğunu savaşa kurban vermiş kadınların, acıdan çıldıracak hâle gelmeden bir araya getirilip nasıl üretime dâhil edildiğini ve bunun onlar üzerindeki sağaltıcı tesirini gördük.

Ellerindeki artık kumaş parçalarıyla ürettikleri çantalar, bebekler, tokaların onları birlikte ve hayatta tuttuklarına şahit olmak, derin bir mahcubiyet hissiyle birlikte umut demekti. Ya da kör çocuklara, yetişkinlere, satranç, bilgisayar, Kur’an’ı Kerim öğretilen, hafız yetiştirilen derme çatma binayı ziyaretimizde, 7 yaşındaki kör Muhammed’in heves ve heyecanla Kur’an’dan sure okumasını dinlemek göz yaşartıcı bir tecrübeyi kalplerimize kazımak demekti. Kir pas içindeki kıyafetleriyle, tozla bulanmış (burada her yer toz) matların üzerinde Tekvando yapan çocukların gösterisini izlerken Fevziye; “Bizim çocukların gittiği tekvando kursunda şu matların üzerinde ufacık bir leke olsa veliler kıyameti koparıyor” dedi gözleri dolarak. İkram ettiğimiz gofretler, orada yetimler tarafından tebessümle yine bize uzatılıyordu misafir olduğumuz için, kötülüğün karanlığı, iyiliğin ışığıyla aydınlanıyordu bir anda.

  • İçinde merhamet, sevgi ve şefkati barındıran ve kaynağı Allah olduğu için de ölünceye dek sürdürülebilme kapasitesine sahip bir eylemdir iyilik; kendinizi evinizde, güvende ve tamamlanmış hissettirir. Çamur yanınızla tanışıp ona rağmen iyi olanı seçmek, güvende ve iyi hissettirir insana.

Yaptıklarımızın, söylediklerimizden katbekat önemli olduğunu ispat eder bize iyilik. Hasar görmüş, incinmiş, yolunu kaybetmiş ya da kederli bir yüreğe dokunursunuz ve günü geldiğinde tam da ihtiyacınız olduğu o an, nereden geldiğini bilemediğiniz bir el de gelip sizin yüreğinize dokunuverir; iyileştiriverir sizi. Çok sevdiği babasını defnedeli daha bir ay bile olmamışken, Murat Kekilli’yi Azez’e getiren şey, o iyilikti işte. İsmail Kılıçarslan’a siyasi rüzgârın ağırlığından bağımsız, o yazıyı yazdıran iyilikti.

İçinde merhamet, sevgi ve şefkati barındıran ve kaynağı Allah olduğu için de ölünceye dek sürdürülebilme kapasitesine sahip bir eylemdir iyilik...
İçinde merhamet, sevgi ve şefkati barındıran ve kaynağı Allah olduğu için de ölünceye dek sürdürülebilme kapasitesine sahip bir eylemdir iyilik...

Fevziye’yi, küçük çocuklarını iki günlüğüne de olsa yalnız bırakıp, yetim çocukların ellerine dokunmak için Azez’e getiren, Ayşenur’u derslerini, kardeşlerini bırakıp tanışmadığı başka kardeşleriyle bir araya getiren şey iyilikti. Reyhanlı İHH’da kendisiyle tanışmaktan onur duyduğum Mustafa Çağlı’yı bir “gönüllü” olarak gece gündüz İHH çatısı altında koşturmasının motivasyonu iyilikti. Gencecik Samet’i Suriye’deki bin bir türlü tehlikeye rağmen, çoğu zaman uykusuz, yorgun yetimlerin yoluna sürükleyen şey iyilikti. Ayfer’i, yetim biriminden Nurgül, Gülsüm ve Rümeysa’yı evlerinden yüzlerce kilometre uzağa getiren ve yetimlerin saçlarını okşamanın, onların yüzünde bir tebessüm kondurabilmenin bir manası olduğunu tekrar bize hatırlatan şey iyilikti. İHH Kilis Ofisi’nin çalışkan koordinatörü Serkan Öktem’i, gelen her konuğa bıkmadan usanmadan, yardımların artık “eskisi gibi” olmadığını ama Suriye’de olanları çevremize anlatabildiğimizde ve insanların kalplerine ulaşabildiğimizde yetimlere kol kanat germeye devam edebileceklerini heyecanla, umutla söyleten şey iyilikti.

Gönüllerde Birlik Vakfı’ndaki hayırlı çalışmalarıyla tanıdığımız Mahir Damatlar Ağabeyi hiç beklemediğimiz bir anda Azez’de karşımıza çıkaran, oradan Afrin’deki yetimlere el uzatmak için yollara düşüren şey iyilikti.

İHH’nın, yalnızca iyi insanların bağışlarıyla ayakta duran ve on binlerce yetime, yoksula, yolda kalmışa destek olmasını sağlayan şey iyilikti. Yani insanlığın Habil kutbundan olmayı seçenlerdi bu insanların hepsi. Şimdi soru şu: Habil ya da Kâbil, siz insanlığın hangi kutbundansınız? Cevabı, hiç kimseye değil yalnızca kendinize “Habil” diyerek bütün kalbinizle ve dosdoğru verdiğinizde yapacak çok şeyiniz, gidilecek çok yolunuz var demektir. Ve son soru: Yola çıkmaya hazır mısınız?